ATATÜRK ve TC DEVLETİ BAĞLAMINDA ;
- DİNDARLAR, DİNCİLER ve DİNCİLİK
- KÜRDLER, KÜRDCÜLER ve KÜRDÇÜLÜK…
Selam Kardeşim,
Biraz uzunca olan işbu yazımın, EVVELEN VE BİZZAT, muhatapları, DİNCİ YOBAZLIK KISKACINDAKİ DİNDARLAR
ve
BÖLÜCÜ KÜRDÇÜLÜK KISKACINDAKİ KÜRDLERDİR.
Keşke benim dindar kardeşlerim ve Kürd kardeşlerim, benim kendilerini anlıyabildiğim kadar, onlar da beni anlıyabilseler...
Şimdi yazacaklarımdan sonra, inşlh anlarlar…
Ben 1956 Manisa doğumlu bir Türküm.
Ebeveynim ve akrabalarım Sünni ve Hanefidir.
Eh ben de öyleyim!
Rahmetli pederim, Bediüzzaman Said Nursi’nin samimi bir şakirdi idi.
Çocukluk senelerim olan 1960’larda, Manisadaki evimiz bir Risale-i Nur dershanesi idi.
O senelerde bizim ve diğer Nur şakirdlerinin (yani Nurcuların!) evlerinde hep Osmanlıca (Arap harfleriyle) ve el ile yazılıp, teksir edilmiş (çoğaltılmış) ve ciltlenmiş Risaleler okunurdu.
Ben ilkmektep 3.cü sınıftayken, pederim vefat etti.
Manisada akrabalarımızın ve pederimin şakird dostlarının (Nurcuların!) himayesinde büyüdüm diyebilirim.
Pederimin vefatından seneler sonra, Manisada eski Nurculardan ve pederimin de yakın dostu olan İsmail Hakkı Zeyrek hoca, bana, pederimle beraber, Said Nursiyi, Isparta, Barla’da ziyaret ettiklerini ve kendisinin hayır duasını aldıklarını anlatmıştı.
İlkmektepten sonra, Manisada, o senelerde Nurcuların idare ettiği Karaköy Kur’an Kursunda 1 sene Kur’an ve Arapça eğitimi gördükten sonra, İmam Hatip Okuluna başladım.
Buradan mezun olduktan sonra da İktisat Fakültesini bitirdim.
Talebelik ve gençlik senelerim boyunca hep Nur şakirdleriyle beraber oldum.
Ve, Fethullah hoca İzmirde tanınmaya başladıktan sonra da, hep Hizmet Hareketi içinde bulundum, fetö/pdy iltisakım yüzünden, Ekim 2017’de memleketi terke mecbur kalarak buraya gelene kadar…
Bugün itibarıyla 68 yaşımdayım ve neredeyse 8 seneden beri İsviçrede siyasi mülteciyim!
Bütün hayatım boyunca, içinde doğup, büyüyüp, yetiştiğim ve eğitim aldığım bu dindar (dinci) muhitlerin tesiriyle, ben Atatürk’ü hiç sevmedim, tam tersine ondan hep nefret ettim.
Said Nursi başta olmak üzere, bütün Nurcular, Süleymancılar, tarikatçılar, siyasi islamcılar, şucular, bucular, Atatürke hep deccal, dinsiz, din düşmanı, vesaire, vesaire, vesaire diye hakaret ettikleri için, ben de, onların tesiriyle, Atatürkü hiç sevemedim.
Halk Partisine, Halk Partililere, laikçilere, Atatürkçülere hep nefretle baktım.
Cumhuriyet rejimini de hiç sevemedim.
Başta Cumhuriyet Bayramı olmak üzere, 19 Mayıs, 23 Nisan, vesaire, bütün milli bayramları hiç sevmedim ve kutlamadım.
Atatürkün yaptığı bütün devrimleri İslam düşmanlığı olarak algıladım.
Hatta diyebilirim ki vatandaşı olduğum Türkiye Cumhuriyeti Devletini bile, sırf bu mülahazalarla benimsiyemedim ve kendimi hep bu devletin ÜVEY EVLADI gibi kabul ederek yaşadım.
Atatürk devrimlerine, laik düzene hep soğuk baktım.
Kemalist rejimin, Said Nursi başta olmak üzere, onseneler boyunca Nurcuları hapislere atmasını, Nur Risalelerini yasaklamasını, diğer bütün tarikatları, cemaatları, Fethullah hocayı, Hizmet Hareketini, siyasi islamcı Erbakanın Milli Görüş partilerini sık sık kapatmasını, Erbakanın başbakanlığına sadece 1 sene zar zor tahammül etmesini, Erbakanın çömezleri olan bugünkü AKP’lileri hep hor görmesini, hep yadırgadım ve hiç anlayamadım.
TC rejiminin bütün bu dindar (aslında dinci) cemaatlara, tarikatlara, islamcılara, siyasi islamcılara güvensizlik duymasını hep YADIRGADIM.
Elhasılı kelam, TC devletine ve rejimine hep küs yaşadım.
Ekim 2017’de fetö/pdy iltisakım sebebiyle, yakalanmama ramak kala, memleketi terkedip Yunanistana, oradan da İsviçreye geldim.
Memlekette iken, Hizmet Hareketinin Emniyet ve Yargıdaki mensupları marifetiyle Balyoz, Ergenekon, vesaire soruşturmalarıyla Atatürkçü subayları, generalleri, aydınları hapse tıkmasını hep memnuniyetle karşıladım.
17-25 Aralık 2013’te yine Emniyet ve Yargıdaki Hizmet mensuplarının Erdoğanın kendisine, ailesine ve AKP’li bakanlara, bürokratlara yönelik yolsuzluk-hırsızlık dosyaları hazırlayıp, onları mahkum etme teşebbüslerini hep memnuniyetle karşıladım ve savundum.
AKP ile Hizmet arasındaki dershaneler krizinde ve sonrasındaki kavga-dövüşlerde hep Hizmeti tuttum ve hep Hizmeti savundum.
15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsü günlerinde Istanbulda yaşıyorduk.
O sıcak darbe teşebbüsü günlerinden Ekim 2017’de memleketi terkedene kadar, hep Hizmetin bu kalkışmanın sorumlusu olmadığına ve masumiyetine inandım.
Hizmete hiç toz kondurmuyordum.
Amma ve lakin ;
İsviçreye geldikten sonra, memlekette Hizmet merkezli olan bitenler üzerine, Hizmetin ve hizmetkarların başına gelenler üzerine, Savunma, Emniyet, Yargı, vesaire bürokrasilerinde onbinlerce, hatta yüzbinlerce Hizmet mensubu bürokratın işlerinden atılarak, hapislere konmasına, bu süreçte hizmetkarların, çoluk çocuklarıyla beraber, itilip kakılmalarına, korkunç denecek derecede zulümlere, işkencelere, öldürmelere maruz bırakılmalarına kafa yormaya başladım.
Ve, kendime “bütün bu zulümler Hizmete ve hizmetkarlara NEDEN REVA GÖRÜLDÜ?
Neden, neden, neden… sorularını ISRARLA SORMAYA VE CEVAPLARINI ARAMAYA BAŞLADIM.
Bu “neden, neden, neden…” sorularını hem kendime soruyordum, hem de benim gibi memleketi terke mecbur olup buralara gelebilmiş olan ve buralarda tanıştığım diğer mazlum ve mağdur hizmetkarlara…
Memlekette Hizmet merkezli olan bitenlerin arkaplanına ve içyüzüne dair hemen hemen hiç bilgim ve haberim olmadığından, bu sorularıma doğru düzgün cevaplar veremiyordum.
Sorduğum diğer Hizmet muhacirleri de bana tatminkar cevaplar veremiyorlardı.
Böylece, İsviçrede yaklaşık 2 sene sürecek ÇOK YOĞUN VE SANCILI bir SORMA, SORUŞTURMA, SORGULAMA, OKUMA, DİNLEME, ARAŞTIRMA, ŞÜPHE, İTİRAZ SÜRECİ YAŞADIM.
Benimle aynı akıbeti paylaşarak, sadece İsviçreye değil, diğer Avrupa ülkelerine ve ABD/Kanadaya gelmiş olan ve bu süreçte tanıştığım diğer Hizmet muhacirleri ile de bu sorularımı paylaştım, onlardan cevaplar talep ettim.
Lakin, tanıştığım, konuştuğum hiçbir hizmetkar, Hizmetin ve kendilerinin maruz bırakıldığı bu haksızlıklara, zulümlere bir mana veremiyorlar, hep ve ısrarla, hem kendilerinin, hem de aGabeylerin ve Hizmetin ve elbette ki en başta Fethullah hocanın masum olduğunu söylüyorlardı.
Birçoğu hâlâ aynı duygularla ve düşüncelerle kendilerini avutup duruyorlar.
Ben bu sancılı sorgulama sürecimde Yaşar Nuri Öztürk hocayı okumaya ve dinlemeye başladım.
İsviçrede, iltica talebimizin kabul edilmesine kadar geçen 17 ay boyunca kaldığımız mülteci kamplarında, benim gibi Türkiyeden gelip, iltica müracaatında bulunmuş Alevilerle, ateistlerle, PKK’lı olan ve olmayan Kürdlerle tanıştım, dostluklar kurdum.
Halen dostluğumuzu devam ettirdiğim Alevi, ateist, PKK’lı olan ve olmayan Kürd arkadaşlarım ve dostlarım var, hamdolsun.
Başta belirttiğim gibi, çocukluğumdan itibaren, dindar muhitlerde büyüdüm, yetiştim, dînî eğitim ve terbiye aldım ve dindar bir hayat yaşamaya gayret ettim.
Bu gayretim halen bütün hızıyla devam ediyor, hamdolsun.
Yaşar Nuri Öztürk hocayı okudukça ve dinledikçe, bu yaşıma kadar öğrendiğim ve öğrendiğim kadarıyla da yaşamaya çalıştığım dinimin çok yanlışlarla dolu olduğunu, din bilgilerimin büyük ölçüde yanlış ve yamuk olduğunu FARKETTİM😞😞😞
Yaşar Nuri hocayı okudukça ve dinledikçe, ortada 2 tane İslam dini olduğunu, birinin
- UYDURULAN DİN olduğunu, diğerinin ise
- İNDİRİLEN DİN olduğunu anladım.
İNDİRİLEN DİN ne idi, sonradan ona ne oldu?
İNDİRİLEN DİN ; Hz. Muhammede vahyedilen KUR’AN’DAKİ DİN olup, Hz. Muhammed vefat edene kadar, Kur’an’daki bu gerçek İslamı hem kendisi yaşadı, hem de ashabı olan ilk Müslümanlara öğretti.
Onun vefatından sonra, Ebubekir, Ömer, Osman ve Ali’nin hılafetleri, yani DEVLET BAŞKANLIKLARI müddetince, bu ilk Müslümanlar Hz. Muhammedden öğrendikleri İslamı, ellerinden geldiğince, yaşamaya gayret ettiler.
Lakin, üçüncü halife Osmanın hılafetiyle beraber, bu ilk Müslüman toplumda birtakım siyasi çekişmeler, ihtilaflar, hatta kavgalar baş gösterdi.
Dördüncü ve SON HALİFE olan Ali’nin hılafeti (devlet başkanlığı) döneminde bu ihtilaflar büyüdü, derinleşti ve bütün işler çığırından çıktı.
Ve, nihayet, Muaviye, ŞEYTANÎ KURNAZLIĞIYLA ve ayak oyunlarıyla, hılafeti Aliden alıp, kendisi halife (!) oldu.
Çok geçmeden de kendisini kral ilan ederek, kılıç zoruyla ve ölüm tehdidleriyle Müslümanların ileri gelenlerini kendisine biat ettirdi.
Oğlu Yezid’i (1.ci Yezid) de, kendisinden sonra kral olmak üzere, veliahd tayin etti.
Böylece İslam idaresini hılafetten (DEVLET BAŞKANLIĞINDAN) krallığa, yani, babadan oğula geçen SALTANAT’a dönüştürdü.
Muaviye ve mensubu olduğu Ümeyyeoğulları (Emevi) kabilesi, kısa sürede İslamı bozdular, yamulttular, yozlaştırdılar, tersyüz ettiler, değiştirdiler, Kur’an’daki ve Hz. Muhammedin yaşadığı ve ashabına öğrettiği İslamı TANINMAZ HALE GETİRDİLER.
Bu lanetli Emeviler yaklaşık 90 sene saltanat sürdüler.
Onlardan sonra Abbasiler Emevileri yıkıp, kendi saltanatlarını kurdular ve yaklaşık 200 sene Müslümanları yönettiler.
Abbasilerden sonra, başka birçok Müslüman hanedanlar kuruldu.
Fatımiler, Endülüs Emevileri, Eyyubiler, şunlar, bunlar, Safeviler, Gazneliler, Babürlüler, Selçuklular, vesaire ve nihayet Osmanlılar...
Müslüman ümmeti Muaviyeden itibaren Osmanlıların yıkılışına kadar, neredeyse 1300 küsur sene boyunca, hep ve sürekli saltanat sülaleleriyle, sultanlar, krallar, padişahlar, imparatorlar eliyle idare edildi.
Ve bu uzun asırlar boyunca, başlangıçta KUR’AN’DAKİ İNDİRİLEN GERÇEK DİN BOZULDU, YAMULTULDU, YOZLAŞTIRILDI..
Ve, günümüze, yani bizlere gelen din, çoktaaan UYDURUK BİR DİN haline dönüştü.
İşte, ben bu yoğun ve sancılı sorma, sorgulama, araştırma sürecimde, Yaşar Nuri Öztürk hocayı okuyup dinleyerek, DİNİMİZDEKİ BU KORKUNÇ YOZLAŞMANIN farkına vardım.
Son 4-5 senedir, ben dinimi yeniden öğreniyorum.
61 yaşıma kadar İslam dini olarak ne öğrendiysem HEPSİNİ BİR DAHA GERİ GETİRMEMECESİNE FORMATLADIM, yani SİLDİM.
Ve, Yaşar Nuri Öztürk hocayı okuyarak ve dinleyerek öğrenmeye başladığım GERÇEK İSLAMI, yani KUR’AN’DAKİ İSLAMI şimdilerde YENİ BAŞTAN yaşamaya çalışıyorum.
Ahir-i ömrümde UYDURULMUŞ DİN’den İNDİRİLMİŞ DİN’e doğru bu yönelişi bana nasib eden ALLAH’A HAMD OLSUN…
Sevgili Kardeşim,
Yaşar Nuri Öztürk hocadan KUR’AN’DAKİ İSLAM’ı öğrenmeye başlayınca ve de öğrendikçe, Mustafa Kemal Atatürk’ü de doğru dürüst ANLAMAYA BAŞLADIM!
Atatürkün, bizlere öğretildiği, belletildiği gibi “dinsiz, din düşmanı, zındık, mülhid, deccal, vesaire…” olmadığını ÖĞRENDİM.
Onun, gerçek İslam dinine sevgisinin ve saygısının tam olduğunu anladım.
Müslümanlar uzun asırlar boyunca ;
- UYDURULMUŞ DİNİ YAŞAMIŞLAR,
- BU YÜZDEN GERİLEMİŞLER,
- BU YÜZDEN NEREDEYSE BÜTÜN İSLAM MEMLEKETLERİ EMPERYALİST HAÇLI BATI DEVLETLERİNCE İŞGAL EDİLMİŞ VE SÖMÜRGELEŞTİRİLMİŞ.
Atatürk’ün bütün bu acı hakikatları ÇOK İYİ KAVRADIĞINI FARKETTİM.
Bu yüzden de, ATATÜRK’ÜN, BİZ MÜSLÜMANLARI ;
- BU UYDURUK DİNİN BOYUNDURUĞUNDAN KURTARARAK,
- KUR’AN’DAKİ İNDİRİLMİŞ DİNİ ÖĞRENİP YAŞAYABİLMEMİZ İÇİN,
- bütün o devrimleri yaptığını,
- Elmalılı Hamdi Yazır hocaya KUR’AN TEFSİRİni bu amaçla yaptırdığını ve
- daha birçok güzel ve doğru işler yaparak,
- milletimizin İSLAM DİNİNİN GERÇEĞİNİ ÖĞRENMELERİNİ AMAÇLADIĞINI ÖĞRENDİM VE ANLADIM.
Bir yandan Yaşar Nuri Öztürkü okurken ve dinlerken, bir yandan da, tarihimizi, bilhassa da 1.ci Dünya Harbi ve sonrasındaki Müdafaa-i Hukuk, Milli Mücadele, İstiklal Harbi, Cumhuriyyetin kuruluşu ve rayına oturtuluşu süreçlerini, yani yaklaşık 100 senelik yakın tarihimizi de YENİDEN okudum, araştırdım ve bilgilerimi TAZELEDİM.
Osmanlı devletinin Mondros mütarekesiyle RESMEN BİTİRİLMESİNDEN SONRA ;
- ANADOLU’nun, Istanbul da dahil olmak üzere, emperyalist haçlı Batılılarca nasıl işgal edildiğini,
- İzmirin ve Egenin Yunana nasıl işgal ettirildiğini,
- doğuda ERMENİSTAN,
- güneydoğuda KÜRDİSTAN kurdurmak için,
- haçlı emperyalistlerin Anadoluda ne hainlikler yaptıklarını,
- bu şekilde, Türküyle, Kürdüyle, falan filanıyla, biz Müslümanlara bu Anadoluyu bile bırakmaya niyetli olmadıklarını yeniden öğrendim.
İstiklal harbimizin nasıl kazanıldığını, bu harb süresince Mustafa Kemalin ve diğer yakın kurmay arkadaşlarının nasıl fedakarca gayret ettiklerini hatırladım.
Başta padişah Vahdettin ve Sadrazam Damad Ferid olmak üzere, birçok SALTANAT DİNCİSİ yobazın, İstiklal harbimizin zaferle neticelenmesine mani olmak için ne HAİNLİKLER yaptıklarını hatırladım.
Milli Mücadele ve İstiklal harbimizin o en sıkıntılı ve zorlu zamanlarında, emperyalist haçlı İngilterenin, ABD’nin, Fransanın, doğu ve güneydoğu Anadoluda Ermenileri ve Kürdleri silahlandırarak, milli orduya karşı kışkırttıklarını, Anadoluda, bilhassa Kürdlere “şeriat isterük” ve “Bağımsız Kürdistan isterük” aldatmacaları altında 25’e yakın İSYAN VE AYAKLANMA ÇIKARTTIKLARINI, bu silahlı isyanlarda Müslümanları Müslümanlara vurdurduklarını ve kırdırdıklarını ve kardeş kanı döktürdüklerini hatırladım.
Bütün bu iç ve dış İHANETLERE VE HIYANETLERE RAĞMEN, Milli Mücadelemiz ve İstiklal Harbimiz zaferle neticelenerek, Türkiye Cumhuriyyeti Devleti kurulduktan sonra dahi, aynı haçlı emperyalistlerin, bilhassa doğu Anadoluda KÜRD İSYANLARI çıkarttıklarını, yeni Cumhuriyyeti yıkmak/yıktırmak için, hem Kürdleri, hem de saltanat dincileri olan şeytan evliyası yobazları (GERİCİLERİ, mürtecileri) kışkırttıklarını hatırladım.
Lafı daha uzatmadan belirteyim sevgili Kardeşim ;
Türkiye Cumhuriyyeti öyle kolay kurulmadı. Ne fedakarlıklarla kuruldu bu devlet.
Ve, maalesef, gerek Milli Mücadele ve İstiklal Harbi senelerinde, gerekse, Cumhuriyyetin ilk kuruluş senelerinde, MÜRTECİLERİN (saltanat dincileri olan yobaz GERİCİLERİN) Cumhuriyyeti tekrar saltanata dönüştürme tehdidleri ve AYRILIKÇI KÜRD UNSURLARININ da ülkeyi bölme tehdidleri sebebiyle, bu ülke hiç rahat yüzü görmedi.
Türkiye Cumhuriyyeti, taaaa başından beri bu iki tehdidi (SALTANAT DİNCİLİĞİ OLAN İRTİCA/GERİCİLİK ve KÜRD AYRILIKÇILIĞI) hep hissetti ve bu yüzden, KABUL EDELİM VEYA ETMEYELİM, saltanat dincilerine (irtica’ya) ve ayrılıkçı Kürd unsurlarına HİÇ İTİMAD ETMEDİ, HİÇ GÜVEN DUYMADI.
Bu güvensizliğin baş müsebbibleri bizzat mürteciler (gerici yobazlar) ve ayrılıkçı Kürdlerdir.
Sırası gelmişken, memleketin dindarlarını, daha doğrusu DİNCİLERİNİ eleştirmem gerektiği belirterek diyorum ki ;
Yıkılmış ve her tarafı işgal edilmiş Osmanlı devletinden Türkiye Cumhuriyyetine geçiş süreçlerinde, memleketimizde birçok hacıefendi, hocaefendi, şeyhefendi, din bilgini, vesaire, vasıflı zatlar, EVET, Müdafaa-i Hukuk, Milli Mücadele İstiklal Harbi senelerinde Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının yanında saf tutarak onlara DESTEK VERDİLER ve bu topyekûn istiklal mücadelemizi zafere ulaştırma yönünde milletimizi teşvik ettiler.
Lakin, zafer ve tam bağımsızlık kazanılıp, Cumhuriyyet kurulduktan sonra, aynen Mustafa Kemalin yakın silah arkadaşlarının onu terkederek ondan uzaklaştıkları, hattâ bazılarının ona karşı muhalefet cebhesi oluşturdukları gibi, evvelce onun yanında saf tutarak ona desteklerini esirgememiş olan o hacıefendi, hocaefendi, şeyhefendi, din bilgini, vesaire, vasıflı zatların çok büyük çoğunluğu da Mustafa Kemalden uzaklaşarak onu terkettiler, hattâ birçoğu ona muhalif ve hattâ düşman kesildiler.
Yeni kurulmuş olan Cumhuriyyetin rayına oturtulması, istikrara kavuşturulması, memleketimizin uzun Osmanlı asırları boyunca ve 1.ci Dünya Harbi ve İstiklal Harbi seneleri boyunca dûçâr olduğu yakılmışlık, yıkılmışlık, geri kalmışlık, fakirlik ve mahrûmiyyet halinden sür’atle kurtarılması, geliştirilmesi, bayındır hale getirilmesi, her alanda sür’atle sanayileştirilmesi çabalarının gösterileceği bir dönemde yani, Atatürk’ün bütün bu hizmetlerde kendilerine ve desteklerine, katkılarına çok muhtaç olduğu dönemde, PROPAGANDİSTLİĞİNİ YAPAGELDİKLERİ UYDURUK MUAVİYE DİNİNDEN KAYNAKLANAN EFTEN PÜFTEN, ABUK SABUK, SAÇMA SAPAN ve BOMBOŞ MAZERETLERLE, onu terkederek, yalnız bıraktılar.
TABİAT BOŞLUK KABUL ETMEZ…!
Böylece, o aziz insan Atatürk’ün etrafını bilumum dinsizler, din düşmanları, masonlar, sabetaistler, ne idüğü belirsiz meymenetsizler doldurdu.
Atatürkün bu ne idüğü belirsiz meymenetsizlerce yavaş yavaş hasta edildiği ve hastalığı sürecinde TAAMMÜDEN yanlış tedavi-ler uygulanarak öldürüldüğü yönünde kesin kanaat sahibi birçok VATANSEVER aydın bulunduğunu da UNUTMAYALIM.
Halbuki Atatürk, işte tam bu dönemde, o hacıefendi, hocaefendi, şeyhefendi, din bilgini, vesaire, vasıflı zatlara ihtiyaç duyuyordu ve onlardan devlet ve memleket işlerinde kendisine yardımcı olmalarını bekliyordu.
Maalesef öyle olmadı.
Bu konuyu, daha sonraki senelerde, hatıralarında hüzünle zikrederek, Atatürke bu en kritik dönemde yardım etmediklerinden dolayı pişmanlık duyan birçok dindar kılıklı kişiler olduğunu da UNUTMAYALIM.
Halbuki, o hacıefendi, hocaefendi, şeyhefendi, din bilgini, vesaire, vasıflı zatlar Atatürkün çevresinde dursalardı, ona destek olsalardı, onu bilumum dinsizlerle, din düşmanlarıyla, masonlarla, sabetaistlerle, ne idüğü belirsiz meymenetsizlerle çalışmaya mecbur ve mahkum etmeselerdi, memleket bugün bu içler acısı hallere düşmezdi.
İsmet Paşa, bütün iyi niyyetine, dürüstlüğüne, namusluluğuna rağmen, maalesef, Atatürk’ün ;
- hem uydurulmuş dinden KUR’AN’DAKİ İNDİRİLMİŞ GERÇEK DİNE GEÇİŞ ÜLKÜSÜNÜ,
- hem de TAM BAĞIMSIZLIK ÜLKÜSÜNÜ,
onun vefatından sonra SAVSAKLADI ve SÜRDÜRMEDİ.
İsmet Paşa A. Menderes ve emsali toprak ağası ve mandacı zihniyyet sahipleriyle ve onların telkinleriyle KÖY ENSTİTÜLERİNİ KAPATTIRDI, haçlı emperyalist ABD’ye yanaştı, ABD’nin Milli Savunmamızı ve Milli Eğitimimizi milli hüviyyetlerinden kopartarak kendi emperyal emelleri doğrultusunda yeniden örgütlemesine göz yumdu…
Istanbulun 1.ci Dünya Harbinin galibi devletlerce işgal edildiği ve işgalci devletlerden birinin MANDA idaresine girme fikrinin bazı Türk devlet erkanı ve aydınlarınca ciddi olarak savunulduğu hengamda, Istanbulda bulunan İSMET PAŞANIN DA MANDA FİKRİNE TARAFTAR OLDUĞUNU yazanlar ve söyleyenler de vardır.
Atatürkün vefatından sonra, İSMET PAŞANIN BU ESKİ MANDACILIK TARAFTARLIĞININ NÜKSETTİĞİNİ ve 2.ci Dünya Harbi sonrasındaki zorlu dünya konjonktürü şartlarında, mandacılığın yeni bir versiyonu olan Batı İttifakına (NATO) sığınma zaafı duyduğunu ve bu sebeble ABD’yi memleketimize davet ettiğini düşünüyorum.
İsmet Paşayı ve Atatürk sonrası Halk Partisini doğru okumak ve doğru değerlendirmek için, Yaşar Nuri Öztürk hocanın “ATATÜRK’TEN SONRAKİ CHP ; ÇAĞI YANLIŞ OKUMANIN SERÜVENİ” isimli küçük, lakin, ufuk açıcı kitabını okumanızı TAVSIYYE EDİYORUM.
İşte TC Devletinin, kuruluş senelerinden itibaren,
- İRTİCAYI VE
- KÜRD BÖLÜCÜLÜĞÜNÜ
- en önemli
- İKİ İÇ TEHDİD olarak sürekli gündeminde tutmasının arkaplanında ;
- O hacıefendi, hocaefendi, şeyhefendi, din bilgini, vesaire, vasıflı (kılıklı) zatların Atatürkü, kendilerine ve hizmetlerine ve desteklerine çok ihtiyaç duyduğu Cumhuriyyetimizin ilk kuruluş senelerinde, yalnız bırakmalarının, bununla da kalmayıp, onun devrimlerine sürekli muhalefet etmelerinin, hatta düşmanca tavırlar geliştirmelerinin sebeb olduğunu ve
- Kürdlerin de emperyalist haçlı Batılıların dolduruşuna gelerek, bölücülüğe kalkışmalarının yattığını DÜŞÜNÜYORUM.
Din temsilcileri oldukları kabul edilen, daha doğrusu öyle oldukları zannedilen bu insanlar, MAALESEF, KUR’AN’DAKİ GERÇEK İNDİRİLMİŞ İSLAM DİNİNİN değil, UYDURULMUŞ MUAVİYE DİNİNİN PROPAGANDİSTLERİ oldukları için, Atatürk’ün DİN KONUSUNDAKİ SAMİMİYYETİNİ ANLAYAMADILAR, dahası ona ve kurduğu sisteme DÜŞMAN KESİLDİLER ve SÜREKLİ TEHDİD OLUŞTURDULAR.
Kürdler de hiç gereği yok iken, emperyalistlerin emelleri doğrultusunda memleketi bölmeye kalkıştılar.
Bizler işte bu UYDURUK MUAVİYE DİNİNİN PROPAGANDİSTLERİnin takipçileri olduğumuz için, TC Devletinin aynı TEHDİD ALGILAMALARININ sürekli KONUSU VE HEDEFİ VE MUHATABI VE SANIĞI olduk.
Durum ANAHATLARIYLA bundan ibadettir.
Hemen belirtmeliyim ki ; ben de, çocukluğumdan itibaren İRTİCA MUHİTLERİNDE YAŞADIM VE MÜRTECİLER SAFINDA YER ALDIM.
Onlarca sene severek içlerinde bulunduğum Hizmet Hareketinin de neden TC Devletine güven veremediğini çok geç te olsa anladım.
Fethullah hoca, aynen üstadım dediği Said Nursi gibi, Mustafa Kemali ve devrimlerini hiç benimsemedi.
Çünki o da aynen üstadım dediği Said Nursi gibi, UYDURUK MUAVİYE DİNİ’NİN SIRADAN BİR PROPAGANDİSTİ İDİ.
Memleketin başta Savunma ve Emniyyet ve Yargı olmak üzere, bütün kritik bürokrasilerinde ve bakanlıklarında, devleti kılcallarına kadar mahrem usullerle nüfûz ederek ele geçirmek için, onsenelerce, kadrolaşma faaliyyetlerini örgütledi.
Bu hedefe kilitlendiği onlarca senelik kişisel serüveninin son dönemecinde de, hızını alamayıp, yüzbinlere, hattâ çok daha fazla sayılara ulaşmış olan Hizmet Hareketinin, hem de çok büyük çoğunluğu itibariyle HİÇBİR ŞEYDEN HABERLERİ bile olmayan mensuplarını, sevenlerini ve sempatizanlarını, haçlı emperyalist ABD’nin memleketimize yönelik EMPERYAL PROJELERİNE KURBAN ETMEKTE HİÇBİR BEİS GÖRMEDİ😞…
Ve, aynı Fethullah hoca, hayatta iken sebebiyyet verdiği bütün bu hercümerci aydınlatabilecek iken, hiç konuşmadan, bütün SIRLARIYLA GÖÇTÜ GİTTİ.
Ne diyelim…?
Bütün bu acı hakikatları, İsviçreye mecburi gelişimden sonraki sancılı iç muhasebe, özeleştiri, sorma, sorgulama, soruşturma sürecimde farkettim, öğrendim ve anladım.
Said Nursi ve has şakirdleri, bilumum tarikat şeyhleri, islamcılar, siyasi islamcılar, Menderesten itibaren sağcı, muhafazakar, dinci siyasetçiler, bu cümleden olarak, Erbakan ve bugünkü ahlaksız siyasi islamcı çömezleri, Nurcular, Süleymancılar, Fethullah Gülen ve emsali dinci yobazlar hep ve daima bu devlete karşı İRTİCÂÎ TEHDİD oldular, oluşturdular, öyle algılandılar ve kendilerine HİÇ GÜVEN DUYULMADI.
Aynı şekilde, Kürd ayrılıkçılığı yapan bütün Kürd unsurlar da, aynen İRTİCÂÎ TEHDİD gibi, maalesef, Türkiye Cumhuriyyeti Devletine GÜVEN VERMEDİLER ve bu yüzden kendilerine HİÇ GÜVEN DUYULMADI.
Bugün de öyle.
Hem dinciler, mürteciler, hem ayrılıkçı Kürdcüler, hâlâ devlete güven vermiyorlar ve devlet te kendilerine güven duymuyor.
İşte bütün bu acı gerçekleri öğrenmek mecburiyyetindeyiz sevgili kardeşim.
PKK’nın hedefi Kürd HAKLARI, Kürd DİLİ, Kürd KÜLTÜRÜ, Kürd GELENEKLERİ, falan, filan, vesaire değil, düpedüz Türkiyeyi bölerek bağımsız Kürdistanı kurmaktır.
Bu bölücülük tehdidi olmasaydı, Kürd dili ve emsali insanî ve kültürel konular, tereyağından kıl çekme kolaylığıyla halledilirdi.
Halen de kolayca halledilebilir.
Siz ne derseniz, nasıl değerlendirirseniz, hiç farketmez ;
PKK emperyalist haçlı Batının ve arz-ı mev’ud’u (The Promised Land) GÂYE-İ HAYÂL edinmiş olan SİYONİST İSRAİL’in gönüllü piyonu ve gönüllü taşeronudur.
Bu oyunu hepimizin görmemiz, lazım.
Hepimiz aklımızı başımıza almak zorundayız.
Ben Türkçü, Atatürkçü, falan, filan değilim, DEVLETİ KUTSAYAN BİRİ DE hiç değilim.
Sadece ve sadece KUR’AN MÜSLÜMANI BİR TÜRKÜM.
Lakin ;
“SÖZKONUSU VATAN İSE, GERİSİ TEFERRUÂTTIR”
ve
“YA DEVLET BAŞA, YA KUZGUN LEŞE”
deyişlerini önemsiyorum.
Emperyalist haçlı Batının ve siyonizmin memleketimize yönelik EMPERYAL NİYYETLERİNİ ve PROJELERİNİ ANLAYABİLİYORUM.
Siz de anlayabilirsiniz ve anlayınız lütfen…!
Müslüman Kürdler bu bölücü PKK’yı desteklediği müddetçe bu kriz bitmez.
Kürdler bağımsız Kürdistan ham hayalinden vazgeçmedikleri müddetçe memlekette huzur ve barış olmaz.
Aklın yolu bir demişler.
Doğru demişler.
Hiçbir dahili veya harici gücün veya tehdidin Türkiye Cumhuriyyetini YIKMASINA VE BÖLMESİNE İZİN VERMEMELİYİZ.
BÖLMEK İSTEYENLERE DE AYAKLARINI DENK ALMALARINI İHTAR ETMELİYİZ.
BU AYMAZLIĞI, BU UYANMAZLIĞI TERKETMELERİNİ HATIRLATMALIYIZ.
Barış ve huzur içinde kardeş kardeş beraberce yaşamak varken, bu gürültü patırtı niye sevgili kardeşim…?
Doğrusuyla, eğrisiyle, an itibariyle, böyle düşünüyorum.
Abdullah Erdemli
İsviçre
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder