13 Kasım 2024

29- İSLAM NASIL YOZLAŞTIRILDI?

HOW HAS ISLAM BEEN CORRUPTED?

كيف تم تحريف وإفساد الإسلام؟

**********

KADER

PREDESTINATION

ألقدر

*******

Elimizdeki akaid kitaplarındaki kader anlayışının Kur'an'daki kader kavramıyla bir ilgisi yoktur. 

——————

The concept of predestination (fate) in the books of faith we have has nothing to do with the concept of predestination (fate) in the Quran.

———————-

إن مفهوم القدر في كتب الاعتقاد التي لدينا لا علاقة له بمفهوم القدر في القرآن.

*********

O ki­taplar yoluyla asırlardır taşınan ve bizlere öğretilen ka­der, Bakara Suresi 104. ayetin tam tersine giden bir top­lum yaratmak isteyen saltanat odaklarının kitleyi uyuş­turmak için oluşturdukları Kur'an dışı bir anlayıştır. 


Bu anlayışla Müslüman kitlelerin getirilmek istendiği ye­rin ne olduğunu, İslam'ın temel kabulleri gibi benimset­tirilen "ilkeler"den seçtiğimiz şu birkaç örnek çok iyi göstermektedir: 


1. Devlet başkanı, ahlaksızlık da zulüm de işlese azledilemez. 

2. Fâsık ve zalim bir imamın peşinde de olsa, namazı cemaatle kı­lın. 

3. Dünya, müminin cehennemi, kâfirin cennetidir. 

4. Her insanın cennetlik veya 

ce­hennemlik olacağı, varlıklar âlemi yaratılma­dan çok önce belirlenmiştir...


Bu noktaya getirilmiş kitlelerin yarınlara ümitle bakabilmelerinin biricik koşulu ;

gele­cek bir kurtarıcı-mehdî 

—————

a savior-mahdi (messiah) who will come 

————-

مهدي المستقبل والمنتظر" 

————-

beklemektir. 

Çünkü bu kitlelerin "gerekeni yapma" azim ve iradeleri felce uğratılmıştır; onlar ancak gelecek olanı bekleyebilirler.

**********

Kur'an'da, bugün benimsenen şekliyle bir kader kavramı olmadığı gibi, "kadere iman" diye bir tâbir de yoktur. 

——————

There is no concept of predestination (fate) in the Quran as it is accepted today, nor is there a phrase such as "belief in predestination (fate)."

——————-

فكما أنه لا يوجد مفهوم للقدر في القرآن كما هو معتمد اليوم، كذلك لا يوجد تعبير مثل "الإيمان بالقدر".

***********

Bu gerçek, İslam ilahiyatının ünlü isimlerin­den Hüseyin Atay tarafından 1960 yılında yayınlanan "Kur'an'da İman Esasları" adlı doktora teziyle orta­ya konmuştu. 

Bu, bildiğimiz kadarıyla İslam tarihinde ilk kez ortaya atılan bir tezdi. 

Atay Hoca bu tezi yüzün­den, Ehlisünnet akidesini bozmakla suçlandı.

Atay, bir ilim adamı sıfatıyla çalışmalarını sürdür­dü. 

Çalıştığı konulardan biri de, mensubu bulunduğu Eh­lisünnet inancının temel kitaplarından bazılarını yaz­mış bulunan ünlü Mâtürîdî kelamcısı Ebu'l-Mu'în en-Nesefî’nin (ölm. 508/1115) düşünce dünyası idi. 

Bu çalışmanın bir parçası olarak, Atay Hoca, Nesefî'nin, el yazması halinde duran eseri "Tabsıratü'l- Edille (التبصرة الأدلة"nin 18 yazma nüshasını karşılaştırarak bir ba­sını yapmak istiyordu. 


Bunu yaptı ve o eserde şaşırtıcı bir gerçekle karşılaştı: 


Ehlisünnet mezhebinin inanç 

te­mellerini belirleyen en büyük ekol olan Mâtürîdîlik'in en önemli ismlerinden biri olan Nesefî, kader konu­sunda Hüseyin Atay'ın söylediğinin aynısını söylü­yordu. Atay'dan 850 yıl önce... 


Nesefî’nin bu eseri, birçok benzerleri gibi, el yazması halinde beklediği için düşünceleri saklı kalmıştı.


Ebu'l-Mu'în en-Nesefî, anılan eserinde imanın şartları konusunda şöyle diyor: 

“İman esaslarına ge­lince bunlar, 5 tanedir: 

1. Allah'a, 

2. Meleklere, 

3. Kitaplara, 

4. Peygamberlere, 

5. Âhirete iman. 


Aynen bunun gibi ibadetler de 5'e ayrılır..." 

(Nesefî'nin Tabsıra'sından naklen Atay; Kur'an'da İman Esasları, 146)


Nesefî burada iki Kur'andışılığı (two non-conformities to Quran - مخالفتان للقرآن)aynı anda düzeltmiştir: 


1. Kur'an'ın gösterdiği iman esasları içinde kadere iman diye bir şey yoktur (There is no such thing as belief in predestination “fate” among the principles of faith shown by the Quran / ومن أصول الإيمان التي أظهرها القرآن أنه لا يوجد شيء اسمه الإيمان بالقدر).

—————-

2. Ge­leneksel kabullerin "İslam'ın Şartları" diye öne çıkardığı beş kavram islam'ın şartı değil, İslam'daki temel ibadetlerdir

(The five concepts that traditional acceptances put forward as the "Pillars of Islam" are not the pillars of Islam, but the basic acts of worship in Islam / إنالمفاهيم الخمسة التي تطرحها القبولات التقليدية على أنها "شروط الإسلام" ليست شروط الإسلام، بل هي أعمال (العبادة الأساسية في الإسلام

***********

İslam'ın şartları Kur'an'ın bütün hükümleridir.


Peki, kadere iman nereden ve nasıl çıktı ve iman esasları arasına nasıl sokuldu?


O tâbir, İslam inançlarının içine, bir hadîs’e, daha doğrusu hadis diye ortalıkta dolaştıralan bir söze dayanı­larak sokulmuştur. 


Oysaki o söz, bugünkü kader anlayı­şını savunanların deyimiyle bir "haber-i vâhid - الخبر الواحد"tir, yani bir tek kişinin rivayetidir. 

Ve onların da kabul et­tikleri bir kurala göre, haber-i vâhid imanla ilgili konularda delil olmaz. 

(Bu konuda ayrıntılar için bk. Atay; anılan eser, 133-146)


Haber-i vâhid’in (Peygamberimizden tek kişi 

tara­fından nakledilen sözün) iman konusunda delil 

olama­yacağını, iman konusunda delil olacak bir rivayetin mütevâtır - المتواطر (tarihsel açıdan gerçekliği kesin) olması 

ge­rektiğini söylemişlerdir ama, kendi anlayışlarına uy­gun yerlerde haber-i vâhidi delil saymışlardır. 


Haber-i vâhidin, bırakın iman alanını, ibadet alanında kanıt olduğu bile tartışmalıdır, (bk. Gazali; el- Müstasfa, 1/440-444)


Ceza hukuku alanında da durum budur. 

Haber-i vâhid ukûbatta (ceza alanında) da delil olmaz demişlerdir, ama bu ilkeyi belki yüzlerce kez çiğnemişlerdir. 

Sadece ta'zîr - التعزير (ürkütüp sakındırma, engelleme) cezalarıyla ilgili koydukları kurallar (ki bunlar yüzün­den binlerce insan katledilmiştir) bu ilkeleri nasıl çiğnediklerinin sayısız kanıtını taşımaktadır.


Kur'an'da kader kavramı apayrı bir anlamda kullanılmaktadır. 


Nedir o anlam?


Kader sözcüğü Kur'an'da 11 yerde geçmekte ve tümünde de "ölçü-المقدار" anlamında kullanılmak­tadır. 


Türkçe'deki "miktar" (Arapça özgün şekliyle mikdar-ألمقدار) sözcüğü de ölçü anlamındadır ve kader kökündendir. 

Allah her şeyi bir ölçüye göre yapıp yönetmekte­dir. 

*********

Platon'un güzel deyimiyle ;

“Tanrı hep geometri kullanmaktadır." 

——————

“As Plato beautifully put it, "God always uses geometry."

——————

“وبكلمات أفلاطون الجميلة، "يستخدم الله الهندسة دائمًا".

************

Her şeyin hazinesi onun katındadır ve O, o hazineden her şeyi belli bir ölçü içinde 

indir­mektedir.

 (Hicr, 21) 

Gökten su ölçüyle iner 

(Müminûn, 18; Zühruf, 11); 

inen suyun yeryüzünde vadilerde dolaş­ması bile ölçüyledir.

 (Ra'd, 17) 

Topraktan pınarlar fış­kırması, fışkıran suların birleşmeleri yine belli bir öl­çüye göredir.

 (Kamer, 12)

Tüm bu ölçüye bağlılıklar, kader kelimesi veya tü­revleri kullanılarak ifade edilmiştir. 

Ve bu ifadelerle önümüze konan kader kavramının temel amacı ; 


insa­nın fiillerinin belirlenmiş olduğunu değil, varlık ve oluşta keyfîlik ve raslantının bulunmadığını göstermek­tir.


Kur'an, kader kavramıyla varlık ve oluşta tesadüfün değil, ölçü ve bilincin egemen oldu­ğuna dikkat çekmek peşindedir.


Kur'an, kader kavramıyla "sünnetullah" da denen tabiat kanunlarını kastetmektedir. 


B u kullanım, şu ayetlerde herkesin anlayabileceği açıklık­tadır: 


Ra'd, 8, 17; Hicr, 21; Müminûn, 18; Ahzâb, 38; Şûra, 27; Zühruf, 11; Kamer, 49; Talâk, 3; Mürselât, 22) Ahzâb 38 ;

hem kader sözcüğü, hem de sünnetullah (Allah'ın tavrı-tarzı) tamlaması kullanılarak Tanrı'nın varlığa koyduğu yasaların değişmezliği gösterilmiştir. 

Bu ayette ayrıca, kader ile sünnetullah kavramlarının eşanlamlı olduklarına da dikkat çekilmiştir. 


Sünnetullahın değişme ve bozulmaya asla uğramayacağı birçok ayette, pekiştirilmiş ifadelerle verilmiştir, (bk. İsra, 77; Ahzâb, 62; Fâtır, 43; Fetih, 23)


Kader kökünden gelen ve ölçüye bağlamak an­lamında olan "takdîr- ألتقدير" sözcüğü de tabiat kanunları, de­ğişmez ölçüler, yani sünnetullah anlamında kullanılmıştır. 

Bu kullanıma göre, Ay ve Güneş'in belirlenmiş ölçülere göre seyretmeleri, göklerin düzenlenmesi, kısa­cası her türlü iş ve oluşun, her türlü yaratılış ve yaratı­şın seyri Allah'ın bir takdiridir, 

(bk. En'am, 95; Furkan, 2; Yâsîn, 38; Fussılet, 12).


Allah'ın isim-sıfatlarından olan ve Kur'an'da 39 yerde geçen Kadîr (ألقدير) ile 7 yerde geçen Kâdir (القادر) sözcükleri de kaderle aynı kökten gelen kelimelerdir. 

İkisinin söz­lük anlamı da "her şeyi kudretiyle belirleyen, öl­çüye bağlayan"demektir. 

Yine Allah'ın isim-sıfatla­rından biri olan ve Kur'an'da 3 yerde geçen Muktedir (ألمقتدر)sözcüğü de kaderle aynın kökten olup "kudretiyle her şeyi bir ölçüye bağlı olarak çekip çeviren" demektir.


KUR’AN’DAKİ KADER’İN ANLAMI BUDUR. 


Ve bu anlamda bir kaderin değişmezliği, Allah'ın tabiata, varlığa koy­duğu yasaların değişmezliğidir ki, Kur'an bunu açıkça ve defalarca ifade etmiştir.


Bu değişmezlerin insanın fiilleriyle, iradesi ve öz­gürlüğü ile bir ilgisi yoktur. 


Oradaki değişmezlik, ka­nunların Yaratıcı tarafından koyulmasıdır. 


İnsanın fiil­lerinin Yaratıcı tarafından önceden belirlenmesi değil­dir. 


Biz, varlığın ve evrenin yönetimine, iş ve oluşa, ontolojik yapıya ilişkin kanunlar koya­mayız; bizim böyle bir yetkimiz yoktur. 


Ama biz, kendi fiillerimizle, yönetimimizle ilgili ka­nunlar koyarız ve koymalıyız.


Kur'an'daki kader, İbn Teymiye'nin deyimiyle yaratılışla ilgili ontolojik-ألكوني bir kavramdır ; din ve davranışla ilgili bir kavram değil... 

(bk. İbn Teymiye; el-Furkan, 98-99) 


Yine İbn Teymiye'nin ifadesiyle kader, Allah'ın yaratış ve dileyişiyle ilgili bir kavramdır, buy­rukları ve hoşnutluğu ile ilgili bir kavram değil... 

(bk. İbn Teymiye; aynı eser, 109-110)


Biz bu ayrımı, bir SATRANÇ benzetmesiyle anlatı­yoruz: 


Satrancı, varlık ve oluşun seyri olarak alıyor ve diyoruz ki: Satrancın nasıl oynanacağına ilişkin kural­ları Allah koyar. 

Bizim orada kural koyma yetkimiz yoktur. 

Allah, satrancın galip veya mağlubunu önceden belirlemez, ilan etmez. 

Ama Allah, ezel ve ebedi kuşa­tan ilmiyle satrancın galip ve mağlubunu bilir. 

Bece­riksiz oynayanın yenilgisinin sebebi O'nun bilmesi de­ğildir. Yenilen veya yenen, O bildiği için öyle bir sonuçla karşılaşmıyor; onların oyun şeklinin o sonuca götürece­ğini Allah biliyor.


Allah; varlık, iş ve oluşa ilişkin yasaları hem bilir, hem belirler; ama Allah, insanın fi­illerine ilişkin sonuçları belirlemez, BİLİR. 


Bilmesi O'nun tanrılığının bir gereği olduğu gibi, 

sonuçları BELİRLE-ME-MESİ de tanrılığın bir gereğidir. 

Fiillerimizin sonuçlarını bilmekle kalmayıp aynı zamanda belirlerse bu bizi 

SORUMLU TUT-MA-MASINI gerektirir. 

Hem belirler hem sorumlu tutarsa bu ZULÜM olur. 

Oysaki Al­lah zulümden münezzehtir (arınmıştır)...


BİD'ATLAR, HURAFELER


Kaderin insanın fiillerini önceden belirleyen bir sistem olduğunu söylemek.


İnsanın alnında, geleceğini belirleyen bir yazının bulunduğunu söylemek.


Hayrın Allah'tan geldiği gibi şerrin de Allah'tan geldiğini söylemek:


Şer Allah'a izafe edilemez. 

Şerri de, elbette ki her şe­yin yaratıcısı olan Allah yaratır ama öncelikle ve ilke olarak yaratmaz, insanın istek ve iktisabı (kazanması) üzerine yaratır. 

Yaratır ki insanı sorumlu tutsun. 


Allah, öncelikle ve ilke olarak sadece hayrı ve güzeli yaratır: 

O odur ki, yarattığı her şeyi güzel yarattı ve insanın yaratılışına çamurdan başladı." (Secde, 7)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder