12 Kasım 2024

28- İSLAM NASIL YOZLAŞTIRILDI?

HOW HAS ISLAM BEEN CORRUPTED?

كيف تم تحريف وإفساد الإسلام؟

**********

İSLAM'IN ŞARTLARI

THE FIVE PILLARS OF ISLAM

أركان الإسلام الخمسة

(Sh. 315-316)


İslam'ın şartları dendiğinde geleneksel pencereden bakanlar şu beş şeyi görürler: 

1. Kelime-i Şehadet, 

2. Namaz, 

3. Oruç, 

4. Hac, 

5. Zekât.

Böyle bir saptamanın zorunlu sonucu şudur: 

Bu beş şartı yerine getiren, Müslümanlığın gereklerine uymuş, din adına işini bitirmiş olur.

Şimdi böyle bir saptamanın dayanağı nedir diye so­ralım. Tanrısal kaynağı 604 sayfa ve 6 bin üç yüz civa­rında ayetten oluşan bir dinin şartları nasıl oluyor da iki satırda tamamlanıyor?


Vahiy verilerinde İslam'ın şartları diye bir deyime rastlanmaz. 

Bu demektir ki vahyin kabu­lüne göre, İslam'ın şartları Kur'an'daki 

buy­rukların tamamıdır. 


Namaz kılmak, oruç tutmak 

İs­lam'ın şartıdır da yalan söylememek, çalışmak, yetim hakkı yememek, kamunun haklarına tecavüzde bulun­mamak, cana kıymamak, zina etmemek, gıybetten uzak durmak... İslam'ın şartları değil midir?


Elbetteki bunların tümü İslam'ın şartlarıdır. 

Bazı ke­simlerin, kendilerinde bulunan değerleri İslam'ın 

gös­tergesi sayıp ötekileri olmasa da olur türünden kabuller olarak değerlendirmeleri inandırıcı değildir.


İslam tüm insanlığa hitap eder. 

O halde, Kur'an'ın hayata sokmak istediği değerlerden kim daha fazlasına işlerlik kazandırıyorsa İslam'da önde olmak da onun hakkıdır. 

Böyle baktığınızda, günümüz dünyasında ye­niden bir "islam ülkeleri ve Müslüman kitleler" tanımlaması yapmak gerekecektir. 


Yüzlerce değerden oluşan İslam'ın, sadece beş değerini yaşayıp yaşatan top­lumlar "İslam dünyası" patentini ellerinde tutma hakkına neden ve nasıl sahip olabiliyor? 


Bunun sorgu­lanması Kur'an'ın insanoğlundan istediği davranışlardan biridir. 

Çünkü Kur'an'ın mesajı tüm insanlığa hitap eder.

O beş değer, "İslam'ın İŞARETLERİ" olarak 

adlandı­rılabilir. 

Çünkü onları yerine getirdiğini gördüğümüz insanlara ilk bakışta "Müslüman" deriz. 

Bunda garip bir yan yoktur. 

Ancak o "işaret" değerleri "şart" ola­rak nitelediğimizde bunun sonucu "ötekiler olmasa da olur"a çıkar ki, bu İslam'a iftira olur.


Bizim yapacağımız şudur: 

Kur'an'ı önümüze ko­yar, dikkatle okuruz. İnsandan istediklerini dikkatle not ederiz. Sonra dönüp dünyaya baka­rız: 

Hangi toplum bu değerlerin daha fazlasını hayatına sokmuşsa onun İslam'dan nasibinin daha çok olduğuna hükmederiz.


Bunu yaptığımızda karşımıza çıkacak tablo, gerçek­ten ürpertici olacaktır. 

Ama unutmayalım ki Kur'an'ı ciddiye almanın ilk adımı işte bunu yapmaktır. 

Çünkü akla kara, aldatanla aldanan, uyuyanla yürüyen ancak o ciddi işin yapılmasından sonra ortaya çıkar...

**********

KABİRLER

CEMETERIES

ألمقابر

Sh. 317-324)


Hz. Peygamber, İslam'ın ilk yıllarında me­zar ziyaretlerini yasaklamıştı. 

Çünkü ortam putpe­rest bir ortamdı. İnsanlar önlerine gelen şeye tapma, ön­lerine geleni ilah ilan etme eğilimi içindeydi. 

Ölüleri ilahlaştırma ise bu eğilimi en çok okşayan tutkulardan biriydi.

************

İnsanlık, ÖLÜLERİN İLAHLAŞTIRILMASI İLLETİNE, ESKİ YUNAN PANTEONU ile çok açık bir biçimde tanık olmuştur. 


Humanity has witnessed the MALICIOUSNESS OF THE DIVINATION OF THE DEAD very clearly with the ANCIENT GREEK PANTHEON. 


لقد شهدت الإنسانية بوضوح تأليه الموتى من خلال البانتيون اليوناني القديم.

**********

Yunan ilahlar panteonu, z a m a n içinde, ünlü-itibarlı Yunanlı ölülerin de ilavesiyle bir hayli büyümüştür. 

***********

Öte yandan, Asya'nın Şintoist kitleleri, ecdatlarının ölülerine tapmayı, onlardan medet ummayı bağımsız bir din haline getirmişlerdir.


The Shintoist masses of Asia have made worshipping their dead ancestors and seeking help from them an independent religion.


لقد حولت جماهير الشنتوية في آسيا عبادة موتى أسلافهم وطلب المساعدة منهم إلى ديانة مستقلة.

************

Hz. Peygamber bunları elbette ki biliyordu ve çok te­dirginlik içindeydi. 

Bu yüzden Müslümanlara kabir ziyaretini yasaklamıştı. 

Onları, atalarından aldıkları kirli şuuraltının etkisinden uzaklaştırması gerekiyordu.


Nitekim o uzaklaştırmanın vücut bulduğunu anladı­ğı, yani tevhitle terbiye gören sahabî neslinin beklenen kıvama geldiğini fark ettiği gün, koyduğu kabir ziyareti yasağını kaldırmış ve şöyle demiştir:

"Size, kabir ziyaretini yasaklamıştım; ama artık kabirleri ziyaret edebilirsiniz. Çünkü bu ziyaret size ölüm sonrasını hatırlatır."


Dikkat edilirse yasak kaldırılırken, çok evrensel ve hayatî bir noktanın altı çizilmiştir: 

*********

Kabirler sadece ve sadece ölümü ve ölüm ötesini hatırlamanın bir vesilesi olarak ziyaret edilecektir; başka hiçbir niyet ve amaçla değil.


Graves will be visited solely as a means of remembering death and the afterlife; for no other purpose or intention.


ولا تُزار القبور إلا لتذكر الموت والآخرة؛ وليس لأي غرض أو غرض آخر.

***********

Kısacası, kabirlere gidişin iki maksadı ola­bilir ve olmuştur: 

  • Ziyaret, 
  • ibadet. 

İslam, birin­ciyi (ziyareti) insancıl bir tavır görerek serbest bırak­mış; ikinciyi (ibadeti), putperestlik sayarak yasaklamış­tır.

Kur'an, kabir ziyaretini putperest bir tutkunun eleşti­rilmesi bağlamında gündeme getirmiştir. 

Bu tutku, mal ve evlat çoğaltma yarışına girme, bu yarışla övünme an­lamındaki "tekâsür"dür. 

Aynı adı taşıyan 102. surede tekâsür, insanlığın sapmalarından biri olarak göste­rilmiş ve şiddetle kınanmıştır. 

Tekâsürün uzantıların­dan biri de kabirleri ziyaret ederek oradaki ölüleri sayıp çokluk belgesi olarak kullanmaya kalkmaktır. 

Aynen şöyle deniyor: 

“Aldatıp oyaladı o çokluk yarışı sizleri, öyle ki ziyaret edip saydınız kabirle­ri..."(Tekâsür, 1-2)

Şöyle veya böyle, Kur'an kabir ziyaretiyle ilgili saptamasını olumsuz yönde bir saptama olarak ortaya koymuştur.


BİD'ATLAR, HURAFELER

**********

Kabirleri kutsallaştırmak, mabetleştirmek, dilek kapısı yapmak (türbeperestlik):


To sanctify graves, to turn them into temples, to make them places for wishes (shrine worshipping):


تقديس القبور، وتحويلها إلى معابد، وجعلها أبواب أمنيات (عبادة المزارات)

*********

Kabirler konusunun en büyük yıkımı bu noktada or­taya çıkmaktadır. İnsanlık ilk günden beri, büyük tanıdığı kişilerin kabirlerini kutsallaştırıp dileklerin kabu­lüne araç yapmış, hatta kabirlere doğrudan tapma illeti­ne tutulmuştur. 

Bu illetin ilk işlediği alan, peygamber kabirleri oldu. 

Kabri bilinmeyen peygamberlere kabir icat edilmiştir. 

O yapılamamışsa, peygamberin vekili ve temsilcisi gibi gördükleri (öyle ilan ettikleri) kişilerin kabirleri kutsallaştırılmıştır.

Bu kutsallaştırmanın ilk göstergesi peygamberlerin ölmedikleri, cesetlerini toprağın yiyemeyeceği, onların toprak altında hep diri kaldıkları vs. uydurmalarıdır. 

Bu sözlerin tümü Kur'an dışıdır. 

İşin, tevhid gerçeğine uy­gun yapısı şudur: 

Son Peygamber de dahil tüm nebiler beşerdir, hepsi ölümlüdür ve hepsi de ölmüştür. Bunun böyle olması, sünnetullah denen tabiat yasalarının gere­ ğidir. Sünnetullah ne değişir, ne bozulur, (bk. Ahzâb, 62; Fâtır, 43; Fetih, 23) Kur'an son derece açık konuşuyor:

"Her benlik ölümü tadacaktır.1 1 (Ali İmran, 185; Enbiya, 35) Son Peygamber'e hitap şudur: "Hiç kuş­ kusuz, sen de öleceksin, onlar da ölecekler." (Zümer, 30)

Şu halde hiçbir peygamber kabrinde diri veya cesedi bozulmamış olamaz. Böyle bir şey varlık yasalarına, vahyin ilkelerine terstir. Böyle bir inancı taşımak Kur'­ an dışıdır.


Kabirperestlik, tevhit inancının maruz kaldığı ve ka­ lacağı en tehlikeli belalardan biri olduğu içindir ki, Hz. Muhammed'in bu belaya karşı sert uyarılarına tanık oluyoruz. O, çok az kullandığı laneti, peygamber kabirlerini mabetleştirenlere, bayram mera­ simleri için araç yapanlara göndermekte hiç duraksamamıştır. (bk. Süyûtî; el-Emr bi'l-İttiba', 36- 47) Daha ilginci ve ürperticisi şudur: Onun, bu âlemden ayrılmadan önceki son sözünün şu hadis olduğu en titiz hadis kritikçileri tarafından kaydedilmektedir: " Ş u n u bilin ki, insanların en şerlisi peygamberleri­ nin kabirlerini mabetleştirenlerdir." 

(Elbânî; el-Ahâdîs es-Sahîha, 3/124) Bu hadisin B e y h a k î (ölm. 458/1065)deki şekli şöyledir: 

“Hz. Peygamber'in ağzın­ dan çıkan son söz şudur: 'Allah, Yahudi ve 

Hristi- yanların canını alsın, çünkü onlar nebilerinin kabirlerini mabetleştirdiler." (Beyhakî; Delâi- lü'n-Nübüvve, 7/204)

Şu sözler de Peygamberimizindir: "İnsanların en kötüleri, kıyamet koptuğu sırada hayatta olan­ larla mezarları mabetleştirenlerdir." Ve: "Allahım! Mezarımı, tapılan bir puta dönüştürme!. Ali a hin gazabı, nebilerinin mezarlarını mabet­leştirenlere çok şiddetli olacaktır." Ve. "Mezarımı şölen yerine döndürmeyin!" (Bu hadisler için bk. İbn Teymiye; el-Furkan, 140)

********

Kabre açıkça tapmak.

Openly worshipping the grave. 

عبادة القبر علناً

*******

* Kabri veya içinde yatanı Allah ile kul arasında aracı kabul etmek:

Accepting the grave or the person lying in it as an intermediary between Allah and the servant:

قبول القبر أو من فيه واسطة بين الله والعبد:

*********

Tasavvuf-tarîkat geleneğinde, özellikle Nakşî çevre­lerde kabirlere yapılan rabıta bu ikinci türdendir ve te’vilsiz bir putperestlik kalıntısıdır.

************

Kabirlere dilek ve nasip için bez-iplik bağlamak, mum-lamba yakmak, abdest malzemesi, tespih, havlu vs. koymak.

Tying cloth and thread to the graves for wishes and blessings, lighting candles and lamps, placing ablution materials, prayer beads, towels, etc.

ربط القماش والخيط على القبور للتمنيات والتبريكات، وإضاءة الشموع والمصابيح وأدوات الوضوء والمسابح والمناشف وغيرها. لوضع.

***********

Falan veya filan türbenin şu veya bu dileğin yerine gelmesinde, şu veya bu hastalığın giderilmesinde çare olduğunu düşünmek...

To think that this or that shrine is a remedy for fulfilling this or that wish, or curing this or that disease...

معتقدًا أن هذا الضريح أو ذاك هو علاج لتحقيق هذه الرغبة أو تلك، أو علاج هذا المرض أو ذاك...

*********

Rüya yoluyla mezar keşfetmek:

Exploring a grave through a dream:

استكشاف القبر من خلال الأحلام:

**********

Bazı seçkin kişilerin gördükleri söylenen rüyalarla bazı ünlü kişilerin bilinmeyen mezarlarının yerlerinin belirlenmesi de kabirleri mabetleştirmenin bir uzantısıdır. İslam dünyası genelinde örneği çok olan bu türün ülkemizde en ünlü örneği İstanbul'daki Eyüp Sultan Türbesi'dir. 

Söylentiye göre bu türbe, ünlü Osmanlı sûfîsi Akşemseddin (ölm. 863/1459) tarafından rüya veya ilham yoluyla keşfedilmiştir. 

Ve o günden sonra bu türbe hiç tereddütsüz Ebu Eyyûb el-Ensârî (ölm. 51/671)nin türbesi olarak benimsenmiş ve "Eyüp Sul­tan" adıyla mabetleştirilmiştir.

Bu noktada iki islamdışılığının altını çizmek gereki­yor: 

Birincisi, kabir mabetleştirmedir ki, ona değindik. 

İkincisi, ilham ve rüyanın herkesi bağlayan bir kanıt olarak devreye sokulmasıdır ki, İslam inancına açıkça aykırıdır. 

Çünkü İslam inanç sisteminin temel kabulle­rinden biri şudur: 

“İlham ve rüyalar ilim sebeple­rinden sayılamaz." 

İslam inanç manifestosunun bu ifadesinin bugünkü dille açık anlamı şöyle verilebilir: 

Hiç kimsenin ilhamı ve rüyası, başkalarını bağlayan bir kanıt niteliği taşımaz.

Bunlar, akait kitaplarına yazılmıştır ama, asırlardır bunların tam tersi hayata girmiş ve dinleşmiştir. 

Anado­lu'nun birçok yerindeki evliya, hızır vs. türbesinin durumu işte bu yolla belirlenmiştir. 

Fıkıh bilgini E b u Şâme'ye göre, tüm bunlar şirkin bir uzantısıdır. 

Bu tür türbelerin tümünün tevhid inancı adına yıkılması gere­kir, (bk. Ebu Şâme; el-Bâis, 101-104)

Türk illerindeki hemen her caminin bitişiğinde veya avlusunda bir veya birkaç ünlü kişinin " t ü r b e " adı verilen mezarı vardır. 

Bunun anlamı nedir? 

İslam'ın hangi buyruğu, mabetlerin bitişiğine kabirler yerleşti­rilmesini gerektirmektedir?

Kur'an ve sünnetten bizim, en küçük bir kuşkuya düşmeden çıkardığımız şudur: 

Yanına-yöresine bu tip kabirler yerleştirilen cami ve mescitlerde dinen namaz kılmak caiz değildir. 

Ve doğrusu biz, bu Kur'an gerçeğini fark edeliden beri bu tip cami­lerde namaz kılmamaktayız. 

Eğer namaz tevhid dininin ibadetiyse onun tevhid ilkelerine uygun inşa edilmiş yer­lerde kılınması gerekir. 

Aksi halde hem tevhidi hem de Şintoizm'i memnun etmek gibi bir tutarsızlık sergilen­miş olur.


Kabirler üzerine Kur'an ayetleri ve tanrısal adlar yazmak:


Bid'atlara karşı mücadelesiyle tanınan ünlü fıkıhçı Türkmânî'ye göre bu tür davranışlar en azından bid'at­tır. (Türkmânî, 1/215)

Eğer kabir üzerine yazılan ayetlerden ölülere cennet, dirilere yarar sağlamak gibi sonuçlar bekleniyorsa o zaman iş bid'at olmaktan çıkar, şirke girer. 

Çünkü bu durumda, Allah'a ait özellikler, Kur'an ayetlerine 

ve­rilmekte ve Kur'an, Allah'a ortak edilmiş olmaktadır.

Allah'a ortaklık söz konusu olduğunda bunun aracının Kur'an olması hiçbir şeyi değiştirmez; 

şirk, şirktir.


Kabirler üzerine Kur'an okumak veya okutmak:


Bu da en azından bid'attır. 

Ünlü Osmanlı fakıhı İbn Abidîn (ölm. 1836) böyle bir şeyin en azından mekruh olduğunu söylemektedir. Ona göre, böyle bir şeyi vasiyet etmiş olanın bu vasiyeti geçersiz sayılmalı ve yerine ge­tirilmemelidir, (bk. İbn Abidîn; Resâil, 7. Risale, 1/168)


Kabir azabının kabir çukurunda meydana geleceğine inanmak:


Kabir azabı deyimi bazı hadislerde geçmektedir. 

O hadislerin sağlam olduğunu var saysak bile bu, hiçbir zaman ölen insanın gömüldüğü yerde azap göreceği an­ ilamına gelmez. 

İşi bu şekle sokmak, tevhid mantığından ve Kur'an ölçülerinden uzaklaşmak olur.

Kabir hayatı ve kabir âlemi tâbiri, dünya ile âhiret arası âlem demek olan berzah âlemi serüveni için kullanılır. 

Berzah, âhiret ile dünya arasını ayıran orta âlemin adıdır. 

Berzah, sözlük itibarıyla, ortaya giren, arada olan şey demektir. Kur'an da bu kelimeyi bu an­lamda kullanmıştır, (bk. Müminûn, 100; Rahman, 20; Furkan, 53)

Ölen insanın ruhu berzah âlemine geçmekte ve kı­yamete kadar orada, cennet veya cehennem ehli oluşuna uygun bir devre geçirmektedir. 

Ruhun tekrar dünyaya dönmesi ve yeni bir bedene girmesi olayı (reenkarnasyon) da (eğer varsa) bu berzah âlemi ile dünya arası bir

olaydır.

Kıyamet ve âhiretle ilgisi yoktur. 

( B e r z a h ve berzah hayatı ile ilgili geniş bilgiler için bk. Veliyyullah Dehlevî; Hüccetullahi'l-Bâliğa

â l e m i Şah ve O z t ü r k ; Kur'an ve Sünnete Göre Tasavvuf)


İşte, din dilinde kabir azabı veya kabir hayatı denen şeyin esası budur. 

Hiçbir ölü, gömüldüğü bir-iki metrelik toprak mekânda azaba filan uğratılmaz. 

Azap veya ödülün, o toprak mekânla, oraya gömülen ve bir süre sonra çürüyüp dağılacak olan bedenle bir ilgisi yok­tur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder