11 Kasım 2024

27- İSLAM NASIL YOZLAŞTIRILDI?

Selam!

13.10.2024’ten beri, Yaşar Nuri Öztürk’ün “İSLAM NASIL YOZLAŞTIRILDI?” isimli değerli kitabından peyderpey (bölüm bölüm) paylaşımlar yapıyorum. 

Bugünkü de 27.ci paylaşımım. 

 Bu şekilde, hergün, birer ikişer bölüm halinde, işbu kitabın tamamını paylaşacağım inşaAllah.

Böylelikle, paylaşımlarımı düzenli takib edenler, okuyanlar Yaşar Nuri Öztürk hocanın bu değerli kitabından şunları okumuş ve öğrenmiş olacaklar ;

  • Kur’an’daki İslam’dan saparak, DİN diye benimsenmiş olan HURÂFELERİ ve BİD’ATLERİN neler olduğunu,
  • Bu hurâfeler ve bid’atler sebebiyle GÜZEL DÎNİMİZİN NASIL YOZLAŞTIRILDIĞINI,
  • Kur’an’ın Bakara 143’te “İşte böyle! Biz sizi, insanlar üstüne tanık olasınız, resul de sizin üstünüze tanık olsun diye, ORTA YOLU İZLEYEN BİR ÜMMET yaptık” dendiğini, 
  • amma ve lakin, bu ayette böyle denmesine rağmen,
  • Müslümanlar, hurâfelere ve bid’atlere dalarak dinlerini yozlaştırdıklarından ötürü 
  • “ORTA YOLU İZLEYEN BİR ÜMMET” olamadıklarının ve bu yüzden de,
  • insanlık âlemine NUMÛNE-İ İMTİSÂL (kendilerine uyulmaya ve örnek alınmaya lâyık kimselerolamadıklarının
  • HÜZÜNLÜ SERÜVENİNİ öğrenmiş olacaklar. 

Hepinize tekrar hüsn-i istifade dileğimle…

Abdullah Erdemli

İsviçre

*******

HOW HAS ISLAM BEEN CORRUPTED?

كيف تم تحريف وإفساد الإسلام؟

**********

İRTİDAT VE MÜRTEDLER

APOSTACY & APOSTATES

الإرتدات والمرتدين

(Sh. 307-314)


Dönmek, çevrilmek ve çevirmek anlamlarındaki redd (ألرد) sözcüğünden türeyen ridde (ألردة) ve irtidat (ألإرتدات) sözcükleri inançtan geriye dönüş anlamında kullanılır. 

Râgıb el-Isfahânî bu sözcüğün, ric'at (ألرجعة) ve rücu' (ألرجوع) ile eşanlamlı olduğunu söy­lemektedir, 

(bk. Râgıb, redd mad.)


Kur'ansal bir terim olarak irtidat, İslam dinin­den geri dönüp başka bir dine girmeye veya dinsiz kalmaya denmektedir.


İrtidat edene mürted denir. 

Hz. Peygamber'in ölü­münden hemen sonra Müslüman toplumun başına geçen Ebu Bekir (ölm. 13/634) döneminde, özellikle zekât yani vergi vermemek için çıkarılan kitlesel isyanlara tanık olmaktayız. İslam tarihinde bu olaylara r i d d e olaylarıdenmektedir. 


İslam tarihçileri bu olayları bir "inançtan sapma" olarak gösterirlerse de, bizce bunlar, inanç eksenli olaylar olmaktan çok, ekonomik-vergi ek­senli olaylardır. 

Sonraki zamanların siyasal-yönetsel güçleri her türlü karşı çıkışı bir "imandan sapma" olarak damgalayıp rahatlıkla mahkûm etmek için, tü­münü inanç eksenli gösterme yoluna gittiler.


Şunu göz ardı edemeyiz: 

Tarih boyunca irtidat diye damgalanan pek çok olay, aslında siyasal yönetime baş kaldırı veya siyasal iktidara yürüyen ekipleri rahatsız etme olayıdır ki temelinde ya ekonomik dengesizlik, ya emeğin sömürülmesi, yahut da siyasal hesaplaşma yatar.


Bunun yanında, İslam imanından geri dönüş olayla­rı da elbette olmuştur.


İrtidat konusunda en büyük saptırma, mürtede ölüm cezası uygulamanın DİNLEŞTİRİLMESİDİR. 


Ridde olayla­rında, bu DİNLEŞTİRİLEN CEZALAR içinde, ne yazık ki DİRİ DİRİ YAKMA uygulamaları vardır. 

İlk ha­life Ebu Bekir, ridde isyancılarından bazılarını YAKTIRARAK ÖLDÜRMÜŞTÜR. 


İslam fıkhında önemli bir yer tutan ve bizim sürekli eleştirdiğimiz ta'zîr (تعزير) kavram ve 

kuru­munun ilk ve en dikkat çekici uygulaması da işte budur, 

(bk. Behnesî; et-Ta'zîr fı'l-İslam, 103-104)


İrtidat, tarih boyunca, devlete hainlikle atbaşı gitmiş­tir. 


Mürtedlerin büyük çoğunluğu yabancı devlet ve top­lumların ajanı olarak çalışmış, kendi ülkelerine, yahut da egemen saltanata bir şekilde zarar veren faaliyetler içinde olmuşlardır. 


Başka bir deyişle, fıkıh tarihinin bir "iman meselesi" gibi tanıttığı irtidat olaylarının esası, devlete hıyanet ve casusluktur. 


Kur'an'ın; Ehlikitab’ın (Yahûdîlerin ve Hristiyanların) Müslümanları dinlerinden döndürmek (irtidat ettirmek) için gayret göstereceklerini, BUNU YÜREKTEN İSTEDİKLERİNİ bildiren ayetleri, irtidat konusunun bir devletlera­rası yıpratma faaliyeti olarak kullanılacağı­nın işaretlerini taşımaktadır, 

(bk. Bakara, 109, 217; Âli İmran, 100) 

Bu bir zaman dincilik adına kullanılır, başka bir zaman dinsizlik adına...

Mürted olarak damgalanan kişiler bir zaman devleti korumak adına cezalandırılır, başka bir zaman devleti yıkmak adına...

Klasik devirde, irtidat olaylarının bir şekilde ülkeye ve devlete karşı faaliyetlerle birlikte görülmesi bu “suç"tan kaynaklanan tahriplerin etkisiz kılınması için, faillere ağır cezalar verilmesini kaçınılmaz kılmıştır. 

Ama öyle zamanlar olmuştur ki irtidat suçlama­sı, alışılanın tam tersine, devleti yıkmak isteyenlerin kullandıkları bir araca dönüşmüştür. Kur'an'ın irtidat edenler için maddî yaptırım DÜZENLEMEMESİ sebepsiz de­ğildir. 

Belli ki bu konu, sürekli bir biçimde siyasal amaçlara araç yapılacaktır.

Anlaşılan o ki irtidat bir yanıyla bir "büyük günah", öbür yanıyla da bir büyük suç olmaktadır. 

Geleneksel anlayış, irtidadın günah yanını unutmuş, suç yanını öne çıkarmıştır. 

Ceza Kur'an'ın esas aldığı espri içinde ve­rilmemiş, devletler hukuku ilkelerine göre verilmiştir. 


Ama gerekçe daima din yapılmıştır.

Sapma ve saptırma da buradadır. 


Cezanın haklılığı başka bir şeydir, cezanın dayandırıldığı hukuk ilke ve esprisi başka bir şeydir.


islam fıkhında mürtedlere tartışmasız ölüm cezası verilmiştir. 

Öldürülürler, mallarına el konur. Dahası, mürtedler kanı helal ilan edilmiş suçlu­lardır. 

Bulan bulduğu yerde öldürür. 

Ve cinayetten suçlanmaz.


Mürtedi öldürenin CEZALANDIRILMAMASI, İslam'a 

bu­laştırılan insan hakkı ihlallerinin en zalimlerinden bi­ridir. 


Ve ne yazık ki bu Kur'an dışı zulüm, tüm mezheblerin oybirliği ile onaylanmıştır. 

(Süfyan es-Sevrî'ye isnat edilen farklı bir görüş için bk. Kal'aci; Fıkhu's- Sevrî; 416)

Bu oybirliğine göre, mürtedi öldüren bir insa­na ne kısas uygulanır, ne de tazminat hükümleri... 

O sadece ta'zîr edilir, yani yönetim gerekli görürse caydı­rıcı bir ceza ile cezalandırılır.


Hz. Ali'nin de mürtedlerin boynunu vurdurduğu yo­lunda rivayetler vardır. 

(Örnek olarak bk. İbn Hem­mâm, 6/104 vd. 10/339) 

Birinci halife Ebu Bekir'in ridde olayında bazı mürtedleri yaktırarak idam ettirdiği bilinmektedir. 

Ebu Bekir'in eşcinsellikten suçlu bazı ki­şileri de yaktırarak öldürttüğü kayıtlara geçmiştir. 

Eşccinseller; Abdullah b. Zübeyr ve Hişâm b. Abdülmelik tarafından da yakılarak katledilmiştir, 

(bk. Behnesî, 103-104)


Olaya devletler hukuku ve devlete hıyanet açısından baktığımızda mürtedin idamı bir zorunluluk olarak gö­rülebilir. 

Burada saptırma diye nitelenecek olan, cezala­rın devlete hıyanet, casusluk, vs. gibi gerekçelere dayan­dırılmak yerine, din emri olarak gösterilmesidir. 


Oysaki irtidadı bir düşüş, sefillik, hüsran olarak gören Kur'an, mürtedin cezasını Allah'ın cehennemle vereceğini bil­dirmekte, fakat hiçbir maddî yaptırım getirmemektedir. 

Şöyle deniyor: "İçinizden kim irtidat edip dinin­den döner de kâfir olarak ölürse böylelerinin amelleri dünyada da âhirette de boşa gitmiştir. Ateş ehlidir onlar, sürekli kalacaklardır ora­da." (Bakara, 217)

Ayetten açıkça anlaşılan şudur: İrtidat eden, o hal üzere kalıp kâfir olarak ölürse (öldürülürse denmiyor) sonsuza kadar cehennemi boylar. Daha önce yaptığı hiçbir amel ve ibadet onu kurtaramaz. 

Ama tüm bu cezalar âhiret hayatında Allah tarafından uygulanır. 

Dünyada, insan tarafından uygulanacak her­ hangi bir ceza söz konusu değildir. 

Ayette "ölürse" den­mesi öldürülemeyeceğini ve imana dönme ümidinin var olduğunu gösterir.

Kur'an'ın irtidat olayına bu bakışı, onun B a k a r a 256'da gündeme getirdiği "Dinde baskı ve zorlama

y o k t u r " ilkesinin de zorunlu bir sonucudur. 

Baskı ve zorlama yoksa, isteyen dine girer, isteyen de dinden çıkar... 

Elbette ki sonuçlarına boyun eğmek koşuluyla... 

Kur'an, dine girişin sonuçlarını gösterdiği gibi dinden çıkışın sonuç­larını da göstermiştir... 


Çıkışın sonuçlarını belirlemede birilerinin yetki kullanmaları, Kur'an'ın din anlayışı açısından, Allah'ın haklarına tecavüzdür...

 

İrtidadı cezalandırmanın DİNLEŞTİRİLMESİ, yeni za­manlarda bir tür "İslam engizisyonu" doğurmuştur. 


İdeolojiye dönüştürülerek siyasallaştırılan İs­lam, din üzerinden siyaset yapanların, siyasal rakiplerini (bu bazan bizzat devlet olabilmekte­dir) etkisiz kılmak veya ortadan kaldırmak için irtidat kavram ve kurumunu 

kullanmala­rına zemin hazırlamıştır.


Bu siyaset şöyle yürütülmektedir: 


Önce ülke dârül­harp ilan edilmekte, bunun uzantısı olarak d e v l e t kâfir olarak damgalanmaktadır. 

Bu durumda, ülkeyi ve devleti savunanlar otomatik bir biçimde kâfir (!) olmak­tadır. 

Eskiden Müslüman olan bu insanların sonradan kâfirleşmeleri onların irtidat etmiş olmaları demektir. 

Sonuç, din üzerinden siyaset yapan ve dinle si­yasetlerini eşitleyen grupların hasımlarını mürted ilan etmeleridir.


Bu noktaya varıldığında iktidarın el değiştirmesi gündeme gelir. 

Dinci siyaset lehine el değiştirmede iki ihtimal söz konusudur: 

1. Kansız el değiştirme, 

2. Kanlı el değiştirme. 

Kansız el değiştirme gerçekle­şirse, dinci siyasete daha önce problem çıkarmış olanlar, baştan verilmiş irtidat fetvalarına uygun olarak ortadan kaldırılır. 

Problem çıkarmamış olanlarsa teslimiyetle­rini ilan edip yeni sisteme boyun eğerek yaşamaya de­vam ederler.


Çok teorik gibi görülebilecek bu değerlendirme, tam aksine, hepimizin yaşadığı olaylarla kanıtlanmış serü­venlerin değerlendirilmesiyle vücut bulmuştur. 

Serüve­nin elle tutulur biçimde yaşandığı ülkelerden biri de Türkiye'dir. 

Yakın yıllarda, din üzerinden siyaset ya­panların iktidar mücadelesi, yöntemi ve tavrı bakımın­dan, şurada özetlediğimiz anlayışa tamamen uygun ola­rak gelişmiş, ama hedefine varamadan kırılıp aşılmış­tır.

Bu ülkede yaşayan herkesin ama özellikle siyasetle az veya çok ilgisi olanların anımsamaları gerekir: 


1970'li yıllardan sonra ülkede dinle kendileri­ni eşitleyen zümreler türedi. 

Bunlar, Allah'ın bir tür belgeli temsilcileri gibi faaliyet göstererek toplumu şu aşamalardan geçen 

operasyon­lara maruz bıraktılar:


1. Müslüman olmak başka, iyi veya en iyi Müslüman olmak başkadır.

2. En iyi Müslüman biziz, iyi Müslüman ol­mak için bize yakın olmak gerekir, aksi halde iyi Müslüman olmamakla itham edilirsiniz.

3. Dini bizim gibi anlamaz iseniz, günaha girersiniz. Sizi günahkâr ilan ederiz.

4. Dini bizim gibi anlamaz iseniz sizi cehen­nemlik ilan ederiz.

5. Dini bizim gibi anlamaz iseniz sizi, din­den taviz vermek, dini zamana-düzene uydur­mak, hatta dine karşı çıkmakla itham ederiz.

6. iyi Müslüman olmak için ibadet vs. yet­mez. Dinin benimsemeyeceği şeylere karşı çık­mak gerekir.

7. Dinin kabul etmeyeceği şeylere karşı çıkışın yol ve yöntemini biz biliriz.

8. Dinin kabul etmeyeceği şeyleri oluşturan, savunan ve koruyan, bugünkü devlet sistemi ve onun siyasal iktidarlarıdır. O halde, dinin ya­nında yer alanların bu sisteme ve bu siyasetçi­lere karşı çıkmaları gerekir. Aksi halde, küfre rıza göstermiş olurlar; Müslümanlıkları kuru bir iddiadan ibaret kalır.

9. Devletin, dinin kabul etmeyeceği şeyleri koruma ve geliştirme zulmü, ülkeyi dârülharb yapmıştır.

10. Dârülharb olan bir ülkede Müslümanlık olmaz, İslam'ın hiçbir buyruğu yaşanmaz. Böyle bir ülkede Müslüman'ın tek görevi vardır: Sistemle ve devletle savaşmak.

11. Ülkenin dârülharblikten çıkıp dârülis­ çlam olması için bu sisteme ve onun savunucu­larına savaş açmış bulunuyoruz. Bu savaşa 

ka­tılıp katılmama, İslam'ın içinde olup olmama­nın şaşmaz göstergesidir. Bu savaşla biz bu sis­temi ve savunucularını "önce sarsacağız, sonra da yıkacağız!" Bizim yanımızda yer almayan­lar dinden çıkmış sayılırlar, yani mürted olur­lar.

12. Eğer sisteme hizmet yani irtidat durduru­lup yönetim dârülislam savaşçılarına gönül rı­zasıyla teslim edilmezse iktidarı kanla elde ederiz.

Ülkenin ve devletin uçurum kenarına getirildiği aşama bu 12. aşamadadır. 

Ülkenin ve kitlenin geleceği­ni tehlikede gören ve kendilerini bu tehlikeyi aşmakla görevli bilen güçler işte bu aşamada devreye girmiş ve din üzerinden siyasal iktidar elde etmeye çalışan kadro­lar etkisiz kılınmıştır.

Bu ağır faturalı serüvenden geleceğe yönelik olarak çıkarmamız gereken bazı dersler vardır. 

Bu derslerin en önemlileri bize göre, şu ikisidir:

1. Bir ülkede, birileri "iyi-kötü" veya "iyi-en iyi" Müslüman ayrımı yapıp bunun göstergesi olarak da kendilerini ve zihniyetlerini öne çıkarma eğilimine girmişlerse din üzerinden ik­tidar süreci başlamış veya başlama noktasına gelmiş demektir.

2. Bir ülkede, birtakım kadrolar, her gün bi­rilerini, özellikle dinde otorite konumuna gel­miş ama bölücülük ve devlet düşmanlığına 

bu­laşmamış ilahiyatçıları "kâfir, zındık, cehen­nemlik, din tahripçisi, dinde reformcu..." ilan etmeye başlamışlarsa, din üzerinden siyaset odakları iktidarı ele geçirmek üzere kana baş­vurma kararı almışlar demektir. 

Çünkü işaret ettiğimiz tavır, siyasal hasımların mürted ilan edilmeleri sürecine geçildiğinin, bunun arkasından da kanlı kıyamın geleceğinin gösterge­sidir. 

Başka bir deyişle o kılıf bu minare ça­lınsın diye hazırlanır.


Özetlersek: İrtidat ve mürted kavramları, ALLAH İLE ALDATMA OYUNUNDA siyasal hasımları yıpratma araçları­nın en hassaslarından biridir...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder