08 Kasım 2024

24- İSLAM NASIL YOZLAŞTIRILDI?

İCMA' - ألإجماع - Consensus

(Sh. 277-286)


Toplamak, bir araya getirmek anlamındaki cem'- جمع kökünden türeyen icma'kelime anlamıyla azmetmek, bir noktada birleşmek veya birleştirmek de­mektir.Günümüz Türkçesinde bu anlamda daha çok Batı'dan alınan konsensüs sözcüğü kullanılmaktadır.


Fıkıh usulü dediğimiz metodolojinin bir terimi ola­rak icma'

“Hz. Muhammed’den sonraki herhangi bir yüzyılda Müslüman müçtehitlerin bir mese­leye ilişkin dinsel bir hükümde birleşmeleri" olarak tanımlanır, 

(bk. Hallâf, 225)


Tanımın akla ilk getirdiği şey şudur: 

icma', ya­pıldığı yüzyıl değişince, yeniden ele alınacak ve büyük ihtimalle değişecek olaylar ve mesele­ler için geçerli bir demokratik mekanizmadır. 


Fakat ne yazık ki ;

Bu tanımı koyan düşüncenin mirasçısı olan kuşaklar ve toplumlar, birçok yüzyıl geçtiği halde icma' edilmiş konuların herhangi birine dokunmamış, tam aksine, do­kunmayı yasaklamıştır. 


İcma', gerçek tanımı­nın tam aksine, "Müslümanların herhangi bir yüzyılda üzerinde ittifak ettikleri bir mesele­nin BİR DAHA TARTIŞMAYA VE DEĞERLENDİRMEYE ALINMAMASI" şeklinde tanımlanması gereken bir mekanizma oluvermiştir.


İcma' İslam fıkıh ekollerinin tamamına yakını tara­fından dinsel delillerin (edille-i şer'iye - الأدلة الشرعية - Sources of islamic jurisprudence) kaynakların­dan biri sayılmaktadır.


BİD'ATLAR, HURAFELER


İcma'ı dinin temel kaynaklarından biri kabul etmek:

*************

Koyucusu ve kurucusu Allah olan bir dinde, beşerî bir kurumu tanrısal kitapla aynı kategoride görmek, Kur'­an'ın din anlayışına terstir

وفي دين مؤسسه ومنزله الله، فإن رؤية مؤسسة بشرية في نفس فئة الكتاب الإلهي تتعارض مع فهم القرآن للدين.

In a religion whose founder and revealer is God, seeing a human institution in the same category as the divine book contradicts the Qur’an’s understanding of religion.

********

Bu kabul, Kur'an'a değil, Hristiyan teolojideki konsil mantığına uymaktadır.

وهذا القبول لا يتفق مع القرآن، بل مع المنطق المجلسي في اللاهوت المسيحي.

This acceptance is not in accordance with the Quran, but with the councillary logic in Christian theology.

*********

İcma', değişmez din buyruğu anlamına gelmeyen gö­rüşleri tartışma ve değerlendirmede demokratik bir yön­tem olarak uygulanabilir. 

İcma'ın bu anlamda bir yön­tem olarak kabulüne katılırız, bir din kaynağı olarak kabulüne ise tevhide aykırı bularak karşı çıkarız.


İcma'ın, bir asırdaki İslam bilginlerinin tümünün görüşü olduğunu iddia etmek:


Bu iddia eşyanın ve insanın tabiatına aykırı olduğu gibi, tarihsel gerçeklere de tamamen aykırıdır. Aklî ve naklî hiçbir dayanağı yoktur. 

Bir dayatmadır.

İcma' dedikleri, en iyi ihtimalle çoğunluk görüşüdür. 

Söz konusu meselede her zaman en az bir-iki âlim dışta kalır ki bu, icma'ın tanımına aykırıdır. 

Çünkü o dışta kalanların görüşlerinin en iyi ve en isabetli görüş ol­madığını iddia etmemiz aklen ve naklen mümkün de­ğildir. 


Ve biz biliyoruz ki Kur'an, müminleri, sözü din­leyip de en iyisine uyanlar olarak tanıtıyor (bk. Zümer, 18); daha çok sayıda kafadan çıkan sözü dinleyenler olarak tanıtmıyor. 


Bunun içindir ki Ş â t ı b î gibi bazı büyük usulcüler (metodolojistler) icma'ın aklen ve naklen mümkün olmadığı kanaatine varmışlardır.


Ş â t ı b î ' y e göre, icma' naklen mümkün değildir; çünkü icma' ettikleri söylenen kişilerin tümünün bunu yaptıklarını mütevâtır (tarih açısından kesin) olarak nakledip ispatlamak imkânsız denecek kadar zordur. 


İcma' aklen de mümkün değildir, çünkü icma' edilen hususların kesin delile dayananları zaten nassa (vahyin verilerine) dayalıdır. 

Nassa dayalı olmayan tüm hususlar ise zannî yani sanıya dayalıdır. 

O halde i cm a ' d a tüm deliller zannîdir. 

Böyle olunca da icma'ın söz konusu olduğu yerde kesin kanıtın bağlayıcılığından söz edilemez. Sadece bir içtihattan söz edilebilir, (bk. Şâtıbî; Muvafakat, 2/50-51)

Fıkhın büyük isimlerinden biri olan İbn Hazm (ölm. 456/1063), el-İhkâm adlı eserinde bize bildiriyor ki, muhaddis İbn Hanbel (ölm. 241/855) icma'ın delil oldu­ğunu söylemenin de herhangi bir konuda icma' olabile­ceğini söylemenin de yalandan ibaret olduğunu öne sürmüştür. 

Eserinde bunu nakleden Hallâf, şunu da ekliyor: 

“Anlatılan anlamda herhangi bir asırda herhangi bir icma' olmuş mudur? 

Bu soruya verilecek cevap "Hayır!" olacaktır." 

(Hallâf, 230) 

Hallâf'a göre, geleneksel ulemanın icma' dediği şey, meselenin tartışıldığı sırada hükmü vere­cek olanın danıştığı birkaç kişinin çoğunlukla kabul ettikleri görüştür. 

O mekân ve o beldenin dışındaki İslam ulemasının bundan haberi bile yoktur... (s. 231)

İşte, gelenekçi ve taklitçi fıkıh odaklarının önce, "bir asırda İslam ulemasının ittifakı" diye benimsetip ardından "Dokunduğu konuda bir daha içtihat yapılamaz!" diye tanrısallaştırdıkları icma'ın esası budur.

Tanrısallaştırmak tâbiri bile az kalır! 


Çünkü Tanrı'nın zaman üstü kitabı bile kendini yoruma açmakta ve bilim sahiplerini yorum yapmaya özendirmektedir. 

Yani İslam adına, Kur'an ayetleri üzerinde sürekli bi­limsel faaliyet (içtihat) serbesttir ama, ulemanın "bir asırdaki ittifakı" (!) denen icma'ın belirlediği husus­larda içtihat yasaktır!

Biraz daha eleştirel bir bakışla gözlediğinizde şunu da görebilirsiniz: 

Üzerinde icma' var dedikleri 

ko­nuların büyük kısmında bilim ve fikir adam­ları konuşmamış, konuşamamış veya konuşturulmamıştır. 

Bu gerçeğin vücut verebileceği engeli yok etmek için bulunan yol da ilginçtir: 

Denmiştir ki icma' ille de bir konuda konuşup ittifak etmekle doğmaz; bilginler, susarak da icma'a katılabilirler. Konuşarak katılırlarsa bu açık icma' olur, susarak katılırlarsa bu da sükuti icma' yani susarak oy verme şeklinde olur.

Bir şekilde konuşturulmayan insanların bu susma­ları bir fikre katılmaları anlamında bilimsel kanıt ola­rak kullanılıyor... 

*********

Doğrusu, bu kurnazlığa engizisyon papazları bile şapka çıkarır... 

في الواقع، حتى كهنة محاكم التفتيش سوف يخلعون قبعاتهم أمام هذا المكر...

In fact, even the priests of the inquisition would take off their hats to this cunningness...

**********

Çağdaş Arap fakıh Hallâf, bu oyuna değinirken eleştiri getiriyor ama, fincancı katırlarını ürkütmemek için çok alt perdeden konuşu­yor


Onu dinleyelim: 

İcma'ın doğmasında, 

müctehidlerden susan olmuşsa onun susması ruhsal ve maddesel birtakım şartlar ve durumlar al­tında olmuş demektir. 

Bu şartları ve durumları sayıp dökmeye ve susmanın fikre katılma an­lamına geldiğini ispat etmeye imkân yoktur. 

Susan kimsenin fikri yoktur. 

Ona, herhangi bir konuda 'Katıldı!' veya 'Katılmadı!' şeklinde bir fikir isnat edilemez, icma' adı verilenlerin çoğu, işte bu şekilde, sükût yoluyla doğmuştur." 

(Hallâf, 232)

İcma' gerçek bir demokratik yöntem olarak uygulansaydı bilim ve düşünce hayatımızda hayırlı sonuçlar getirebilirdi; ama ne yazık ki bir manipülasyon ve Allah ile aldatma yöntemi olarak sahnelenmiştir. 

Ve bugün, Müslüman düşünürlerin başına dert, beyinlerine pranga olmaktadır.


İcma'ı bir otorite kurum kabul etmek:


Din adına otorite kişi ve kurum kabul etmediği için­dir ki, İslam ne din sınıfına izin vermiştir, ne din adamı diye bir tip tanıtmıştır, ne de din kisvesi kabul et­miştir. 


Bunlardan beklenebilecek her türlü üstünlük, yetki ve otoriteyi bir kavrama vermiştir: ilim...


Bu tutum dinler tarihinde sadece İslam'da görülmek­tedir. 

Ne yazık ki din otoritelerine, din sınıfı ve kıyafe­tine derin bir şuuraltı ile alışmış bulunan insanlık, Kur'an'ın bu ilk ve erişilmesi zor perspektifini bir şekilde dışlamak eğilimi içine girmiş, ancak buna açıkça karşı çıkamadığı için maskeli kurumlar kullanma yo­luna gitmiştir.


İşte icma' bu maskeli kurumlardan biridir. 


Dikkat edilsin, "ilim" denmemiştir. 

Çünkü ilim kaypaklık kabul etmez. 


İlkeleri ve kavramları delip istismara açık bir otorite yaratmak gerekirdi; yaratılmıştır: İcma'... 

Yerleşik şekliyle konsil...

Eğer, icma' konsil değil, bilim otoritesidir deniyorsa o zaman "İcma* ile belirlenen hususlarda bir daha içtihat yapılamaz!" dayatmasının olmaması gerekir.


Ulemanın icma'ı var demekle konsil kararı var demek arasında hangi farkın olduğunun açıklanması gerekir. 

Açıklama yapılmamıştır, yapılamaz da...


İcma'ın sadece dinsel konularda yapıldığını sanmak:


Bu iddia da doğru değildir. 

İcma' yapılan konuların bir kısmı, yaratılış, eşyanın tabiatı, bilimsel kanunlar vs. gibi tamamen aklın ve bilimsel analizin alanına ait konulardadır. 


Bu alanlar, varlığın kanunlarının işledi­ği alanlardır. 

Bu kanunlar, çoğunluk görüşüyle değil, varlığın bilimsel yöntemlerle incelenmesi sonucu keşfe­dilir. 

Bilimde demokrasi olmaz. 

Bilimsel ka­nunlar, oylamalarla değil, araştırmalarla bu­lunur.

Bilimde demokrasi olmaz, din koymada ise hiç olmaz. 

**********

Bilim, sünnetullaha (varlık yasalarına), din hükmullaha (Allah'ın hükmüne) dayanır. 

العلم مبني على قوانين الوجود (سنة الله)، والدين مبني على حكم الله.

Science is based on the laws of existence (Sunnatullah), religion is based on God's rule (Hukmullah). 

************

Bilimin kanunları ile dinin buyruklarını icma' ile koymaya kalkmak aklen bühtan, naklen şirktir. 

ومحاولة إقامة قوانين العلم وأحكام الدين بالإجماع هو افتراء فكري وشرك ساذج.

Attempting to establish the laws of science and the commandments of religion through consensus is slander by reason and polytheism by tradition.

***********

Kilise asırlarca bu suçu işleyerek dine de bilime de kötülük etmiştir. 

Ki­lise, bilimin kanunlarıyla dinin buyruklarını konsil kararlarıyla belirlemeye kalktı ve bu yüzden bilim de zarar gördü din de... 

بارتكاب هذه الجريمة على مدى قرون، ألحقت الكنيسة الضرر بالدين والعلم. 

حاولت الكنيسة تحديد قوانين العلم وأوامر الدين من خلال قرارات المجمع، ولهذا السبب تضرر كل من العلم والدين...

The church has been committing this crime for centuries, harming both religion and science. The church tried to determine the laws of science and the commands of religion with council decisions, and for this reason, science and religion were harmed...

**********

İcma', örneğin, yöneticiyi seçmede, yerleşim, istihdam, sanayi, ziraat, ticaret alanlarını ve yöntemlerini belirlemede bir demokratik yöntem olarak kullanılabilir. 


Çünkü bu alanlar zaman üstü ilkelerin alanı değildir. 


Ama bilimin kanunları, dinin buyrukla­rı evrensel ve zaman üstüdür; bir asrın ulemasının icma'ı ile belirlenemez. 

Böyle bir belirleme eşyanın doğasına aykırıdır.


Geleneksel-dayatmacı icma' anlayışının Müslüman­ları nerelere götürdüğüne ilginç bir örnek verelim: 


Bir din adamı kalkıyor, 20. yüzyılın sonunda "Dünya dö­nüyor diyen kâfir olur; çünkü ulemanın, dünyanın dönmediğine ilişkin icma'ı vardır." di­yebiliyor. 


Daha korkuncu, bu dediğini, bir üniversitenin rektörü sıfatıyla imza attığı bir kitapla bilimsel (!) yayın olarak dünyanın önüne çıkarıyor.


Bu iddia, Suudi Arabistan'ın şeyhülislamı sa­yılan Abdülaziz Bin Bâz'ındır. 

Sözü edilen eser de Bin Bâz'ın Medine İslam Üniversitesi yayınları arasında çıkan ve elimizde 1975'te yapılmış ikinci bas­kısı bulunan "el-Edilletü'n-Nakliyyetu ve'l-Hissiyye 'ala Cereyâni'ş-Şemsi ve Sükûni'l-Arzı ve İmkâni's-Su'ûdi ile'l-Kevâkib" adlı kitabıdır... 


Ki­tabın adının Türkçesi şu: "Güneşin Hareket Halin­de Olduğuna, Dünyanın Dönmediğine ve Geze­genlere Gitmenin Mümkün Olduğuna İlişkin Nakli ve Hissi Kanıtlar"


Büyük bir İslam ülkesinin en büyük din otoritesi ka­bul edilen Bin Bâz'ın bu eserde neyi amaçladığını, 

ya­pacağımız bazı aktarmalarla gösterelim ve İslam adına yüzyılın önünde nelerin sahnelendiği görelim. 

Diyor ki Bin Bâz:

"Dünya, gezegenler ve yıldızlar konusunda, bu işin uzmanları olan astronomi bilginlerine gelince, onların sözleri asla güvenilir kanıt değildir. Çünkü bu sözler, herhangi bir şer'î kurala değil, zan ve tahmine dayanır..." 

(Anı­lan eser, 11)


"Öte yandan, bir konuda İslam din bilginle­rinin icma'ı varsa o icma' hakkın ta kendisi olup aksi düşünülemez, tartışılamaz..." (Anılan eser, 13)


"Yüzyılımızın birçok yazarı ve öğretim üyesi arasında şu düşünce yayılmış bulunmak­tadır: 

Güneş sabittir, dünya döner. 

Bu konuda bana birçok soru soruldu ve sonunda konuyla ilgili kısa ve özlü bir eser yazarak okuyucuları bu sapık düşünceden uzaklaştırmak ve gerçeğe yöneltmek gerektiğine kanaat getirdim... 

Artık bundan sonra hâlâ "Dünya dönüyor' diyenlerin sözleri Allah'ı, Kur'an'ı ve Peygamber'i 

yalan­lamaya yönelik küfür ve sapıklıktan başka bir şey olmayacaktır. 

Allah'ı, Kur'an'ı ve Peygam­ber'i yalanlayanlar ise dinden çıkmış olurlar. 

Bunlara tövbe teklif edilir; dinleyip, tövbe eder­lerse ne alâ, etmezler ve eski düşüncelerini sürdürürlerse kâfir ve mürted olarak katledi­lirler. Geriye kalan malları-mülkleri de kamu hazinesine devredilir..." (Anılan eser, 23)


Suudî din otoritesinin din adına ortaya koyduğu bu tespitler ve verdiği fetva esas alınırsa, yaklaşık bir bu­çuk milyar insanın yaşadığı İslam dünyası nüfusunun tamamının katli vacip olmuş demektir. 

Çünkü, İslam ülkelerinde, şeyh Bin Bâz dışında dünyanın dönmedi­ğini iddia veya kabul eden bir tek kişi görmüş veya duymuş değiliz.


Şeyhin, dünyanın dönmediğine ilişkin naklî (dinsel rivayetlere dayalı) kanıtlarından sonra "kesin, sustu­rucu kanıt" olarak öne çıkardığı "hissî" yani duyum­lara, duygulara dayalı kanıtları da var. 

Bu kanıtlarının çoğu, göze hitap eden kanıtlardır.


Şimdi, Bin Bâz'ın, dünyanın dönmediğine ilişkin görsel kanıtlarını özetleyelim:


"Dünyanın döndüğüne ilişkin iddia, sadece dinsel nakiller açısından saçma olmakla kal­maz görsel kanıtlar ve gözlemler açısından da bir saçmalık olarak ortaya çıkar. Şöyle ki, Müslüman, kâfir tüm insanlar hiç aralıksız, güneşin akşam bir yerden battığını, sabahsa başka bir yerden doğduğunu görmektedirler. 

Bu insanlar yerkürenin de sürekli aynı yerde dur­duğunu görmektedirler. 

Görmektedirler ki ne beldeler yer değiştiriyor, ne dağlar... 

Eğer sa­pıklık içinde olanların söyledikleri gibi dünya dönseydi beldeler, dağlar, ağaçlar, nehirler, denizler sürekli yer değiştirir olacaktı. (Kur'an'ın, dağların yerinde durmayıp bulutlar gibi hareket ettiğini söyleyen ayeti için bk. Nemi, 88) Ve me­sela, kıble yer değiştirecekti... 

Neresinden ba­karsanız bakın, dünya dönüyor demek koca bir sapıklık ve saçmalıktır..." 

(Anılan eser, 23)


"Şöyle bir düşünün! Şu Mekke'deki ünlü Nur Dağı, şu Ebu Kubeys Tepesi, şu Medine'deki Uhud Dağı ve dünyanın diğer onca dağı... Bunların hangisi bugüne kadar yerini değiştir­di?... Böyle şey olabilir mi? 

Yalnız şu basit göz­lem bile 'Dünya dönüyor!' diyenlerin nasıl bir sapıklık içinde olduklarını göstermeye yeter!... 

(Anılan eser, 24)


Bin Bâz, "karşı çıkılmaz" (!) kanıtlarını böylece sıraladıktan sonra, dünyanın dönmediği konusunda ic­ma'ı olan eski din ulemamızın eserlerinden, özellikle tefsirlerden uzun uzun nakiller yaparak "cahil ve al­datılmış" insanlara ışık tutuyor (!) ve onların "Dünya d ö n ü y o r " iddiası gibi büyük bir küfürden kurtulup 

hi­dayete ermelerini istiyor...


Eserin son sayfaları, Şeyh'in fikrine katılmadığını söyleme cüretini gösteren bazı "aldatılmış ilim adamları"na cevap verip onları mürted olmaya götü­recek sapık yollarından döndürmeye ayrılmış... 

Ve bü­yük eserin hidayete erdirme uğruna yaptığı cihat nokta­lanmış...


1975 yılında Medine Üniversitesi yayını olarak ikinci baskısı yapılan bu büyük eserin (!) sonraki 25 yılı aşkın süre içinde kaç baskısının daha hidayet dağıttığı­nı (!) merak ediyoruz!...


Bir Kur'an mümini olarak bu kitapla ilgili kanımız şudur: 


Bu kitapta din, bilim ve Müslümanlar adına sergilenen facia, engizisyon kayıtların­da bile mevcut değildir.


Tam bu noktada, tarihin burasından, fikir çilesinin ünlülerinden biri olan Galile (ölm. 1642)yi rahmet ve saygıyla anıyoruz:


Anlaşılan o ki islam dünyasının icma'larının epey bir kısmı, birleşilmesi gereken konularda değil de karşı çıkılması gereken konularda oluşmuş: 


Bilimi ve tanrısal iradeyi saf dışı etmek için... 


Müslüman dünyanın felâket sebep­lerinden biri de bu olsa gerek!..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder