09 Kasım 2024

25- İSLAM NASIL YOZLAŞTIRILDI?

HOW HAS ISLAM BEEN CORRUPTED?

كيف تم تحريف وإفساد الإسلام؟

**********

İLHAM VE RÜYALAR

INSPIRATIONS AND DREAMS

الإلهامات والأحلام

(Sh. 287-295)

**********

Kur'an, peygamberliğin bittiğini ilan etmiştir. 

Bunun açık anlamlarından biri de artık hiç kimsenin " B a n a gökten buyruk indiriliyor, beni izleyin, söylediğimi yapın; yapmaz iseniz Allah'a karşı çıkmış olursunuz." iddiasıyla ortaya çıkamayacağı­dır. 


Bu gerçeği şu şekilde de ifadeye koyabiliriz: 


A r t ı k hiç kimse, Allah'tan güç aldığını söyleyerek başkaları üzerinde egemenlik, üstünlük kuramaz, hiçbir kişiyi veya toplumu Allah adına ve O'ndan alınmış bir yetkiyle yönetmeye kalka­maz.


Üstünlüğün göklerden, yukarıdan geldiği söylenebi­lecek dayanakları, Kur'an vahyinin tamamlanmasıyla sona ermiştir. 


İnsanın emek ve üretiminin ürünü olan bilgi, düşünce, hizmet ve takva (tanrısal ira­deye aykırı şeylerden sakınmak) dışında üstünlük belgesi yoktur ve olamaz.


Kur'an'ın omurga kabullerinden biri olan bu gerçek, muvahhid (tevhid ilkelerini esas alan) İslam bilginlerince erken bir devirde kurala bağlanmış ve inanç ma­nifestosunun içine yerleştirilmiştir. 


İlke şudur:

"İlham (ve rüya) ilim sebeplerinden değil­dir" 

(bk. Teftezânî; Şerhu Akâidi'n-Nesefî, 45-46)


Bunun ifade ettiği anlam bugünkü söyleyişle şudur: 

İlham ve rüya herkesi bağlayıcı genel kanıt ni­teliği taşımaz; sadece onları aldığını veya gör­düğünü söyleyen kişi için delil olabilir.

İlham ve rüyanın bağlayıcı-kesin bilgi olmadığını en güzel anlatan usulcülerden (metodolojistlerden) biri de Ebu İshak eş-Şâtıbî (ölm. 790/1388)dir. 

Din bilimleri metodolojisine ilişkin ünlü eseri el-Muvâfakat'ta ilim­leri kesin olup olmama bakımından üçe ayıran Şâtıbî, üzerinde olduğumuz konuda bize yarayacak şu bilgileri de vermektedir:


İlmin esasını, özünü oluşturan kısım (sulbu'l-ilm) kesin olan ve kesin ilkelere dayanan kısımdır. 

Gerçek ilim sahipleri işte bunun peşindedir. 

Güvene, üzerine hüküm kurmaya değer olan bilgi de budur.

İkinci kısımda, yine bilgi olmakla birlikte güvenilir ve kesin olmayan (bilimsellik düzeyine yükselmemiş olan) sübjektif bilgiler vardır. 

Bir de bu ikisinin dışında kalan bilgiler vardır.

Şâtıbî, rüyalarla, bazı seçkin kişilerin ilhamlarını ikinci kısım bilgi içinde görmekte ve onları bilim adına güvene layık bulmamaktadır. 

Şâtıbî'ye göre, bunlar, bun­lara sahip olan kişiye heyecan verebilir, onun içini ısı­tabilir, ona etki edebilir, ama başkalarını bağlayıcı kanıt olarak asla ileri sürülemez, 

(bk. Şâtıbî; Muvafakat, 1/81- 82)


Aksi düşünülür ve ilhamlarla rüyalara dayandırılan sübjektif " bilgiler" güvene layık görülürse ne peygam­berlik biter, ne de vahiy... 


Kendisine biraz itibar sağla­yan her kutsal sömürücü, açık veya örtülü bir biçimde peygamberlik taslamaya, açık veya örtülü bir biçimde Kur'an'a nazîre (benzer) yazmaya kalkabilir. 

Nitekim tarih boyunca hep böyle olmuştur. 

Allah, kitabında bir şey Söyler, bu "ilham tüccarları" başka bir şey söyler. 

Peygam­ber, ümmetine bir talimat verir, bu ilhamcılar başka bir talimat verir.

Bu tutuma yenik düşenler bazan kendilerine de yazık etmişlerdir. 

Çünkü aslında kıymetli sayılabilecek bazı üretimleri, ilham ve rüya vurgunculuğuna yeltenmeleri yüzünden layık olduğu itibarın altına düşebilmiştir. 


Bu bedavacı ve putlaştırıcı yola sapmak yerine, üretimlerini objektif ölçülere bağlı kalarak sunmuş olsalardı, hem ad­larını hem de âhiretlerini karartmamış olurlardı.

Ne yazık ki aksi bir yol tuttular. Daha çok yüceltile­lim derken daha aşağılara indiler. 

Ümmetin yolunu vurdular. 

Kitlelerin kaderini kararttılar, İslam'dan ışık ve aydınlık alacak toplumları bilgisizliğe, tabuculuğa, kişi putlaştırma illetine yenik düşürdüler.

İlham ve rüyalara güvenilir kanıt kimliği vermenin sonu, din hayatında birden çok tar­tışma üstü kişi ve birden çok tartışma üstü kitabın vücut bulmasıdır. 


Oysaki tevhid dininde tartışmasız kişi de tektir, tartışmasız kitap da... 


Bu ikisi birden fazla olduğu anda tevhid gider, şirk gelir.


Şirkin en şaşmaz ve saklanamaz belirtisi (ve belgesi) din içinde birden çok tartışma üstü kişi ve birden çok tartışma üstü kitabın varlı­ğıdır.

İslam'da, tartışma üstülük, kişi olarak Hz. Muhammed'in, kitap olarak da Kur'an'ındır. 

Bunların hiçbirinin ikincisi yoktur ve olamaz.

Ama ne yazık ki İslam ülkelerinde hayat, tarih bo­yunca bu tevhid ilkesinin dışında seyretmiş ve yüzlerce tartışılmaz kişi ve kitap vücut bulmuştur. 

Kur'an'ın bil­dirdiği gibi, bazıları bazılarını Allah'ın berisin­den rabler edinmiş (bk. Ali İmran, 64), din ve ümmet parsellenip gruplaşmış, her grup kendince kutsanan "dokunulmaz" kişinin ve kitabın ardına düşmüştür. 

Yani zübürcülük (mişnacılık) din haline gelmiştir. 

Ve her grup kendi mişnasıyla sevinip övünür olmuştur, 

(bk. Müminûn, 52-54)


Meslektaşlarımdan biri bir sohbette bana, dinci fırka­ların, pratikte efendilerini Peygamber'den, zübürlerini de Kur'an'dan üstün tuttuklarını söylediğinde buna itiraz etmiştim. 


Bunun üzerine, ülkemizde DİN BÖLÜCÜLÜĞÜNÜN KURUMLAŞMIŞ OCAKLARINDAN BİRİNİN önde gelen bir 

tem­silcsinden şu sözleri nakletti: 


“Efendi Hazretleri’nin risalelerini yeniden baskıya hazırlıyor­duk. Risalelerde geçen bazı ayet metinlerinin yanlış yazıldığını belirledik. Redaksiyonun başı olarak ben, bunları düzeltmeye başladım. Toplu halde şu itiraz yükseldi: 'Onlara dokun­ma, olduğu gibi kalsın. Eğer onlarda düzeltilecek bir şey olsaydı, onu Efendi Hazretleri dü­zeltirdi. Öyle yazılmasının elbette ki bir hik­meti vardır, sen sadece orada olanı yazıya ge­çir..."


Efendi Hazretleri'nin yüzlerce hurafe, uydurma ve Kur'andışılık taşıyan kendi sözlerinde düzeltme yap­maktan vazgeçtik, Kur'an ayetlerinin yazımindaki hata­larını düzeltme yoluna da gidemiyorsunuz.. 

Neden? 

Bir hikmeti varmış! 

Yani Efendi'ye o ayetlerin öyle yazılması "bildirilmiş"... O halde onlara dokunulamazmış...


Bu zübürcü zihniyet, son zamanlarda iyice şaşırmış olacak ki eleştiri adı altında iftira ve hakaret yağdırdığı kişileri incelemeye alırken Kur'an ve sünnete ilaveten bu zübürleri de ölçüt yapmaya başlamıştır. 


Ünlü bir ila­hiyat profesörüne ithamlarla dolu bir kitabın adı aynen şudur: 


“Kur'an, Sünnet ve Risale-i Nur'a Göre Falancanın Hataları" 


Demek oluyor ki, bunlara göre, İslam adına eleştiride üç kaynak esastır: 

Kur'an, sünnet, Risale-i Nur. 

İlk ikisi hepimizce bilinmekte, ka­bul edilmektedir; ama bu üçüncüsünün hangi dinin kay­nağı ve kriteri olduğunu doğrusu bilemiyoruz.


Din içi fırka-kliklerde aynen işleyen bu mantık (veya mantıksızlık), Müminûn Suresi 52-54. ayetlerde tanıtılan "bölüp parçalama" hastalığının ta kendisi­dir. 

Bu hastalık sadece bölüp parçalamaz, dokunulmaz kişi ve dokunulmaz kitaplar da yaratır ki, şirke açılan felaket kapısı da işte budur...

İslam dünyası bu felaketin getirdiği yıkımın sancı­ları içinde kıvranmaktadır. 

Bu felaketin iğdişleştirdiği kuşaklar, özgürlüğe, yeni yoruma, yeniden yapılanma­ya, bilim ve düşüncenin engin dünyasına kanat 

aça­mamaktadır.

Eğer Allah, hayalimizi zorlayan yeni birtakım muci­zeler göstermezse böyle bir kanatlanma mümkün olmaz.


Bu facianın motor gücü, ilham ve rüyalara kanıt de­ğeri veren vahiy dışı zihniyettir.


Bu zihniyet, özellikle tarikatlar döneminde yüzlerce insanı, peygamber yetkisi kullanan, eleştiri üstü kutsal makama dönüştürmüştür. 

Hatta birçok yerde ve zaman­da bu kişilerin ağzından çıkana teslimiyet imanın ilk şartı gibi algılanmıştır. Oysaki tevhid, omurgasında Al­lah'a teslimiyetin oturduğu bir dindir. Allah dışında bir şeye veya kişiye teslimiyet uç gösterdiği anda tevhid yerle bir olur; ne iman kalır, ne din... Hal böyle olunca da ne kılınan namaz Allah'a götürür ne yapılan camiler İslam'ı ha­yata sokar...


İslam dünyası, asırlardır, Kur'an vahyinin din dedi­ğini değil, birtakım kişilerin ilhamlarının din dediğini yaşamaktadır. 


Tarikatlar tarihini, örf ve siyasetin nabzına şerbet vermeden ve Kur'an değerlerinin merceği altında eleştirel bir gözle okuyanlar, bu tarih içinde şu söylediklerimize örnek olacak yüzlerce, hatta binlerce kişi ve "kitap" bulabilirler.

Böyle bir tarihin dinine Kur'an'dan onay almak sa­nıldığı kadar kolay değildir.

İlham ve rüyaları kanıt yaparak tevhidin pusulasını saptıran ve Müslümanların kaderini karartan zihniyet­ler bu işi şu yollardan biriyle tezgâhlamışlardır:


1. Allah'ın kendilerine doğrudan ilham etti­ğini söylerler: 


Bu "doğrudan ilham", "vahyedildi" demenin riskinden kurtulma politikasının zorunlu kıldığı bir deyimdir. 

Nitekim bu doğrudan ilham, zaman zaman doğrudan vahye dönüştürülmüştür. 

Hatta 1980'li yıllarda Türkiye'de böyle bir sapık çıkmış ve "Kur'an'dan sonra yeryüzüne indirilen tanrısal kitap bana Allah tarafından doğrudan verilen mesajlardan oluşan şu kitaptır. Nebilik bitmiş ama resullük bitmemiştir; ben de Allah'ın 

re­sullerinden biriyim; ben namazda Hz. Muham­ m e d’e bile imamlık yaptım." diyebilmiştir. 

Ve bu nasipsiz adam, o şeytan saçması kitabını 23 sure olarak plânlamış ve tüm bunlardan sonra etrafına bir yığın basiretsiz kişiyi toplayabilmiştir.


Bundan daha kötüsü, biz bu İslamdışılığa olanca gücümüzle karşı çıkarken, bizi sakalsızlığımız, sarıksızlığımız yüzünden din adına eleştiren din tüccarı siyasetçiler "Çevresinden oy bekliyoruz" diye bu adamın sırtını okşamışlardır.


Anlaşılıyor ki, hiçbir sahtekârlık, kendisinden çıkar sağlayan başka sahtekârlıklar olmadan ayakta duramaz.


2. Hz. Peygamber'in kendilerine rüyada söy­leyip yazdırdığını iddia ederler:


Zübürcülerin, özellikle yazıp çizdiklerini kabul et­tirmek için baş vurdukları yol budur. 

Bu türün en ta­nınmış örneği, Muhyiddin İbn el-Arabî (ölm. 638/1240)nin "Fusûsu'l-Hikem" adlı eseridir. 

Aynı de­recede ünlü veya daha az bilinen yüzlerce örnek sayıla­bilir.


Yine tarikat çevrelerinde kullanılan "m ü k â ş e f e yoluyla hadis alma" iddiası da bu başlık altında 

in­celenmelidir. 


Bu iddiaya göre, Hz. Peygamber'den hadis­leri alma ve öğrenme yollarının en güvenlisi, en geçer­lisi, hadisi ondan bizzat keşif ve ilham yoluyla almak­tır...


"İlham ve mükâşefe" (!) yoluyla alınmış "h a d i s" ör­nekleri de vardır. 

Zaten, Hz. Peygamber bir adama bir şeyleri yazdırıyor ve onları ümmetine ilet­mesini söylüyorsa o yazılanların tümü hadisten başka -hâşâ- ne olabilir ki?!


Tüm bu tevhid dışı söylemlerin temelinde ilmin dene­timine girmemeyi mazur gösterme kurnazlığı yatmak­tadır. 


Bunun en kestirme yolu şu şekilde ifade edilmiş­tir: 


Bazı kişiler, ilmi, ilmin sebeplerine baş vurmadan doğrudan mutlak kaynaktan, Allah'tan alırlar. 


Bu ko­nuda biraz daha sağlam basmak için bir de hadis 

uydu­rulmuştur: 

“İlmin, gizli hazîne gibi öyle bir türü vardır ki onu, bilgiyi Allah'tan alan âlimler­den başkası bilemez..." 

(bk. Elbânî; ez-Zaîfa, 2/262)


Bu "Allah'tan ilham aldığını söyleyenlerin sözde ilmine “bâtın ilmi" demişlerdir. 

Bâtın, karın anlamındaki " b a t n " sözcüğü ile aynı köktendir. 

Bu filolojik gerçeği de bilen Anadolu halkı, asırlık deneyimlerinin ve acılarının da itişiyle bu sözde ilimlere çok güzel bir ad koymuştur: "İşkembeden atma..."


Karından sesler halinde yükselen bu sözde ilimleri meşrulaştırmak için uydurulan hadislerden biri de şu­ idur: 

“Bâtın ilmi, Allah'ın sırlarından biridir..." 

(bk. Elbânî, Zaîfa, 3/371)

Tarih bu adla ortaya sürülenlerin, esasında "bâtın" değil, " b â t ı l " olduğunu İslam dünyasına çok ağır bir dersle gösterdi. 

Anlaşıldı ki, ilim adıyla ortaya sürülen ve saltanat devşirme dışında pek fazla amacı olmayan bu "bâtın", kitleleri bâtılın oyuncağı durumuna düşü­ren temel kaostur. 

Bu acaip sesleri dinlemenin 

serüve­nine yenik düşerek Kur'an'ı dinlemez hale gelenler ise sadece âhiretlerini değil, dünyalarını da hüsrana teslim ettiler...


İşin gerçeği şudur: 

Adına ne derseniz deyin, esasında sezgi ve basiretin bir tecellisi olan tüm ilhamlar ve rüyalar öncelikle bilimsel bil­giden nasipli olanların erişleridir. 

Ama onlar bu elde edişlerini kendilerine yol açmak için kendi iç dünyalarında kullanır, insanlığın önüne çıkaracakları değerleri ise uzun ve çile­li deneme-yanılmalardan, araştırmalardan sonra bilim adına ilan ederler. 

Yani ilmin hakkını vererek kanıt üretirler...


3. Mehdîlik iddia ederler: 


Bâtın ilmi veya ilham hezeyancılığını, devleti veya yönetimi ele geçirmek üzere siyasal iktidar için kullananlar genellikle bu son iddia ile ortaya çıkmışlardır. 

Bu iddia bazan bayrak açıp sokağa fırlamak şeklinde iyice azgın bir manzara arz eder, bazan da tarikat, klik, hizip, parti vs. kurup perde altından "Zamanın mehdisi bizim efendidir" slo­ganıyla iş bitirme şeklinde yol alır.


Üzerinde olduğumuz konuda şunu akıldan asla çı­karmamak gerekir: 


İlham ve rüyaları birer kutsal kanıt gibi kullanma oyunu Allah ile aldatma zulmünün en yıkıcı belirişlerindendir. 


Bu ağır ve sinsi yıkıma yenik düşmemek için öncelikle şunu akıldan çıkarmamalıyız: 


Bir yerde veya kişide, Al­lah'a kul, Peygamber'e ümmet olmayı onur ve itibar için yeterli bulmama illeti görüldüğünde bunun sonunun allahlık veya peygamberlik 

id­diasına varacağını çok büyük bir ihtimal ola­rak düşünmeliyiz...


Ve şunu hiç unutmamalıyız:


İlhamlar ve rüyalar sadece onlara sahip olanları bağlar. 

Geneli, kamuyu bağlayan ; bilim ve düşüncenin evrensel-şaşmaz ölçülerine uygun olarak üretilmiş değerlerdir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder