07 Kasım 2024

23- İSLAM NASIL YOZLAŞTIRILDI?

HİLAFET VE HALİFE - خلافة و خليفة - Caliphate and Caliph

(Sh. 264-276)


Halife (Arapça'daki noktalı Hı - خ ile) kelimesinin kökü half خلف ve haleftir خلف

Half, önün zıddıdır. Yani son­raki, sonradan gelen, öncekini izleyen demektir. 

H a l e f de, sonradan gelen, kendinden önce gelmiş olana vekâlet eden demektir. 

Karşıtı, seleftir سلف

Aynı kökten bir ke­lime olan hilfe خلفة art arda gelmek demektir. 

O halde ;

Halîfe, birinin peşinden gelen ve ona vekâlet eden anlamını taşır.


Türkçe'deki halef de bu anlamda, selef karşıtı ola­rak kullanılmaktadır.


Bu kökün bir başka mastarı olan hilafet خلافة sözcüğü ise niyabet نيابة yani vekâletanlamında kullanılır.

Kur'an dilinin büyük ustası Râgıb el-Isfahânî (ölm. 502/1108), eseri el-Müfredât'ta bu bilgileri verdik­ten sonra şunu da ekliyor: 

“Hilafet ve halifeliğin ifade ettiği niyabet üç sebeple olur: 

1. Asilin o anda orada olmaması, 

2. Asilin ölümü, 

3. Asi­lin acizliği."

Üstad Râgıb'ın tüm bunlardan sonra eklediği şu sap­tama ise bizce Kur'an'a uygunluktan çok, geleneksel ha­vaya uygunluk ifade etmekte ve Kur'an adına, dışlanması gereken bir görüş olarak durmaktadır. 

Diyor ki Râgıb:" Bir de müstahlefi (öncekinin yerine geçen halefi-halifeyi) onurlandırmak için istihlaf (halife atama) vardır ki, Allah'ın veli kullarının halife tayini bu türdendir. Kur'an'da geçen, "Allah odur ki, sizi yeryüzüne halefler yaptı..." şeklindeki ifadeler bu türden bir hila­feti gösterir..." 

(Râgıb; el- Müfredat, HLF. maddesi)

R â g ı b 'ın bu son tespitinin Kur'an verileriyle savu­nulması mümkün değildir. 

Filolojik bir dayanağı olma­dığı gibi, vahyin ruhuna da aykırıdır. 


Tevhit dininin hangi penceresinden bakarak, Allah'ın, yarattıkların­dan birini, kendisine vekil tayin ettiğini söyleyeceğiz? 


Kur'an, vahyin en büyük muhatabı Hz. Muhammed'e bile: "Sen insanlar üzerinde bir vekil değilsin"

 (bk. 6/66, 107; 10/108; 39/41; 42/6) diyor. 


Eğer Allah birile­rini onurlandırmak için onlara, v e k i l sıfatıyla temsil hakkı veriyorsa, bu, R â g ı b ' ı n gösterdiği sebeplerden hangisine dayanmaktadır? 

  • Ortada olmama mı?
  • ölüm mü?
  • acziyet mi?

Hâşâ!... 

Hiçbiri değil. 


Allah bunlardan, Kur'an da insana Allah'ın vekili unvanını vermekten münezzehtir (arınmıştır).

  • Kur'an'da halife kelimesi iki yerde (Bakara, 30; Sâd, 26), 
  • çoğulu olan halâif sözcüğü dört yerde (6/165; 10/14, 73; 35/39),
  • hem halife, hem de halîf kelimesinin çoğulu olan hulefa kelimesi de üç yerde(7/69, 74; 27/62) geçmektedir. 

Bunların hiçbirinde SİYASAL bir 

an­lam yoktur. 


Tasavvufun dile getirdiği şekliyle (insan Allah'ın halifesidir anlamında) bir kul­lanım da yoktur. 


Kelime daima ;

önceden gelip gitmişlerin, birey ve toplum olarak yerine geçişini 

ifade edilmektedir.


Ve özü şudur: 

Sizden öncekiler de birçok imkân ve kudrete sahip kılındı ama görevlerini savsakladıkları için hesap ve azaba müstahak hale gel­diler. 

Şimdi siz onların yerine geçirildiniz. 

Görevlerini­zi savsaklarsanız Allah sizin de hesabınızı görür ve 

ye­rinize başka birilerini geçirir. 

Yani siz, birilerinin hale­fi oldunuz, birileri de sizin halefiniz olur.


BİD'ATLAR, HURAFELER


İnsanı Allah'ın -hâşâ- halifesi kabul etmek:


Kur'an'ın hiçbir ayeti insanın Allah'ın halifesi oldu­ğunu söylemez, böyle bir şeye işarette bile bulunmaz. 


Bu konuda sürekli delil gösterilen Bakara Suresi 30-33. ayetlerin söylediği şudur ;

İnsanın Allah tarafından yeryüzüne "h a l i f e" (DAHA ÖNCEKİ İNSAN BENZERİ BİR NESLİN HALEFİ) olarak gönderileceği ve bunun gerekçesinin de insanın sahip kılındığı bilgi-bilme potansiyeli olduğudur. 


Ayetlerdeki halife kelimesi ne anlama geliyorsa, insanın ha­lifeliğinin taşıdığı anlam o olacaktır. 


Ayetleri (Bakara 30-33) görelim:


"Bir zamanlar rabbin, meleklere: 'Ben yer­ yüzünde bir halife atayacağım' demişti de onlar şöyle konuşmuştu: 'Orada bozgunculuk yapmak­ta, kan dökmekte olan birini mi atayacaksın? Oysaki bizler seni hamd ile tespih ediyoruz; seni kutsayıp yüceltiyoruz.' Allah şöyle dedi: 'Gerçek şu ki ben sizin bilmediklerinizi bil­mekteyim.. Ve Adem'e isimlerin tümünü öğret­ti. Sonra onları meleklere göstererek şöyle bu­ yurdu: 'Hadi, haber verin bana şunların isim­lerini, eğer doğru sözlüler iseniz!' Dediler ki: 'Yücedir şanın senin! Bize öğretmiş olduğunun dışında bilgimiz yok bizim. Sen, yalnız sen Alimsin, her şeyi en iyi şekilde bilirsin; Hakîmsin, her şeyin bütün hikmetlerine sahipsin.' Allah buyurdu: 'Ey Âdem, haber ver onlara on­ların adlarını.' Âdem onlara onların adlarını haber verince Allah şöyle buyurdu: 'Dememiş miydim ben size! Ki ben, göklerin ve yerin gaybını en iyi bilenim. Ve ben sizin açığa 

vur­duklarınızı da, saklıyor olduklarınızı da en iyi biçimde bilmekteyim."


Bu ayetlerin neresinde "İNSANIN ALLAH’IN HALÎFESİ" olduğu veya olacağı söyleniyor? 


Böyle bir şey söz ko­nusu değildir. Ayetleri bu anlama çekmek, TASAVVUF’UN BİR ZORLAMASIDIR. 


Şunu açıkça ifade etmeliyiz ki 


"Allah'ın halifesi" tâbiri, Kur'an'ın sergilediği tevhide zıttır, kü­fürdür. 


Allah'ın halefi olmaz ve böyle bir iddia Kur'an'dan onay alamaz!


Ne yazıktır ki, geleneğin aldatmasına çarpıl­mış kuşaklar olarak BU HATALARI HEPİMİZ YAPTIK. 


Ama artık, kendimize gelip Kur'an adına sadece Kur'an'ın dediğini söylemeliyiz.


Bu ayetlerden çıkarılabilecek ve Kur'an'dan onay alabilecek sonuçlar şunlar olabilir:


1. Âdem'in soyu olan insan, yeryüzünde daha önce faaliyet göstermiş bir başka insan nesli­nin halefidir, yani onun yerine getirilmiştir. 


Melek­ler, daha önceki nesli, yani Adem'in soyunun selefi olan insanı tanımakta, onun kan dökücü, bozguncu bir karak­tere sahip olduğunu bilmektedirler. 

Bu açık bir bilgidir, tahmin değil. Çünkü ayetler gösteriyor ki, melekler Al­lah'ın öğrettiği, gösterdiği dışında hiçbir gaybî bilgiye sahip değillerdir. 

O halde, Adem neslinin huyunu-suyunu, tahminle söylemeleri söz konusu olamaz. 

Esasen, Allah huzurunda böyle bir tahmin cüretine yeltenmeleri söz konusu olamaz.


Şu halde, Âdem soyundan önce yeryüzünde faaliyet göstermiş bir "önceki insan nesli" vardır.


2. İnsanın üstünlüğü, taşıdığı bilgi potansi­yeli sayesindedir. 


Allah, ezelî-ebedî ilmiyle, insanın bu potansiyelini fiile çıkararak, eski olumsuzluklarını unutturacak büyük gelişmeler sağlayacağını, büyük 

de­ğerler üreteceğini bilmekte ve bunun içindir ki insanı, meleklere karşı savunmakta, âdeta meleklere şöyle de­mektedir: 

İnsanın seleflerinin sergiledikleri olumsuzluklara bakarak, bu yeni atamanın yanlış olduğu kanı­sına varmayın. 

Halef (yeni insan nesli) selefin (eski insan neslinin) eksiklerini unutturacak güzellikler 

üre­tecektir. 

Yeter ki sabırlı olun, bekleyin. Ve bilin ki ben, hikmetsiz iş yapmam.


Hilafeti siyasal anlamda, halifeyi devlet başkanı anlamında değerlendirmek:


Hilafet ve halife sözcüklerine Kur'an vahyinden son­raki zamanlarda yüklenmiş siyasal anlamlara destek sağlamak için Kur'an'daki halife tâbirini kanıt göster­mek tam bir saptırmadır. 


Kur'an'ın insan için kul­landığı halife kelimesi ontolojik (tekvînî) bir anlam ta­şımakta, siyasal bir yönü bulunmamaktadır


Si­yasal anlamda halife söylemi isabetli veya isabetsiz bu­lunabilir, yine siyasal anlamda savunulabilir, bir za­man savunulabilir, başka bir zaman savunulmayabilir...


Her ne olursa olsun, onun Kur'ansal-vahyî bir dayanağı yoktur.

Hilafet kavramını siyasal anlamlara çekmek, Kur'­ an'daki yönetimle ilgili ilkeleri saf dışı etmiştir. 

Çünkü siyasal anlam yüklenen halifelik kavramı, K u r ' a n ' ı n fesat ve haksızlık sistemi (bk. Nemi Suresi, 34) olarak gördüğü kırallık düzenine destek olmakta­dır. 

Böyle olunca da Kur'an'ın, yönetim erkinin arkası­na koyduğu bey'at ve şûra, yani cumhuriyet ve de­mokrasi ilkeleri anlamsız kalmakta, despotizm yasallaşmaktadır. 

************

Oysaki bizzat Peygamberimizin ifade­siyle: 

“Kisra öldüğünde artık ondan sonra kisra olmayacak, Kayser öldüğünde de artık ondan sonra kayser olmayacaktır.

فإذا مات كسرى لم يكن بعده كسرى، وإذا مات قيصر لم يكن قيصر من بعده.

When Chosroes dies, there will be no more Chosroes after him, and when Caesar dies, there will be no more Caesar after him. 

(Beyhakî; Delâilü'n- Nübüvve, 4/393). 

************

Hadisteki kisra, Doğu kırallarına, kayser ise Batı kırallarına verilen addır. 

وفي هذا الحديث: كسرى هو الاسم الذي يطلق على ملوك المشرق، وقيصر هو الاسم الذي يطلق على ملوك الغرب.

In this Hadith, Kisra (Chosroes) is the name given to the kings of the East, and Kaiser is the name given to the kings of the West.

************

Demek ki bu iki krallık türü de tarihe karışacak ve Kur'an vahyinin gelişiyle birlikte kitlelerin yönetim biçimi bey'at ve şûra olacaktır. 

وهذا يعني أن هذين النوعين من الممالك سيختفيان في التاريخ، ومع نزول القرآن سيكون شكل حكم الجماهير هو البيعة والشورى.

This means that both of these types of kingdoms will become history and with the advent of the Quranic revelation, the form of government of the masses will be allegiance and consultation.

**************

Ya­ni yönetenler kitle tarafından seçilecek ve yine kitle tarafından görevden uzaklaştırılacak. 

Oligarşi, hanedan saltanatı, despotizm, monarşi bitecektir. 

بمعنى آخر، سيتم انتخاب الحكام من قبل الجماهير وعزلهم من مناصبهم من قبل الجماهير. 

ستنتهي الأوليغارشية والسلالة والاستبداد والملكية.

In other words, the rulers will be elected by the masses and removed from office by the masses. Oligarchy, dynastic rule, despotism, and monarchy will end.

************

Peygamberlik bittiğine göre, hiçbir kişi ve zümre, kitleleri "Allah adına" yönetemeyecek, böyle bir iddia ile ortaya çıkamayacak... 

والآن وقد انتهت النبوة، فلن يتمكن أي شخص أو جماعة من حكم الجماهير "باسم الله" أو أن يتقدم بمثل هذا الادعاء...

Since prophethood has ended, no person or group will be able to govern the masses "in the name of Allah" or come up with such a claim...

***********

Allah adına yönetmek yalnız ve yalnız pey­gamberlerin yetkisidir. 

والحكم باسم الله هو ولاية الأنبياء والأنبياء وحدهم.

To govern in the name of Allah is the authority of the prophets alone.

************

Allah bu yetkiyi onlar dışında kimseye layık görmemiştir. 

ولم يجعل الله أحدا أهلا لهذا السلطان غيرهم.

Allah has not deemed anyone other than the prophets worthy of this authority.

***************

Peygam­berler dışındaki insanlar ancak kitle adına ve ondan aldıkları yetkiyle yönetebilirler.

ولا يمكن لغير الأنبياء أن يحكموا إلا نيابة عن الجمهور وبالسلطة التي يتلقونها منها.

People other than prophets can only govern on behalf of the masses and with the authority they receive from them.

************

Ne yazık ki, Kur'an vahyinin bu en hayatî ilkesi, hi­lafet kavramının yozlaştırılmasının ardından, 

Kur'­an'ın düşman ilan ettiği yönetim biçimlerinin 

savunul­masında kanıt olarak kullanılmış ve Müslüman kitle­ler, yüzyıllarca aldatılmıştır.

ولسوء الحظ، فإن هذا المبدأ الأكثر أهمية في الوحي القرآني قد عفا عليه الزمن بعد فساد مفهوم الخلافة. 

أشكال الحكم التي أعلنها القرآن أعداء 

وقد استخدم كدليل في الدفاع عنه، وخدعت جماهير المسلمين قرونا عديدة.

Unfortunately, this most vital principle of the Quranic revelation, after the corruption of the concept of the caliphate, was used as evidence in defense of the forms of government declared as enemies by the Quran, and the Muslim masses were deceived for centuries.

***********

Peygamberimizden sonraki devlet reislerini "PEYGAMBER’İN HALÎFESİ" olarak anmak:


Son Peygamber'in halifesi olabileceğini düşünmek ve savunmak, Kur'an'ın nübüvvet anlayışı açısından ba­kıldığında açık bir sapmadır.


Peygamberlik ;

  • kesbî (كسبي kazanılarak elde edilen) bir unvan değil, 
  • vehbî (وهبي Allah'ın atamasıyla elde edi­len) bir unvandır. 

Allah, peygamberliği bitirmiştir. Atayacak insan bulamadığı için mi bitirmiştir de birile­ri bu işi vekâleten bir halife tayiniyle kotarıyor? 


Allah, eğer peygamber göndermeye devam edecek olsa, elbette ki görevlendirecek birini bulurdu. 


Peygamberliği bitirdiği­ne ve bu kurum onun tanrılık tasarrufları içinde bir ku­rum olduğuna göre, Hz. Muhammed'den sonra ne vekâleten ne de asaleten bir peygamber olmayacak, hiçbir insan, peygamberlik yetkileriyle donanmış kabul edilme­yecek...


Bitmiş bir kurum söz konusudur. Böyle bir kurumda asaletten söz edilemeyeceği gibi, vekâletten de söz edile­mez. 

O halde, son temsilcisi bu âlemden ayrılmış bir ku­rumda halefler olamaz.


Kısacası, Hz. Muhammed'in halifesi olamaz, o l m a z . 


Devlet başkanlığı görevini kutsal bir desteğe ulaştırmak için onu "Peygamber'in yerine geçen kişiler kurumu"na dönüştürmek dinin ruhuna ta­mamen terstir. 


Bunu mazur göstermede kullanılan tevil­ler ne olursa olsun, sapma ortadan kalkmaz.


Ancak şunu söyleyerek bir savunma yapmak müm­kündür: 


Buradaki halife sözcüğü, Hz. Peygamber'den bo­şalan devlet başkanlığı yetkisinin kullanımını ifade etmektedir. 


Eğer öyle ise bu yetki kullanımını ifade için 'Müslümanların emiri, devlet başkanı'gibi de­yimler daha uygundur.

Uygundur ama o devlet başkanlığı, seçimle el değiş­tiren bir başkanlık olur, kutsal-dokunulmaz, değiştirilmez, azli konuşulamaz bir yarı-ilah vücut bulmaz. 

Ona hiç kimse, "Allah'ın gölgesi" gibi, açık şirk ifade eden sıfatlar yakıştıramaz. 


Hiç kimse: "Devlet başkanı-imam zulüm de işlese, ahlaksızlık da yapsa azledilemez." diye yazıp İslam imanının manifestosu içine koyamaz.


Peygamberimizden sonraki devlet reislerini "Peygamber'in Halifesi" olarak anmak:

************

Tarih boyunca, Doğu'da, Batı'da birçok toplum, kral­larını ve din büyüklerini bir tür ilah gibi gördü ve salta­natı elinde tutanlar bu görüşü daha canlı ve kalıcı kıla­bilmek için sürekli bir biçimde dini kullandılar. 

على مر التاريخ، كانت العديد من المجتمعات في الشرق والغرب تنظر إلى ملوكها وقادتها الدينيين على أنهم نوع من الإله، وكان أولئك الذين سيطروا على السلطنة يستخدمون الدين باستمرار لجعل هذه النظرة أكثر حيوية واستدامة.

Throughout history, many societies in the East and the West have viewed their kings and religious leaders as a kind of god, and those who held the throne have consistently used religion to make this view more vivid and permanent.

************

Hz. Resul, çok hikmetli ifadelerle bu iki gerçeğe dikkat çekmiştir. 

Onun beyanına göre, din adamlarını ilahlaştırmak, onların hoş görmediklerini ha­ram, hoş gördüklerini helal kabul etmekle ger­çekleşiyor.

إن تقديس الزعماء الدينيين يتم من خلال قبول ما لا يقبلونه حراماً، وما يقبلونه حلالاً.

Deifying the religious leaders is achieved by accepting what they find unacceptable as haram and what they find acceptable as halal. 

**********

Kralların ilahlaştırılmasına dikkat çeken en ilginç ifadesi ise Iran Kisrası öldüğü zaman onun elçisine söylediği şu sözdedir: 

“Benim rabbim senin rabbini öldürdü." 

وأهم ما يلفت التركيز في إفادة تأليه الملوك هو ما قاله النبي محمد لسفير الفرس كسرى عندما مات كسى: "إن ربي قتل ربك".

The most interesting statement that draws attention to THE DEIFICATION OF KINGS is the following statement prophet Muhammad made to the messenger of the Persian Kisra when he died: "My Lord killed your Lord."

(bk. Beyhakî; Delâil, 4/390-392) 

**********

Bu söz, Kur'an mümininin rabbine karşılık, kralını rab edinmiş bir zihniyetin maskesini düşürüyor.

هذا الكلام يكشف عن عقلية من اتخذ ملكه رباً بينما المؤمن بالقرآن يتخذ الله رباً

This statement reveals the mentality of those who have taken their king as their lord while a believer of the Quran takes Allah as his lord. 

*********

Hilafet kavramındaki saptırma bu kadarla da kal­mamıştır. 

Peygamber evladını katleden despotları bile kutsal kılmak için, bizzat Peygamberimize yalanlar isnat edilmiştir. 


En ünlüleri şu: 

“Size, benim sünnetimi ve benden sonraki râşit halifelerin sünneti­ni öneririm."


Bu söz, içeriğiyle Kur'an dışıdır; 


Peygamberimize is­nat edilmesiyle de nübüvvete saygısızlıktır. 

(Bu sözün uydurma olduğunu gösteren tarihsel kanıtların geniş bir dökümü ve tahlili için bk. Cafer el-Bâkırî; el-Bid'a, 193-220).


Şunu da içimiz sızlayarak söyleyelim: 


Müslümanla­rın asırlardır saygı ve sevgiyle andıkları kişiler içinde yer alan İbn Hacer (ölm. 852/1447) ve Süyûtî (ölm. 911/1505) bu uydurma söze dayanarak, Muaviye'nin oğlu Yezid ile Velid b. Yezid gibi iki melunu da "Resul’ün halifesi" saymaktadırlar.


Allah Elçisi böyle bir söz söylemedi ve hiç kimseyi kendisini temsilen halife atamadı.


Bu konuda uydurulan hadislerden biri de şudur:


"Benden sonra hilafet otuz yıldır; sonrası kral­lıktır." 

(bk. Elbânî; es-Sahîha, 1/820-827) Bu söz, ilk ba­kışta iyi niyetle uydurulmuş görülebilir. 

Çünkü ilk dört halifeden sonrasının krallık olduğunu söyleyerek Emevî döneminin bir despotlar dönemi olduğuna dikkat çekiyor. 

Nitekim Emevî zulmüne karşı olanlar bu hadisi sürekli öne çıkarmışlardır. 

Hadis tekniği açısından da oldukça tutarlıdır. 

Emevîlerin hırpalanmasını istemeyenler bu hadisin zayıf olduğunu, güvene layık olmadı­ğını söylemişlerdir. 

Bunların başında ünlü tarihçi 

dü­şünür İbn Haldun (ölm. 808/1405) gelmektedir. 

İ b n Haldun, Mukaddimesinde bu hadisin güvenilmez ol­duğunu söyleyerek Muaviye'yi ve onun icraatını savu­nuyor. 

Ve ne yazık ki hiç sıkılmadan Muaviye'yi erdem ve adelette ilk dört halifenin devamı sayıyor.

Üstat Elbânî, İbn H a l d u n ve benzerlerini eleştir­dikten sonra bu hadisi savunuyor ve Resul evladının ka­tili Şam kâhyasını adalet ve erdem taşıyıcısı olarak görmemek dürüstlüğünü gösteriyor. 

Ama farkında ol­madan hilafet ve halife kavramlarının bizzat Hz. Peygamber tarafından da savunulduğunu kabullenmiş olu­yor.

Elbânî'nin de savunduğu bu görüşe göre, Hz. Pey­gamber kendisinin yerine birinin halef olarak geçmesini veya atanmasını onaylamıştır.


Biz buna şiddetle karşı çıkarız. 


Atamayı sadece Al­lah'ın yapacağı bir kuruma, insanoğlu tarafından atama yapılamaz. 


Eğer denirse ki, "Bu atama, nübüvvet makamına atama değildir, Müslümanların yö­netimini üstlenme makamına yani devlet baş­kanlığına bir atamadır", o zaman sorarız: 

Öyle ise neden halife yani Resul'ün yerine geçen kişi deniyor da örneğin "emir" veya "imam" yani devlet reisi denmi­yor? 

Ve Hz. Peygamber'in, Cenabı Hak tarafından biti­rilmiş bir kuruma hem de bizzat kendisi yerine atama yapılmasına onay verebileceği nasıl ileri sürülebiliyor. 

Bu anlama gelebilecek, getirilebilecek bir ifade hangi gerekçe ve ihtiyaçla dinselleştiriliyor?


Halife hadisi, teorik açıdan senedi ne olursa olsun, İslam dışıdır. 


Tevhidin peygamberi böyle bir sözü söylemiş olamaz. 

İlk dört halife de, ötekiler de sade­ ce "devlet reisi"dir. 

İyisi vardır, kötüsü vardır. 

İyilik­leri ve kötülükleri kendi içlerinde ve ait oldukları ku­rallar içinde değerlendirilir.


Vahyin ilkeleri açısından bilinmesi gereken şudur:

Peygamber'in halefi olmaz, hiç kimseye Pey­gamber'in halifesi denemez.


Halife ve hilafet kavramlarıyla ilgili saptırma, özel­likle ırkçı Arap hegemonyasının güçlendirilmesi için kullanıldı. 

Yine Hz. Peygamber'e yalanlar isnat edilerek... 

Burada aklımıza hemen, "hilafetin Kureysili­ği" söylemi gelmelidir. 


Bu söylemin özeti şudur: 

Hz. Peygamber'in ümmetle ilgili hak ve yetkilerini onun ye­rine geçen biri yani halife kullanır. 

Ve bu halife Kureyş soyundan olmalıdır.


Bu tezi dinleştirmek için hadis adı altında bir dizi söz uydurulmuştur. 


Bugün artık hiç kimsenin itibar etmediği bu uydurmalar, İslam dünyasını asırlarca peri­şanlığa sürükledi. 


Bu konuda oynanan oyunları ve uydurulan sözleri bilimsel yöntemle inceleyen önemli bir çalışma, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi hadis profesörü Mehmet Hatipoğlu tarafından, "Hilafetin Kureyşîliği Meselesi" adıyla yapılmıştır. 

Fakat üzü­lerek söyleyelim ki Hatipoğlu, yıllar önce bitirilmiş bu eseri, tüm ısrarlara rağman hâlâ yayınlamış değildir.


Halifenin, tüm Müslümanların birliğini temsil ettiğine inanmak:


Böyle bir inancın da siyasetin ötesinde bir değeri yok­tur. 

Siyasal anlamda savunan savunur; tutarlı olur veya olmaz. 

Ama bunu din buyruğu gibi ortaya sürmek tam bir saptırmadır.

Her şeyden önce şunu bilmeliyiz: İslam'da mü­minlerin birliğini kişi olarak Hz. Peygamber, kaynak olarak da Kur'an temsil eder. 

İslam, ruhban sınıfına karşı olduğu için Müslümanla­rın birliği bir din sınıfı tarafından savunula­maz. 

Bu sınıf olamayacağına göre, bu sınıfın lideri diye biri de söz konusu olamaz.

İkincisi, İslam evrensel bir dindir. 

Ne devlet şekli önerir ne de tek devlet veya tek bayrak fikri taşır. 

Bu tür iddiaların tümü, kitlenin duygularını sömüren siyasal söylemlerdir

O halde, İslam, yüzlerce devlet şekli, yüzlerce devlet başkanı tarafından kabul edilebilecek ve edilmesi gereken bir ortak yaratılış değeridir. 

Bunun özel bir devleti ve özel bir başkanı olamaz. 

Her devlet, Kur'an'ın evrensel ilkelerini korumakla yü­kümlü olmakla birlikte yalnız kendisini ve kendisine vücut veren kitleyi temsil eder. 

Bunun aksini yapmak, birilerini veya bir kişiyi kutsal ve dokunulmaz kılarak rableştirir. 

Buna bir de "Peygamber'in halifesi" un­vanı eklenince dört başlı bir çarpıklık vücut bulur. 

Bu çarpıklığın Müslümanlara nelere mâl olduğunu anla­mak isteyenler tarihi bir kez daha dikkatlice okumalı­dır.

Olaya, Türklerin ve Türkiye'nin tarihi açısın­ dan bakarsak çok daha ilginç tablolarla karşılaşırız. 


Şuna inanıyoruz: 

Hilafet denen siyasal kavramın temsilciliği Yavuz Selim (ölm. 1520) ile birlikte bize geçtiği andan itibaren yüzümüz gülmemiş­tir. 

Osmanlı'nın yıkım süreci, bizce, işte bu ta­rihte başlar. 

Bütün olumsuzlukların başlangıcı, Osmanlı padişahının "halife" yani peygamber vekili unvanı taşımaya başlamasıyla eşzaman­lıdır. 

Ve unutulmasın, bu unvan, Müslümanla­rın oylarıyla da verilmemiştir, kılıç zoruyla alınmıştır.


Tam bu noktada ; 

Mustafa Kemal Atatürk'ün, hi­lafetle ilgili şu sözlerini hatırlatmak yararlı olacaktır :


"Tarihimizin en mes'ut devresi hükümdarla­rımızın halife olmadıkları zamandır. Bir Türk padişahı, hilafeti her nasılsa kendisine mâl etmek için nüfuzunu, itibarını, servetini kullandı. Bu sırf bir tesadüf eseriydi. Peygamberimiz, ashabına dünya milletlerine İslamiyet'i kabul ettirmelerini emretti, bu milletlerin hü­kümetleri başına geçmelerini emretmedi. Pey­gamberimizin zihninden böyle bir fikir asla geçmemiştir. Hilafet demek, idare, hükümet demektir. 

Hakikaten vazifesini yapmak, bütün Müslüman milletleri idare etmek isteyen bir halife buna nasıl muvaffak olur?! İtiraf ederim ki bu şartlar içinde beni halife tayin etseler is­tifamı veririm."

"Bütün İslam milletleri üzerinde ulvî ve ru­hanî vazifesini yapan yegâne halife fikri ha­kikatten değil, kitaplardan çıkmış bir fikirdir. Halife hiçbir zaman, Roma'daki papanın katolikler üzerindeki kuvvet ve iktidarını gösterememiştir..." 

(bk. Sadi Borak; Atatürk ve Din, 91-92). 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder