02 Kasım 2024

19- İSLAM NASIL YOZLAŞTIRILDI?

ĞAYB - The Unseen - ألغيب 

(Sh. 223-230). 


Ğaybın esas anlamı, gözden gizli (unseen, invisible) olmaktır. 


Karşı­tı olan (ıyân - عِيَانًا - clearly visible) da gözle (eye - أَلْعَيْنُ) aynı kökten gelen bir sözcük olup göz önünde olan, gözün görebileceği şey demektir. 


Bir ki­şinin gözünün önünde olmaksızın, yani arkasından ko­nuşmak anlamındaki gıybet (غِيْبَةٌ - backbiting and gossip) de gaybla aynı kök­tendir. 


Zaman içinde ğayb, duyu organlarının ve insan bilgisinin algılayamayacağı her şey için kullanılır olmuştur, 

(bk. Râgıb; el-Müfredât, gayb mad.).


İnsan için, ğaybda İZÂFÎLİK (görecelilik) (relativity - أَلنِّسْبَةُ) esastır. 


Yani bu­ gün ve şu şartlar altında, birilerine göre ğayb olan bir şey, yarın, falan şartlar altında, başka birilerine göre ıyan (عِيَانًا - clearly visible) olabilir. 


Ancak şunu da unutamayız ki ;

insan gücünü aşan, bu yüzden insanın bilgi alanı içine asla girmeyecek olan şeyler de vardır. 


Bunlara mutlak ğayb (الغيب المطلق - The Absolute Unseen) denir.


İzafî ğayb (‏‎ألغيب النسبي - The Relative Unseen) sürekli değişir. 


Bu anlamda hayat ğayb’dan zuhur’a ve ıyân’a doğru bir akıştır. 


Her an yeni şeyler öğreniriz. 

Bu demektir ki her an bir veya birkaç ğayb ıyana dönüşür. 


Büyük Türk düşünürü Kuşadalı İbrahim Hakvetî (ölm. 1845) burada bir soğan isti­aresikullanmaktadır. 


Soğanı elimize aldığımızda en dıştaki kabuk zahir (bilinen), onun altındaki bâtın (ğayb) durumundadır. 


Birinci kabuğu soyduğumuzda, az önce ğayb olan ikinci kabuk ıyâna dönüşür; onun altın­daki ğayb olur... Ve bu böyle devam eder...


Mutlak ğaybı (الغيب المطلق - The Absolute Unseen) yalnız TANRI bilir. 


Mutlak ğayba iliş­kin bilgi, PEYGAMBERLER DE DAHİL, hiçbir insana verilme­miştir. 


Dinsel metinlerdeki "Ğaybı Allah'tan başka­sı bilmez" sözüyle kastedilen, işte bu MUTLAK ĞAYB’dır (الغيب المطلق - The Absolute Unseen).


“Ğaybı Allah'tan başkası bilmez” ayetinin bir anlamı da bir insanın gıyabında konuşma hak ve yetkisi yalnız Allah'ındır demek olur. 


İnsana başkalarının arkasında konuşma, hüküm verme yetkisi verilmemiştir. 


Böyle bir yetki kullanmaya kalkmak, Allah'a özgü bir hakkı kul­lanmak olacağındandır ki Kur'an, gıybeti en büyük günahlardan biri olarak göstermiştir.  

(bk. Hucurât, 12; Hümeze Suresi), 


Hz. Peygamber de 

Gıybet zina­dan daha kötü bir günahtır.

buyurmuştur.


BİD'ATLAR, HURAFELER


Mutlak ve izafî ayrımı yapmadan, ğaybı yalnız Allah bilir demek:


Bu ayrım yapılmaz ise, bilimin her gün birini veya birkaçını keşfettiği varlık ve yaratılış kanunları 

an­lamsız olur. 

Bu kanunlar, hayatın birçok ğaybını ıyâna çevirmiştir ve çevirmektedir. 


O halde, "Gaybı sadece Al­lah bilir"in anlamı ; MUTLAK ĞAYB (الغيب المطلق - The Absolute Unseen) için işlemektedir.


Müteşâbih (Ambiguous, having multiple possible meanings - المتشابه) ayetlerin anlamını Allah'tan başkası BİLMEZ demek:


Kur'an'ın değişik anlam boyutları taşıyan, "iç içe kıvrılmış anlamlarla dolu" ayetlerine bizzat Kur'an, müteşâbih (المتشابه - ambiguous, having multiple possible meanings) demektedir, 

(bk. KTK, Müteşâbih mad.) 


Âli İmran Suresi 7. ayet, müteşâbihleri anlamak için iki öneride bulunmuştur: 


1. Muhkem (anlamı tar­tışmasız, kural olan ayetler) ayetlere iman, 


2. İlimde derin­lik. 


Ne yazık ki, geleneksel baskı ve hurafe ; Âli İmran 7'deki bu apaçık ayeti saptırarak, ufuk açıcı bir beyyine olmaktan çıkarmış, Kur'an müminlerini prangalayan bir baskı aracına dönüştürmüştür. 


Bu sakat anlayış, Kur'an'ın en hayatî mesajlarından birini veren Ali imran 7. ayet üzerinde uygulanan bir operasyonla kurallaştırılmıştır. 


O ayet, içine sonradan konan ve cüm­lenin bitmiş olacağını kabulü gerektiren "m u t l a k durma işareti olan Mim" atılarak değerlendirildi­ğinde şunu demektedir: 


Müteşâbihleri bir Allah bi­lir, bir de ilimde derinleşmiş olanlar..."


Müdahale, ayetteki Allah kelimesinin üzerine bir vakfe Mimi koyup cümleyi kendi anlayışına uygun olarak bölmekte ve anlamı şu şekle getirmektedir: 


"Müteşâbihlerin yorumunu Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlara gelince onlar şöyle de­mekle yetinirler..." 


Ayetlerin orasına-burasına harf ekleme hakkı, Kur'an'ın tebliğcisi olan PEYGAMBERE BİLE VERİLMEMİŞKEN, başkalarına nasıl verilebilir! 


Bu müda­hale, Kur'an bünyesinde örtülü bir tahrif olarak algılanırsa durum ne olacaktır?


Bu yetkiyi bu insanlara kim vermiştir? 


Kur'an'da eksikler mi var da bunlar düzeltiyor? 


Ayeti şöyle anlaya­caksınız demek cüretini nereden alıyorlar? 


Eğer iş on­ların dediği gibi ise, Kur'an'ın yaklaşık yüzde doksan beşi bizim için anlam ifade etmez olmaktadır. 


Çünkü ahkâm (The Rulings - ألأحكام) ayetleri denen 200-300 ayet dışındaki tüm beyyineler müteşâbihtir. 


Biz altı bin küsur ayetin sadece 200- 300 tanesini anlayabileceksek, Kur'an'ın "mufassal" (ayrıntıları veren), "mübîn" (açık-seçik), "anlaşılmak için kolaylaştırılmış" olmasının anlamı ne­dir?


Allah mı bizi aldatıyor, yoksa birileri bize oyun mu oynuyor? 


Hayır, ALLAH ASLA ALDATMAZ! 


Aldatan ve buna Allah'ı araç yapan birilerinin çıkacağını Kur'an bize haber vermiştir. 


Habere kulak vermeyenlere gelince onlar kendi aymazlıklarının kurbanı olmaktadırlar.


KUR’AN’DA İNSANIN ANLAMAYACAĞI HİÇBİR ŞEY YOKTUR. 


SADECE VAKTİ GELMEDİĞİ İÇİN ANLAYAMADIĞIMIZ ŞEYLER VARDIR. 

Bu da doğaldır. 


KUR’AN SADECE BİZE VE BİZİM ZAMANIMIZA HİTAB ETMİYOR. 


Onda tüm za­manların ve insanların nasibi var; vakti geldiğinde o nasibin sahipleri bizim bugün anlayamadığımız nokta­ları anlayacaklar. 


Bu gerçeğin altını bizzat Kur'an çizmektedir: 

Her haberin bir gerçekleşme zamanı vardır. Yakında bileceksiniz!" (En'am, 67).


Müteşâbih ayetler, mutlak gayb değildir, İZÂFÎ gaybdandır. 


İnsanlık bunları zaman içinde bilim ve dü­şünce faaliyetiyle çözecektir. 


Mutlak gayb olan şey­ler Kur'an tarafından TEK TEK bildirilmiştir. 


Onları sadece Allah bilir ama bunun müteşâbih ayetlerle ilgisi yoktur. 


Çünkü insana hitap eden bir kelam, hem de en hayatî mesajında, muhatabına anlamayacağı bir şeyi söylerse bu, muhatabı aldatması anlamına gelir. 


Allah bundan münezzehtir, arınmıştır.


Gaybın kerametle bilineceğini iddia etmek:


Bu bir TARİKAT SAPTIRMASIDIR. 


Dokunulmaz kılınıp bir tür yedek ilah konumuna getirilen bazı TARİKAT ŞEFLERİ kendilerinin gaybı bilecek bir KERAMET GÜCÜ taşıdıkları­nı iddia ederek, duygusallığına yenik düşmüş kitleler üzerinde, asırlarca baskı kurmuş, akıl almaz komisyonlar toplamışlardır. 


İslam dünyası bir uçtan bir uca bu komisyon uygulamasının açtığı yaraların acıları içinde kıvranmaktadır.


Gaybı bilme yetkisini, kendisini tebliğ eden Peygamber'e bile vermeyen bir din, bunu başka­larına hiç vermez.


Bunlar, "Biz gaybı biliriz" derken eğer m u t l a k g a y b ı kastediyorlarsa o zaman bunlar ALLAH’LIK İLAN EDİYORLAR demektir. 


Zaten bazılarında bu iddia açık veya örtülü biçimde vardır da... 

O zaman bunların dininden - imanından söz edenlerin aklına şaşmak lazım! 


B i l i ­ r i z " dedikleri gayb izafî gayb ise bunun yolu, Kur'an'a göre "ilimde rüsûh"tur; keramet değil... 

İlimde rüsûh, bilimsel derinlik demektir. 


Bu kişiler, tarih boyunca ilim ve düşünce düşmanlığını DİNLEŞTİRMİŞLERDİR; 


ilimde rüsûh"a sahip çıkamazlar. 


Onlara göre, ilim önemli değildir; çünkü ilim şeytanda da vardır…!


Bu durumda insanlar sorar: 


Bu "bildiklerini" söyledikleri şeyleri onlara şeytan mı öğretiyor?


Gaybın tümü Allah'ın elindedir. Çünkü "Allâmu'l-Guyûb" yani gaybları bilen O'dur. (bk. Mâide, 109, 116).

Onun elindeki gayblar, içeriğini sadece onun bildiği bir kitaptadır, (bk. Nemi, 75).


Gaybın anahtarları da O'nun elindedir, (bk. En'am, 59).


O, katındaki bu kitaptan bildireceklerini (izafî gaybı) peygamberlerine vahiy yoluyla, diğer kullarına ise bilim ve düşünce yoluyla bildirmektedir. 


Eğer bir kerametten söz edeceksek o, işte bu BİLİM VE DÜŞÜNCE nasibidir. 


İnsanoğ­lunun " t e k r î m " edilmesinin (bk. İsra, 70) anlamı da bu nasiplenmedir. 


Bakara Suresi 30 ve devamı ayetler insanın meleklerden bile üstün kılınmasının dayandığı değeri "bilgi" olarak vermektedir. 


Bilim ve düşünceden nasipli olmayanların, hele hele bilim ve düşünceye düş­man olanların sahip olabilecekleri şey "keramet" değil, ancak "MEL’ANET" olabilir... 


Ona da kimsenin bir itirazı yoktur...!


Yüzlerce yerde bilime, bilgine atıf yapan, ONUR VEREN Kur'an hiçbir yerde "keramet" diye bir değerden söz etmez. 


İnsanoğlunun üstün yete­neklerle donatıldığını gösteren İsra 70. ayetteki "k e r r e m n a" fiili "yetenekli kılmak, üstün değerlerle 

d o n a t m a k " demektir ki bu donanımın şaşmaz göster­gesi de BİLİMDİR. 


O ayetteki "yetenekli kılmak", 

is­tisnasız tüm insanlara hitap eder. 

Bir sınıfı veya mes­leği anlatmaz. 


ALLAH İLE ALDATMAYI MESLEK EDİNMİŞ OLANLARI HİÇ ANLATMAZ


Peygamberlerin gaybı bildiklerine ilişkin rivayetlere inanmak:


Mutlak gaybı peygamberler de bilmez. 


Hz. Muhammed de buna dahildir. 


Kur'an bu noktada son derece açık konuşmaktadır: 


De ki: 'Size, Allah'ın hazineleri benim yanımdadır, gaybı bilirim' demiyorum." (Enam, 50; Hûd, 31) 

Ve: 

Eğer gaybı bilseydim, el­bette ki hayır üretmeyi çoğaltırdım." 

(A'raf, 188) 

Ve: 

De ki: 'Göklerdeki ve yerdeki şuurlulardan hiçbiri gaybı bilmez; sadece Allah bilir."

 (Nemi, 65)

Kısacası,

 "Göklerin ve yerin gaybı yalnız ve yalnız Allah'ındır." (Nahl, 77).


Peygamberler, tüm gaybların sahibi olan Allah'ın vahyi ile bir şeyler bilebi­lirler. 


Bu durumda, bilen onlar değil, onlara vahyeden Allah'tır: 


işte bunlar, sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir...

(Âli İmran, 44; Hûd, 49; Yûsuf, 102)


Kur'an'ın "beş bilinmez"den (The Five Unknowns -  خمسةالمغيبات) söz ettiğini iddia etmek:


Bu beş bilinmeze "mugayyebât-ı hamse" denmekte ve bu iddia Lukman Suresinin 34. ayetine dayandırılmaktadır. 


Oysaki o ayette Allah'tan başkasının bileme­yeceği bildirilen şeyler 5 değil, 3 tanedir: 


1. Kıyametin vakti, 

2. Kişinin geleceği, 

3. Kişinin nerede öleceği. 


O halde, geleneksel kabullerin halkın zihnine yerleştirdiği "mugayyebât-ı hamse" yani beş bilin­mez deyimi, düzeltilmesi gereken bir deyimdir. 


(Bu ko­nuda bilgi için bk. Kur'andaki İslam, 234).


Cinlerin gaybı bilebileceğine ve bazı kişilere de bildirebileceğine inanmak:


Kur'an bu konuda son derece sert bir uyarıda bulun­maktadır: 


“Eğer cinler gaybı bilmiş olsalardı o alçaltıcı azap içinde bekleyip durmazlardı."(Sebe', 14).


Cinlerin durumu bu olunca, cinlerle ilişkiye girip on­lardan gayba ilişkin bilgiler aldığını söyleyerek halkı kandıran ÜFÜRÜKÇÜ, YILDIZCI ve bir kısım spiritüalist-medyum vs. kişilerin hangi halde olduklarını iyi 

dü­şünmek lâzım... 

(Ayrıca bk. Bu eser, Cinler mad.)


Gaybdan haber verme pazarı, SÖMÜRÜ SEKTÖRÜNÜN en verimli pazarlarından biridir. 


Bu pa­zarcılığın çok değişik görünümleri vardır. 


M e d y u m ­luk, ŞEYHLİK, cincilik, astroloji, değişik türde falcılık, ruh çağırma vs. bu pazarın belli başlı vitrinleridir. 


Her biri kendi vitrininde oturmuş, CAHİL VE DUYGUSAL HALKTAN bir parseli başına toplayarak onla­rın ceplerini boşaltmaktadır. 


Kimi ALLAH İLE ALDATIR, kimi ALLAH’A VE KUR’AN’A İFTİRALAR DÜZÜP "Kur'an'ın devri bitti, şimdi yüksek planlar devridir, biz de o planların yeryüzü temsilcileriyiz..." türün­den sözler ederek...


Sezgileri güçlü, irfan ve vicdanı gelişmiş ve bunun sonucu olarak bazı içe doğuşlarla nasiplendirilmiş temiz niyetli, hizmet ehli insanlar elbette ki bu listenin dışında ve saygın bir konumdadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder