15 Kasım 2024

31- İSLAM NASIL YOZLAŞTIRILDI?

HOW HAS ISLAM BEEN CORRUPTED?

كيف تم تحريف وإفساد الإسلام؟

(Sh. 332-354)

*************

KADIN VE KADIN HAKLARI,

BİD'ATLAR, HURAFELER

* Kadının, erkeğin kaburga kemiğinden yaratıldığını iddia etmek,

* Kadının boşama hakkı olmadığını söylemek veya bu hakkın kullanımını zorlaştırmak,

* Erkeğin isteğini boşanma için yeterli görmek,

 * Üç talâk’ın (üç boşamanın) gerçekleşmesini, erkeğin ağzından çıkacak " ü ç " sözüyle tamamlanmış saymak,

* Kur'an'ın boşanmayla ilgili temel kabullerİ,

 * Kocanın, karısını dövme hakkının olduğunu iddia etmek,

* Haremlik-selamlığın İslam'ın emri olduğunu iddia etmek

* Kadınlarla erkeklerin ayrı ayrı oturmaları,

* Kadın sesinin haram ilan edilmesi,

* Kadınlarla tokalaşmayı haram ilan etmek,

* Kadınların seçme ve/veya seçilme haklarının olmadığını, kadından devlet başkanı olamayacağını iddia etmek,

* Kadının evde oturması gerektiğini iddia etmek,

**********

WOMEN AND WOMEN'S RIGHTS,

INNOVATIONS, SUPERSTITIONS

* Claiming that women were created from the rib of men,

* Saying that women do not have the right to divorce or making it difficult to exercise this right,

* Considering the man's request as sufficient for divorce,

* Considering the three divorces (three talaqs) to be completed with the word "three" uttered by the man,

* Fundamental acceptances of the Quran regarding divorce,

* Claiming that the husband has the right to beat his wife,

* Claiming that segregation is a commandment of Islam,

* Women and men sitting separately,

* Declaring the voice of a woman haram,

* Declaring shaking hands with women haram,

* Claiming that women do not have the right to vote and/or be elected, that women cannot be heads of state,

* Claiming that women should stay at home,


المرأة وحقوقها,

الابتكارات والخرافات

* الزعم بأن المرأة خلقت من ضلع الرجل،

* القول بأن المرأة ليس لها حق الطلاق أو جعل ممارسة هذا الحق أمراً صعباً،

* اعتبار طلب الرجل كافياً للطلاق،

* اعتبار الطلاق الثلاث (ثلاث طلقات) مكتملاً بكلمة "ثلاثة" نطق بها الرجل،

* قبول أساسي للقرآن بخصوص الطلاق،

* الزعم بأن للزوج الحق في ضرب زوجته،

* الزعم بأن الفصل بين الجنسين من أوامر الإسلام،

* جلوس النساء والرجال منفصلين،

* إعلان تحريم صوت المرأة،

* إعلان تحريم مصافحة النساء،

* الزعم بأن المرأة ليس لها حق التصويت و/أو الانتخاب، وأن المرأة لا يمكن أن تكون رئيسة دولة،

* الزعم بأن المرأة يجب أن تبقى في المنزل،

**************

KADIN VE KADIN HAKLARI


Hak dininde vücut verilen sapma ve saptır­maların en acımasızları, hatta en zalimleri kadınlar ve kadın haklarıyla ilgili olanlardır denenilir. 

—————

The most ruthless, even cruel, corruptions and perversions in Islam are those related to women and women's rights.

—————-

إن أشد الفساد والانحرافات في الإسلام قسوة ووحشية هي تلك المتعلقة بالمرأة وحقوق المرأة

*********

İslam, kadını çok kötü bir konumda buldu ve tüm karşı çıkışlara rağmen onu oldukça iyi bir duruma ge­tirdi. Daha iyi bir konuma ulaştırılması için de öneri­lerde bulundu. 

Ne yazık ki, Hz. Peygamber'in bu dünya­ya veda edişinin hemen ardından, bu önerilerin tam tersi yapılarak kadına Kur'an'ın ve Peygamber'in ver­diği haklar bir bir geri alındı. 

İslam Peygamberi'nin dünyadan ayrılışından sonra hortlayan müşrik Arap şuuraltının en zalim tahriplerini sergilediği alanlardan biri de kadın haklarıdır demek fazla abartma olmaya­caktır.

işin en ürkütücü tarafı, bu tahriplerin "din-İslam" adı altında yapılması ve her biri için dinin içinden birer kılıf bulunmasıdır. 

Bu kılıfı bulmak için en verimli yol olarak hadis uy­durma seçilmiştir. Putperest veya yarı putperest kadın düşmanı Arap örflerini dinleştirmek için akıl almaz yalanlar söylenerek bunlar "hadis" adı altında Allah Elçisi'ne mâl edilmiştir. 

Bununla da yetinilmemiş, Kur'an ayetleri üzerinde anlam kaydırmalarına gidilmiş, yorum adı altında, ayetlere eklemeler yapılmış ve buradan hareketle ulaşılan kadın aleyhtarı sonuçlar hızlı bir biçimde fetvalaştırılarak "fetvaya esas olan söz - the word that forms the basis of the fatwa - ألقول مفتى به- الكلمة التي تشكل أساس الفتوى - müfta bih kavil" veya "ulemanın icmaı - Consensus of scholars - ألإجماع العلماء"yaftalarıyla nasların (vahiy normlarının) üstüne çıkarılmıştır. 

İslam dün­yasında kadın haklarıyla ilgili bugünkü ka­bullerin tamamına yakını, vahiy kaynaklı tes­bitler olmaktan çok, Hristiyan konsillerinin kararlarını andıran ulema fetvalarıdır.

—————-

Almost all of the current acceptances regarding women's rights in the Islamic world are fatwas of scholars that resemble the decisions of Christian councils rather than determinations based on revelation.

—————-

إن كل القبولات السائدة اليوم فيما يتعلق بحقوق المرأة في العالم الإسلامي هي فتاوى لعلماء تشبه قرارات المجامع المسيحية، وليست قرارات نابعة من الوحي.

********

Bu fetvaların daha uzun süre din olmaya devam ede­cekleri söylenebilir. 

Çünkü Ortadoğu'da kitleleri çağdışı ve İslam dışı despotizmlerle güden si­yasetlerin kadın haklarını geleneksel çerçeve­nin dışına çıkarmaları, bindikleri dalı kesme­leri olur. 

Hiç kimse bindiği dalı kesmek gibi bir "fedakârlık" içine girmez. 

Bu dal, ancak ona binerek hayat sürenlerin kahrı altında ezi­len halk kitlelerinin, özellikle kadınların kıyamıyla (baş kaldırmasıyla) kesilebilir.

Ne yazık ki, İslam dünyası denen coğrafya­larda bu kıyamdan öncelikle yararlanacak olan kadınlar, kendileri için çırpınan düşünce ve düşünürlerin yanında olmak yerine, onları cehennemlik ilan eden ruhban bozuntusu zalimlerin yanında durmaktadır. 

—————

Unfortunately, women in the Islamic world, instead of standing with the ideas and thinkers who fight for them, stand with the priest-like religious tyrants who declare that these thinkers are destined for hell.

—————-

وللأسف، فإن النساء في العالم الإسلامي، بدلا من الوقوف مع الأفكار والمفكرين الذين يجاهدون من أجلهن، يقفن مع   الطغاة الدينيون مثل الكهنة الذين يعلنون أن مصير هؤلائ المفكرين إلى الجحيم.

***********

Cumhuriyet'in aç­tığı özgür irade ve düşünce ufku sayesinde farklı duran Türkiye'de de son yıllarda ruhban zulmüne destek yönünde ürkütücü bir ilerleme görülmektedir.

Bu kıyam olmasın diye Ortadoğu despotizmleri her türlü tedbiri almaktadır. 

O r t a d o ğ u halklarının bunu fark etmeleri hem bu topraklardaki despotizmlerce istenmiyor, hem de İslam'ı 21. yüzyılın gözünde karanlık ve kanlı göstermeyi temel strateji yapmış Batı dünyasınca...

Kitleler uyanıp Cumhuriyet Türkiyesi'nin temsil et­tiği ufuk açıcı örnekler benimsenmedikçe Ortadoğu des­potizmlerinin kahrı devam edip gidecektir.

Burada bizim için birinci derecede önemli olan, Cumhuriyetin, daha doğrusu sahip bulun­duğumuz nimetin kıymetini bilmek ve dinimize saygımızı aleyhimizde kullanan faaliyetlerin oyununa gelmemektir. 

Yoksa yarınlarımıza ve çocuklarımıza yazık etmiş oluruz.


BİD'ATLAR, HURAFELER


* Kadının, erkeğin kaburga kemiğinden yaratıldığını iddia etmek:


Bu İslam dışı kabule dayanak sağlamak için önce Kur'an'da bir anlam kaydırması yapılmış, sonra da ha­dis adıyla ortaya sürülen bazı uydurmalarla k a d ı n , erkeğin bir tür artık ve atığı konumuna getirilmiştir.

Anlam kaydırması, Nisa Suresi 1. ayetinde yapılmış­tır. 

Ayet şu: 

“Ey insanlar! Sizi bir tek canlıdan yaratan, ondan onun eşini de vücuda getiren ve o ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üreten rabbinize karşı gelmekten sakının..."

Bu ayette geçen "bir tek canlı" karşılığı kullanılan "min nefsin vâhidetin- from a single soul - من نفس واحدة" ifadesindeki "nefs - soul - النفس", her nedense “erkek - masculine - مذكر" anlamında yorumlanmış, böyle olunca da kadın, erkekten yaratılmış bir ikincil canlı durumuna gelmiştir. 

Oysaki "nefs" kelimesi her türlü canlı­yı ifade eder. 

Dahası, gramatik olarak bu kelime 

di­şildir - feminine - المؤنث .

Nitekim ayette bu kelimenin sıfatı olarak kullanılan "vahide - single - ألواحدة" kelimesi de, “sıfat-mevsûf -niteleyen-nitelenen-the description and the described- ألصفة والموصوف” uyuşumu için (dişil - feminine - müennes - ألمؤنث) seçilmiştir. 

Yani eğer kelimeler üzerinden yürüyeceksek, kadının erkekten değil, erke­ğin kadından doğduğunu söylememiz gerekecektir.

Ama Kur'an'ın vermek istediğinin bunlarla ilgisi yoktur. 

Kur'an'ın anlatmak istediği, canlıların üremesinde-artmasında hücre bölünmesinin gündeme getirilmesidir. 

Ayetin cinsiyetle filan alakası yoktur. 

Ayetle ilgisi varmış gibi tefsirlere sokulan bu yorum, Beni İsrâîl çevrelerinin eski kabullerinden ibarettir. 

Bu kabuller, ne yazık ki, geleneksel İsrailiyatçı zihniyetlerce İslam bünyesine sokulmuştur.

Ayette geçen "zevc-spouse-ألزوج" kelimesi de erkeğin eşi yani ka­dın anlamında yorumlanmıştır ki bu da yanlıştır. Kur'an bu kelimeyi her türlü polariteyi-pariteyi ifade etmek için kullanır. 

Tüm canlılar, tüm bitkiler, tüm varlıklardaki çift kutupluluk (double polarity-قطبية مزدوجة) zevciyet (parity-ألزوجية) kelimesiy­le ifade edilir. 

Hücredeki bölünme halinde doğan iki­likler de bu kelimeyle ifade edilmektedir. 

Bunun, kadın-erkek cinsiyetiyle kayıtlanması yanlıştır. 

(Bu konuda bk. KTK, Zevciyet mad.)

Kaburga kemiği hikâyesine gelince, bu, Tevrat kaynaklı bir kabuldür. 

Yahudi geleneğinde yeri vardır. 

O gelenekten kaynaklanan bir örnekleme, kadının fazla zorlamaya gelmediğini, üstüne üstüne gidilmesinin yan­lış olduğunu anlatırken, "Kadın kaburga kemiğin­den yaratıldı, yapısında eğiklik vardır; fazla doğrultmaya kalkarsan kırılır." demektedir. 

Hz. Peygamber, kadın konusunda konuştuğu bir sırada yö­renin çok kullandığı bu örneklemeyi kullanmıştır. 

Bunun böyle olduğunu, sahabî neslinin hocalarından biri

olan İbn Abbas (ölm. 68/687), açıkça bildiriyor.

İbn Abbas böyle diyor ama, sahabî neslinin "kezzâb -excessive liar-ألكذاب" yani sınırsızca yalan söyleyen kişi (a person who lies without limits - شخص يكذب بلا حدود) diye dam­galadığı Ebu Hureyre aksini söyleyerek bu sözün hadis olduğunu iddia ediyor. 

(Ebu Hureyre'nin şaibeli kim­liği, İslam'ı tahrip ve tahrif etmek isteyen Yahudi ha­hamları, özellikle ünlü casus-tahripçi Ka'b el-Ahbâr tarafından nasıl kullanıldığı, İslam'a verdiği zararlar ve güvenilmezliği hakkında Mısırlı bilgin M a h m u d Ebu Reyye (ölm. 1970)’nin ölümsüz eseri "Şeyhu'l- Madîra Ebu Hureyre - شيخ المضيرة أبو هريرة"nin okunmasını önemle tavsiye ederiz.)

Kime inanacağız? 

Ebu Hureyre (ölm. 58/677) gibi, her yanı şaibeli, yalancı damgası yemiş, bu yüzden Ali, Ömer ve Âişe gibi büyük sahabîlerin takibine uğramış birine mi, yoksa "müfessirlerin babası, sahabenin hocası" gibi unvanları olan ve Peygamberimizin "Allahım! Buna, dinin inceliklerine nüfuz gücü ver, din buyruklarının özünü yakalamayı ona nasip et!" duasıyla lütuflandırılmış bir büyük sahabîye mi?

Biz bu rivayete de, o rivayete destek sağlamak için Kur'an ayetinde vücut verilen anlam kaydırmasına da karşıyız. 

Kadın, kimsenin kaburga kemiğinden yaratılmamıştır, erkeğin uydusu filan da de­ğildir. 

Tıpkı erkek gibi, yükümlülükleri vardır, ama tıpkı erkek gibi, hakları da vardır.(Kaburga kemiği 

me­selesinde ayrıntılar ve kaynaklar için bk. Kİ, 531-536)


* Kadının boşama hakkı olmadığını söylemek veya bu hakkın kullanımını zorlaştırmak:


Boşama hakkı, Kur'an tarafından kadın-erkek ay­rımı yapılmadan ilkeye bağlanmıştır. 

Bakara Suresi 229. ayet: 

“Boşama iki kezdir. Bunun ardından ya iyilikle tutmak, yahut da güzelce serbest bı­rakmak gerekir" diyor. Ayet, hakkın kimde olduğun­dan söz etmemiştir. 

O halde, genel kural gereği, hak, tarafların her birince kullanılabilir.

Geleneksel fıkıh, tüm alanlarda olduğu gibi, burada da kadının aleyhine yoruma giderek kadının boşama hakkını kullanmasını "hull ve tefviz-removal and authorization-الخلع والتفويض" denen şartlara bağlayarak zorlaştırmıştır. 

(Bu şartlar için bk. Kİ, 432- 435) Erkeğe gelince o, istediği anda, istediği şekilde bo­şama hakkına sahiptir. 

İsterse ağzından çıkacak bir tek "Boşsun!" sözcüğüyle...


* Erkeğin isteğini boşanma için yeterli görmek:


Bu da acımasız bir saptırmadır. Kur'an, boşanma için ana başlık olarak bir tek sebep kabul 

et­mektedir: Geçimsizlik-marital discord-الخلافات الزوجية. 

Bu ana başlığın (geçim­sizliğin) değişik türleri olabilir, bu ayrı bir meseledir.

Temel sebep geçimsizlik olunca, bunun var­lığını belirlemek, boşanma isteyen tarafa 

bıra­kılamaz. 

Hukuk mantığı ve hukukun gayesi bunu gerektirir. 

Sebebin varlığını ileri süren tarafın doğruyu söyleyip söylemediğinin araş­tırılması kaçınılmazdır. 

Yani geçimsizliğin olup olmadığına yargı-mahkeme karar verecektir. Kur'an, işte bunun için, boşanmaya karar verme yetkisini yargıca-yargıçlara vermiştir. 

Taraflar, geçimsizliğin varlığını beyan ederek işi hakeme/hâkime götüreceklerdir. 

Hakemler/hâkimler önce barıştırmayı deneyecekler, bunda başarılı olamazlarsa boşanmaya karar vere­ceklerdir, (bk. Nisa, 35, 128, 130)

Tüm bu aşamalar, süresi ne kadar uzun olursa olsun, bir boşanma (bir talâk) demektir. 

Bir gün de sürebilir, beş yıl da sürebilir. 

O önemli değildir. 

Karar verildikten sonra çiftlerin ayrı yaşamaları başlamış olacaktır.

Geleneksel fıkıh burada da bir hak ihlali sergilemekte ve erkeğe verdiği boşama hakkı­nın, ağızdan çıkacak bir "Boşsun!" veya "Seni boşadım!" sözüyle vücut bulduğunu kabul etmek­tedir. 

Böyle olunca da ayrı yaşamanın getirebi­leceği tekrar birleşme ihtimali ortadan kalk­maktadır. 

İş bununla da kalmamış, hak ihlali çok daha ileri boyutlara götürülmüştür. 

Şöyle:


* Üç talâk’ın (boşama’nın) gerçekleşmesini erkeğin ağzından çıkacak " ü ç " sözüyle tamamlanmış saymak:


Kur'an, boşanan tarafların tekrar birleşmelerini önermiş, bunun için imkân hazırlamıştır. 

Birinci talâk üzerine ayrı yaşamaya başlayan taraflar, başka biriyle cinsel temasta bulunmamış olmak koşuluyla, tekrar bir­leşmek isterlerse birleşir, yuvalarını devam ettirirler. 

İkinci bir talâk halinde bu imkânı yine kullanabilirler. Kur'an'ın bu tutumu dikkatle incelendiğinde burada, gü­nümüz Medenî Kanun'undaki "ayrı yaşama" kararının yarattığı sonuca benzeyen bir durumla karşı karşıya olduğumuz anlaşılır. Çünkü taraflar, hiçbir müda­hale ve işleme gerek kalmadan tekrar birlikte olabile­ ceklerdir.

Olay üçüncü kez tekrarlanırsa tarafların yeniden birleşmeleri, kadının bir başka erkekle evlenip boşan­ması şartına bağlanmıştır.

Kur'an böylece, evlilik kurumunun yaz-boz tahtasına dönüştürülmesini önlemek istemiştir.

Geleneksel fıkıh, hiçbir vahyî-hukukî dayanağı ol­madan, bu "üç talâk" konusunu erkeğin ağzından çı­kacak bir " ü ç " kelimesiyle bitmiş saymaktadır. 

Yani erkek, karısına "seni üç talâkla boşadım" derse ar­tık bunların bir araya gelmeleri mümkün olmayacaktır. 

Bu saptırmayı yasallaştırmak için sergilenen oyunlar çok çirkindir. 

Bu yanlışı düzeltmek için ünlü "hulle-hulleci" oyunlarının sahnelendiğini hepimiz bilmekte­yiz. Erkeğin ağzından çıkıveren bir kelime yüzünden yuvasını ve kocasını kaybeden kadın, yuvasına ve eşine dönmek için, kiralanmış bir adamla (hulleci) sözde bir nikâh kıymakta, sonra o adam tarafından yine sözde bo­şanmakta ve ancak ondan sonra eski kocasıyla birlikteliğini yeniden kurabilmektedir.

İç içe yanlışlar, iç içe saptırmalar, zulüm­lerle karşı karşıyayız. 

Ve bunların tümünde acıyı çeken, kadındır.

Geleneksel fıkıh despotizminin İslam'ın başına neler açtığını biraz daha yakından görelim: 

1. Boşama yetkisi haksız bir biçimde sadece erkeğe verili­ yor, 

2. İki kez boşanıp birleşebilme imkânı, er­ keğin ağzından çıkacak "Seni üç talâkla boşa­ dım" sözüne bağlı kalınarak kullanılmaz hale getiriliyor, 

3. Ağzından çıkan bir kelimeyle eşini ve yuvasını kaybettiğini anlayan erkeğin hatasını tamir yükümlülüğü yine kadına yükleniyor. 

Kadın bir başka erkeğe geçici bir süre (hülle adıyla) teslim ediliyor. Yani erkeğin öfke ve hatasının cezasını kadın ödüyor.

Şimdi, duruma, Kur'an'ın boşanmayla ilgili temel kabullerini dikkate alarak bakalım:

Taraflardan her birinin boşanma ve boşama hakkı vardır. 

Bu hak egoist keyifler için 

kul­lanılamaz. 

Ortada boşanmayı gerekli kılan bir geçimsizlik olmalıdır. 

Bu sebebin varlığını öne sürerek boşanma isteyen taraf, bu isteğini şart­lara, zamana, zemine göre oluşmuş karar mer­cilerine (günümüzde mahkemelere) iletecektir. 

Kendisi "Geçimsizlik var, ben boşanıyorum" veya "Seni boşuyorum" diyerek evliliği bitiremez, mutlaka yetkili mercie başvuracaktır.

Merci, önce tarafları barıştırmayı ve yuvayı kurtarmayı deneyecektir. Bunda başarılı ola­mazsa boşanmaya karar verecektir, 

(bk. Nisa Su­ resi, 128, 130) 

Bu işler hangi uzunlukta bir süre alırsa alsın, verilen karar "bir" boşanma (bir talâk) hükmündedir. Yani taraflar isterlerse yeniden bir araya gelebilir, yuvalarına, 

evli­liklerine kaldıkları yerden devam edebilirler.

Bu durum iki kez tekrarlanabilir. Üçüncü kez tekrar­landığında kadının bir başka erkekle evlenip boşanması gerçekleşmedikçe eski evlilik tazelenemez. 

Kadının başka bir erkekle evlenip boşanması bir muvazaa ile (hülle ile) çözülemez. 

Ciddi biçimde bir evlilik yapılmalı ve ciddi biçimde bir boşanma gerçekleşmiş olmalıdır.


Hülle rezaleti İslam'ı yüzyıllardır simsiyah gösteren ve adına hile-i şer'iye denen çirkin oyunlardan biri­ dir ...

 (Boşanma ile ilgili saptırmaların ayrıntıları için bk. Kİ, 430-441). 

Kur'an'ın verileri esas alındığında kadının da erkek gibi, boşama hakkı vardır ve bu hak hiçbir ağırlaştırıcı usule bağlanamaz.

Şimdi burada bir noktanın altını çizmek borcundayız:

Şurada verdiğimiz bilgiler ve çizdiğimiz tablolar esas alınarak bakıldığında, bugünkü medenî dünyanın, o arada Türkiye Cumhuriyeti'nin, evlenme ve boşanma konusunda geçerli saydığı hukuk-kanun düzeninin Kur'an'ın ideallerine, gelenekçi fıkıh despotizminin tavrından daha uygun ol­duğu anlaşılır.


* Kocanın, karısını dövme hakkının olduğunu iddia etmek:


Bu iddia da kadın aleyhindeki geleneksel baskının sergilediği saptırmalardan biridir. 

Ve bu saptırma, ne yazık ki Kur'an'ın Nisa Suresi 34. ayetine dayandı­rılmaktadır.

Bu dövme konusunda sadece bir değil, iki tutarsızlık sergilenmektedir. 

Tutarsızlıkların ikisine de Nisa 34'teki bir tâbir âlet edilmektedir: Geleneksel kabulün, "Dövün!" diye tercüme ettiği "fadribuhünne-فاضربوهن" cümle­si... 

Bu cümlede bir edat, bir emir ve bir zamir yer al­maktadır. 

Omurga kelimemiz, emirdir.

Bu emir, Arapça'da yirmiye yakın anlamı bulunan " d a r b - ألضرب" kelimesinden türeyen bir emirdir. Ayetteki durumu, hem üçlü (sülâsî - ثلاثي) kalıptan hem dörtlü (rubaî - رباعي) kalıptan alınmasına uymaktadır.

Nisa 34. ayete önce geleneğin kabulleri açısından, sonra da bu kabullerin dışından bakacağız. Geleneğin kabulleri acısından baktığımızda burada b i r saptırma, bir de tutarsızlık dikkat çekiyor. Saptırma, döv­meye gerekçe yapılan " s u ç " u n niteliğindedir. Tutarsız­lık ise bu suça verilen dövme cezasının uygulama biçiminde...

Geleneksel kabul, ayetteki "darb" sözcüğünü " d ö v m e k " anlamıyla alıyor. 

Bunun doğru olduğunu varsayalım. O zaman iki soru gündeme gelecektir:

1. Dövme, hangi suçun veya suçların karşı­lığı olacaktır? 

Bu "suç", geleneksel anlayışın iddia ettiği gibi öyle "huysuzluk, geçimsizlik, dikbaşlılık"değildir, ayetin deyimiyle "nüşûz - recalcitrance - نشوز" eylemidir. 

Ne­dir kadının bu nüşûz’u? 

Isfahanlı Râgıb'ın beyanıyla "nüşûz ; kadının, kocasına kin tutması ve ona saygıdan uzaklaşıp başkasına göz koymasıdır." 

(bk. el-Müfredât, K. V. M. mad.) Arapça'nın anıt lügatle­rinden biri olan el-Kâmûs el-Muhît ise nüşûzu, çe­virmeni Asım Efendi'in Türkçesiyle şöyle tanıtıyor: 

“Nüşûz ; hatun, zevcine buğz ve adavet idüp is­yan ile muamele eylemek manasınadır." 

Yani "nüşuz, hanımın, kocasına, düşmanlık ve kinle isyan etmesidir."

Demek oluyor ki, her şeyden önce, dövmeye gerekçe yapılan şey, gelenekçi zihniyetin söylediği gibi" huysuzluk, geçimsizlik" değildir; düşmanlık, başka­sına göz koyma, kin tutma, sadakatsizlik sonu­cu kocaya karşı bir isyanın başlatılmasıdır. Kısacası, bir iffetsizlik ve sadakatsizlik söz konusudur...


2. Dövme anlamında alınan darbı kim uy­gulayacaktır? 

Dövme, ister had (nasla belirlenmiş ceza), ister ta'zîr (nasla belirlenmemiş suça, yönetimin ceza takdir etmesi - the administration's determination of punishment for a crime which is undetermined by Qur’an - التعزير) sonucu olsun bir müessir fiildir. 

İki halde de kamu otoritesi tarafından infaz edilecektir; aksi halde ihkak-ı hak (kişinin kendi hakkını kendisinin alması - to take one's own rights - إحقاق الحق) söz konusu olur. 

İhkak-ı hak ka­nun dışıdır. The right to take one’s own right is illegal. إحقاق الحق غير قانوني. 

Bu demektir ki dövmeyi, bir şikâyet üzerine, kamu otoritesi hükme bağlayıp uygulayacaktır.

Yani, Nisa 34. ayette kadının dövülmesi vardır desek bile bu, kocanın karısını dövmesi ilkelliğine gerekçe yapılamaz. 

Kadın, şayet bir din emri (!) olarak dövülecekse bunu ilgili kamu görevlileri yapacaktır.

Nisa 34. ayete geleneksel kabullere takılma­dan bakarsak ne görüyoruz?

Birincisi: Kur'an, kesinleşmiş zina suçuna dövme cezası veren bir kitaptır. 

Böyle bir kita­bın, sadakatsizlikten kuşku haline aynı cezayı vermesi bir teşriî (kanun koymaya ilişkin) tutar­sızlık olur. 

Kur'an böyle bir tutarsızlıktan münezzehtir (arınmıştır).

İkincisi: Kur'an, " n ü ş û z " sözcüğünü, Nisa Suresi 128. ayette erkek için de kullanmıştır. 

Geleneksel kabulde, erkeğin nüşûzunda hiçbir cezadan söz edilmez; sadece aile içi huzuru sağ­lamaya yönelik tedbirlerden söz edilir. 

Peki, neden er­keğin nüşûzunda tedbir var da kadınınkinde dayak var?

Geleneksel kabul, "Kitap böyle" diyor şeklinde ce­vap verir. 

Hayır, kitap öyle demiyor. 

Kitap, kadının nü­şûzunda da tedbirler öneriyor.

Şunu da hemen ekleyelim: 

Nisa 34'te erkeklerin sıfa­tı olarak çoğulu kullanılan " k a v v â m - القوام" kelimesi de ge­lenekçi anlayışın tercüme ettiği gibi "hâkim, yönetici" filan demek değildir. 

Kollayıp gözeten (muhafaza ve mürâât eden - the one who is watching over, looking after, protecting - من الذي يراقب و يحفظ) demektir. 

Nisa 135 ve Mâide 8'de de aynı anlamda kullanılmıştır. 

Nitekim el-Kâmûs el-Muhît, Nisa 34'teki " k a v v â m " sözcüğünü anlamlandırırken bunun "Kadının işleriyle meşgul olmak" (kıyam bi şuûni'l-mer'a - القيام بشؤون المرئة) anlamına geldiğini söylemiştir.

İşin gerçeği budur ama geleneksel te’vilcilik gerçeği değil, kendi hesabını esas almaktadır. 

Tarih boyunca hep böyle yapmıştır. Hesaba göre fetva bu te’vilciliğin te­mel tavırlarından biridir. Osmanlı'nın hem de "en âlim ve en fazıl" vezir-i âzamlarından biri olan Lutfi Paşa (16. yüzyıl) zina eden kadınların cinsel organ­larını dağlatıyordu. 

Aynı suçu keyfince işleyen erkekle­re neden aynı cezayı vermediğini soran eşini ise " e r i n e hürmetsizlikken dayağa çekmişti.

Duruma sünnet açısından da bakalım: Gele­ neksel hurafecilik, herhangi bir konuda Kur'an'dan bir dayanak bulamayınca işi "sünnet" vadisine çeker. 

Oradaki bulanık sularda kendisini destekleyecek bol uydurma bulacağından çok emindir. 

Ama bazan hayal kırıklığına uğrar. Çünkü sünnet malzemesinin uydurma olmayanları da vardır.

Hz. Peygamber Nisa 34'ü sözlü ve uygulamalı sünnetiyle nasıl yorumlamıştır?

Peygamberimiz, hayatı boyunca, zina iftirasına ma­ruz kalan eşi de dahil, hiçbir hanımına el kaldırmamış­tır. 

Peki, onun hayatında, Nisa 34. ayetin sünnetle yoru­mu sayabileceğimiz ne vardır? 

Biri söz, biri fiil şu iki yorum vardır:

Sünnet adına en güvenilir metin olarak düşünülebi­lecek Veda Hutbesi'nde, Peygamberimize isnat edilen şu sözleri görüyoruz: "Kadınlar üzerinde sizin hakkınız, onların sizin yataklarınızı/namusları­nızı bir başkasına çiğnetmemeleridir. 

Eğer bu hakkınızı korumaz ve yatağınıza bir başkasını sokarlarsa onları, yaralama noktasına gelmeyecek biçimde dövün..." (Beyhakî; Delâilü'n-Nübüvve, 5/436)

Kur'an'ı dışlamada birinci derecede destek yaptıkla­rı sünnet işte bunu söylüyor. 

Eğer bu söz gerçekten Hz. Peygamber'in ise (karar, gelenekçi-anlayışa bırakılmıştır) o, kocasının yatağına yabancı bir erkeği almış, zina suçu işlemiş bir kadının kocası tarafından ancak yaralama noktasına gelmeyecek, iz kalmayacak (gayrı müberrih) biçimde hafifçe dövülmesine izin vermektedir. 

Hal böyle iken, aynı Peygamber nasıl olur da "huysuzluk, dikbaşlılık, saygısızlık etmesin­den kuşku duyulan" kadınlara dayak atılmasını yasallaştırır?

Şimdi, Kur'an'dan bakalım: 

Nisa 34. ayette iffetsiz­liklerinden, düşmanlıklarından kuşku duyulan kadın­lara öngörülen "ceza"lar içinde dövme yoktur. 

Daha doğrusu Nisa 34. ayette, öngörülen bir ceza yok, alınması gereken bazı tedbirler vardır. 

Dayak bir müessir fiildir; dayaktan tedbir olmaz, ceza olur.

Nisa 34. ayetteki "darb" kelimesi Kur'an'daki kullanımının dışına çıkarılarak bir oyun oynanıyor ve kadının en küçük bir itirazı bile mahkûm edilerek erkeğin dayağıyla cezalandırılıyor. 

  • Tam bir y a r g ı s ı z infaz... 
  • A complete extrajudicial execution..
  • إعدام كامل خارج نطاق القضاء..

Yargısız ve bazen sadist infaz... Kadın bir tür köle durumuna düşürülüyor.


Doğrusu nedir? 

Nisa 34. ayette öngörülen tedbir ne­dir? 

Oradaki "dövmek" anlamında alınan ve er­keğin doğal hakkı haline getirilen "Darb edi­niz!" ifadesinin gerçek anlamı nedir?

Önce, Nisa Suresi 34. ayette geçen darb söz­cüğünün Kur'an'daki kullanımlarını görelim:


1. Örnek vermek, örneklerle anlatmak: Örnek olarak bk. İbrahim, 24; Nahl, 75-76; Rûm, 28

2. Gezip dolaşmak, seyahat etmek: Örnek ola­rak bk. Nisa 94, 101; Mâide, 106

3. Yol açmak: bk. Tâhâ, 77

4. Uzaklaştırmak, uzakta tutmak: (bk. Zühruf, 5)

5. Mühürlemek, damgalamak, tıkamak: (bk. Bakara, 61; Kehf, 11)

Darb sözcüğünün vurmak anlamındaki kullanım­ları ise şöyledir:

6. Yüze ve sırta vurmak: Bu kullanım, v ü c û h (yüzler) ve edbâr (sırtlar) sözcükleriyle daima birlikte­dir, (bk. Enfâl, 50; Muhammed, 24)

7. Elle vurmak (hit with hand - الضرب باليد) : Bu kullanım, câr edatı (الحرف الجر) (Ba - B - ب) iledir, (bk. Saffât, 93)

8. Boyun ve parmakları vurup uçurmak: Bu kullanım a'nak (necks - ألاعناق)(boyunlar) ve benân (parmaklar) ke­limeleriyle bir kullanımdır, (bk. Enfal, 12)

9. Bir âletle (sopa vs.) vurmak: Bu kullanım da câr edatı (Ba) iledir, (bk. Bakara, 60, 73; Araf, 160; Şu- ara, 63; Sâd, 44)


Nisa 34'teki kullanım, vurmak anlamındaki kulla­nımların hiç birine uymamaktadır. 

Darb kelimesi bu­rada, taşıdığı yirmiyi aşkın anlamın birisi olan "barındığı yerden uzaklaştırmak (sülâsîden kullanım - إستعمال من الثلاثي), yolculuğa çıkarmak (if'al - إفعال kalıbından kullanım) anlamında kullanılmıştır. 

Çünkü diğer kulla­nımların hiçbirisi bu ayetin amacına ve içeriğine uymamaktadır.

Özellikle "uzaklaştırmak - keep distant - التبعيد" anlamındaki kullanım hem içerik hem de filolojik açıdan çok uygun düşmekte­dir. 

Çünkü bu kullanımda (sülâsî fiil -  الفعل الثلاثي) (darabe - ضرب) mef’ûlüne (tümlecine - object - مفعول به) hiçbir edata ihtiyaç duymadan doğru­dan ulaşmaktadır ki, geleneksel okuyuşlara da tamamen uygundur. 

Buna göre, Nisa 34'teki "fadribûhünne - keep them away فاضربوهن" emrinin anlamı "Onları bulundukları yerden uzaklaştırın!" olur.

Kullanımın vurmak anlamında olması filolojik açı­dan mümkün görülebilir ama bu anlamda alınmasını engelleyecek "dinsel karineler", hatta deliller vardır. 

Bunlar: 

1. Kesinleşmiş zina suçuna dövme cezasının verilmesi, 

2. İfk olayında Hz. Âişe'nin dövülmeyip ikamet yerinden uzaklaştırıl­ması, 

3. Veda Hutbesi'ndeki sözün, kadınları dövmeyi, kesin zina suçu şartına bağlamasıdır.

Bilindiği gibi ;

İfk olayı ; Hz. Âişe'ye zina suçu isnat edilmiş bir olayın adıdır. 

Kur'an, Nûr Suresi'nde bu olayı ayrıntılarıyla ele almakta ve Âişe'yi aklamak­tadır. 

Olayın burada bizi ilgilendiren yanı şudur: 

H z . Âişe, zina suçuyla itham edildiğinde Hz. Pey­gamber ona dayak atmamış, attırmamış, kendi evinden uzaklaştırıp babası Ebu Bekir'in evin­ de oturmaya mecbur etmiştir. 

Veya Hz. Âişe bu­nu böyle yapmıştır. İki halde de, Nisa 34. ayetin Peygamber ve onun ev halkı eliyle bir uygu­lamasına tanık olmaktayız. Üstelik Hz. Aişe, sahabenin tefsir ve fıkıhta otorite sayılanla­rından biridir.

Özetlersek: Kur'an Nisa 34. ayette kadının dö­vülmesini emreden bir beyan yoktur, kadının sadakatsizlik ve iffetsizlik kuşkusu yaratması durumunda, olay açıklık kazanıncaya kadar eşinin evinden uzaklaştırılması vardır.

Nisa 34, dayak izni değil, üçlü bir tedbir ge­tirmektedir: 

1. Öğüt vermek, 

2. Yatakta yalnız bırakarak dikkate davet etmek, 

3. Daha etkili bir uyarı için evden uzaklaştırıp başka yerde ikamete mecbur etmek.

Dünyanın önünde başımıza dert olan bu "kadın dövme ilkelliği", Kur'an içi dinamikler işletilerek bu şekilde çözülür.


* Haremlik-selamlığın İslam'ın emri olduğunu iddia etmek:

Kadını hayatın dışına iten ve onu zihinsel ve ruhsal bunalımların tutsağı haline getiren haremlik-selamlık uygulaması eski bir Arap örfüdür.

Bazı Arap yazarlar (örneğin Seyyid Kutup) bu uy­gulamanın İslam'a Osmanlı Türkleri tarafından 

so­kulduğunu söyleyedursun (bk. Kutup'un tarafımızdan Türkçeleştirilen "İslam-Kapitalizm Çatışması" adlı kitabı) biz bunun bir Emevî uygulaması olduğunu çok iyi bilmekteyiz. 

Türklerde bunun tam tersi vardı. 

Ne ya­zık ki-unfortunately-للأسف ;

  • Hilafet denen saltanat siyasetinin 
  • the politics of the sultanate under the guise of the Caliphate 
  • سياسة السلطنة تحت ستار الخلافة) 
  • Y a v u z Selim tarafından Osmanlı Devleti'ne taşınmasından sonra, 
  • İslam'ın en güzel yorumu olan "Türkmen Yorumu" , Arabizm’in güdümüne girdi ve birçok Emevî töresi "İslam" adı altında içimize sokuldu. 
  • The most beautiful interpretation of Islam, the "Turkmen Interpretation", came under the control of Arabism and many Umayyad customs were introduced to us under the name of "Islam". 
  • التفسير التركماني"، أجمل تفسير للإسلام، أصبح تحت سيطرة العروبة وأدخلت إلينا الكثير من العادات الأموية تحت ستار اسم "الإسلام"
  • The most beautiful interpretation of Islam, the "Turkmen Interpretation", came under the control of Arabism and many Umayyad customs were introduced to us under the guise of "Islam".


Bunlardan biri de haremlik-selamlık denen uygulamadır.

Bu uygulamanın öngördüğü davranışlar şunlardır:


* Kadınlarla erkeklerin ayrı ayrı oturmaları:


Bu İslamdışılık; evde, işyerinde, sünnet, düğün, kon­ferans, cenaze gibi toplantılarda, toplu yemeklerde (kadınlarla erkeklerin birlikte yemek yiyebi­leceklerini hükme bağlayan Kur'an ayeti için bk. Nûr Suresi, 61) kadınlarla erkeklerin ayrı ayrı yerlerde mekân tutmaları şeklinde uygulanmaktadır.

——————-

This unislamicity is practiced in the form of men and women having separate places at home, at work, at gatherings such as circumcisions, weddings, conferences, funerals, and at communal meals.

(For the verse in the Quran that decrees that men and women can eat together, see Surah An-Nur, 61)

————————

وتمارس هذه اللاإسلامية في صورة وجود أماكن منفصلة للرجال والنساء في المنزل، وفي العمل، وفي التجمعات مثل الختان، وحفلات الزفاف، والمؤتمرات، والجنازات، وفي الوجبات الجماعية.

(للاطلاع على الآية القرآنية التي تقضي بأكل الرجال والنساء معًا، انظر. سورة النور، 61)

*********

Bu anlayış, son zamanlarda, Türkiye’de, İslam'ın ağır bir is­tmarı olan "siyasal dincilik" tarafından okullara, dersanelere, hastanelere kadar sokularak Müslü­manların hayatını tam bir kaosa çevirdi. 

Halkı birbiri­ne düşürdü, Müslüman'ı Müslüman'dan kuşku duyar bir duruma getirdi. 

Müslümanların dünyanın gözünde, içle­ri şehvet dolu kötü niyetli insanlar olarak algılanmala­rına ve tanıtılmalarına zemin hazırladı. 

(Haremlik-selamlık uydurması için bk. Kİ, 622-627. 

——————-

This understanding, which is a SERIOUS ABUSE OF ISLAM, has recently been introduced (in Turkey) to schools, prep schools and hospitals by "political religionizm" and has turned the lives of Muslims into complete chaos. 

It has caused discord among the people and made Muslims suspicious of each other. 

It has prepared the ground for Muslims to be perceived and presented as lustful, evil-intentioned people in the eyes of the world. 

(For the fabrication of the "selamlik" (for men and women) distinction, see Kİ, 622-627.)


وقد أدخل هذا الفهم مؤخراً في تركيا إلى المدارس والمؤسسات التعليمية الخاصة والمستشفيات عن طريق “السياسة الأسلاموية” وهو إساءة خطيرة للإسلام، وحول حياة المسلمين إلى فوضى عارمة. 

لقد قسمت الناس ضد بعضهم البعض وجعلت المسلمين يشككون في بعضهم البعض. 

لقد مهدت الطريق أمام ظهور المسلمين وتقديمهم في أعين العالم على أنهم أناس خبيثون ومليئون بالشهوة. (للاطلاع على اختراع haremlik-selamlik، انظر KI 622-62

**********

Bu konuda sahabî uygulamalarının nasıl saptırıldığı hakkında bk. Vehbi Ecer; "îslam Tarihi Dersleri", 2/128, 207-211)


* Kadın sesinin haram ilan edilmesi:

İslam dışı kabullerin görünümlerinden biri de bu­dur.


Şu bir gerçek ki, İslam vahiyleri içinde, kadın sesinin haram olduğuna ilişkin bir işaret bile yoktur. 

Bu, temelinden uydurma bir yasaktır. 

Dört mezhep fıkhını anlatan eserinde Abdurrahman el-Cezîrî (ölm. 1941) şöyle diyor: 

“Dört mezhebin kabulü­ne göre, kadın sesi, avret yani yasak değildir. Ancak fitneden korkulduğundan haram ilan edilmiştir." 

(el-Cezîrî; el-Fıkh 'ale'l-Mezâhibi'l-Erbaa, 1/175)

Demek oluyor ki bu yapay yasak, birilerinin, "Fitne çıkar" demesiyle konmuştur. 

Ama zaman göstermiştir ki, en büyük fitne bu sözün dinleştirilmesiyle çıkmıştır.

Kadının sesinin haramlığı bir yana, kadınların imam bile olabilecekleri, Peygamberimizin uy­gulamalarıyla sabittir. 

Hem de bu imamlık, kadı­nın kadına değil, kadının erkek ve kadına birlikte imamlığıdır. 

Bu konuda Peygamberimizin açık uygu­laması vardır. 

(Ayrıntı için bk. Kİ, 620-622; " Asr-ı Saadet’in Büyük Kadınları", Ümmü Varaka bahsi)


* Kadınlarla tokalaşmayı haram ilan etmek: 

Saptırmalardan biri de budur. (Ayrıntı için bk. K İ ,

622)

Ne ilginçtir ki bu saptırmanın siyasal avukatlığını yapan sözde "din adamı, fakıh" birçok kişi bile bugün artık böyle bir yasağın İslam bünyesinde olmadığını, bunun bir örf olduğunu söylemektedir. Ama biz biliyoruz ki bu "saltanat fetvacıları" birkaç yıl önce bu mese­leyi tam tersi bir yaklaşımla halkın önüne çıkardı, ak­sini söyleyenleri zındık ilan etti.


Bu zihniyet, ülkeyi öyle bir noktaya getirdi ki 18-20 yaşlarındaki bir üniversite öğrencisi, babası, hatta dedesi yaşındaki hocasının, örneğin, bir diploma töreninde elini sıkamaz oldu. 

Çünkü sıkarsa "kötü kadın, hain kadın" mu­amelesi görecekti. 

Bu insanlık dışı davranışlar ve dayatmalar yüzünden Türkiye ve Türk insanı az kahır çekmemiştir.

İşin doğrusu şudur ki, kadınla erkeğin tokalaşma­sını yasaklayan ne bir ayet vardır, hatta ne de uydurma bir hadis. 

Bunun tam tersine şu görüş birliği vardır: 

Te­settürde serbest olan yerlere dokunulması da serbesttir,

 (bk. el-Cezîrî; el-Fıkh ale'l-Mezâhibi'l-Erbaa, 1/175) 

El ve ayakların tesettüre tâbi olmadığı noktasında ittifak olduğuna göre bu organlara dokunmak, en tutucu, en baskıcı görüşlere göre bile yasak değildir.

Hz. Peygamber'in kadınlarla tokalaşmadığı yolun­daki rivayet -ki biz onun da uydurma olduğu kanısındayız- asla yasak ifade etmez. 

Hz. Peygamber soğan, sarım­sak, av eti de yemezdi. 

Ama bunlar hiç kimseye haram değildir. 

Bu tip davranışlar onun peygamber kişiliğiyle ilgili kendine has tavırlardır. 

Bu tavırlarının ümmetini bağlamadığı, herkesçe bilinmektedir. 

Bununla birlikte bir insan, "Ben, Peygamberimizin bu tavırlarına da uyacağım, gönlüm öyle istiyor" derse ona saygı duyarız. 

Elverir ki bu yaptığını din olarak başkalarına kabul ettirmeye kalkışmasın!

Hiç kimsenin kendi tercihlerini, kendince "takvada titizlik" olarak algıladığı tavırları dinin emri gibi ortaya sürmeye hakkı ve yetki­si yoktur.


Ne yazık ki hurafe dinciliği (superstition religionism - الاسلاموية الخرافية) kendi tercihlerini Al­lah'ın ve Peygamber'in buyruğu gibi dayatmak yoluna gitmiş, dini de dindarı da zora sokmuştur.


* Kadınların seçme ve/veya seçilme haklarının olmadığını, kadından devlet başkanı olamayacağını iddia etmek:

Kadını eve hapsederek erkeğin zevk ve hizmet ara­cına dönüştüren zihniyet elbette ki, ona seçme ve seçilme hakkı vermeyecektir. Kadının devlet yönetiminde söz sahibi olmasını, hele hele devlet başkanı olmasını ise asla istemeyecektir. 

Bu zihniyeti temsil edenler, bin dereden su getirerek kadını kamu alanının dışına itmiş­lerdir.

Bizim bileceğimiz şudur: 

Bu iddia da temelden İslam dışıdır; bir Arap uydurmasıdır. (Ayrıntılar için, bk. KI, 168, 627 vd.)

Kısacası, kadın hem seçme, hem de seçilme hakkına sahiptir. 

Bu hakkı kullanırken, kendisini her türlü kamu görevine, o arada devlet başkanlığına da aday gös­terebilir.


* Kadının evde oturması gerektiğini iddia etmek:

Kadın karşıtı saptırmalardan biri de budur.

Burada iki saptırma iç içedir. 


Birincisi: Kadının evde oturması gerektiği anlamında değerlendirilen Ahzâb Suresi 33. ayetteki "karne - قرن" kelimesinin anlamı kaydırılmıştır. 

"Karne", vakar- الوقو kökünden türeyen bir fiildir. 

Vakarlı bir biçimde oturmak, vakarlı olmak demektir. 

Ayetteki "ve karne fî buyûtikünne - وقرن في بيوتكن" cümle­sinin anlamı da: 

"Evlerinizde de vakarlı oturun, vakarlı olun" ‘dur.

Hitab, Peygamber hanımlarınadır ve onlardan, evle­rinde oturdukları zaman bile vakarlı olmaları istenmek­tedir.

Ayette ilk saptırma, bu emri: "Evlerinizde oturun!" şekline dönüştürmekle yapılmıştır. 

Ayetin evde oturtmak gibi bir isteği ve buyruğu yoktur. 

Buyruk, evde otururken de vakarlı olmayı sağlamaya yöneliktir. Çünkü Pey­gamber hanımları, "Hanımlardan herhangi biri gibi değildir" (Ahzâb, 32) 

Onlar, evlerinde bir başları­na oldukları zamanlarda bile dikkatli olmak, vakar tavrı içinde bulunmak zorundadırlar.

Ayetin söylediği budur ve bu söylenenin muhatabı da Peygamberimizin eşleridir.Gelenekçi saptırmacılık aye­tin anlamını kaydırarak: 

“Evlerinizde oturun"a çe­virmiş, bunu da evden dışarı çıkmamaya dönüştürerek kadını duvarlar arasına hapsetmiştir. 

Bu baskıyı sağ­lamlaştırmak için, evinden dışarı çıkan kadını lanetle tehdit etmiş ve ne yazık ki bu tehdidi Peygamberimize isnat ettiği bir uydurma ile de desteklemiştir. 

O uydurma şudur: 

“Herhangi bir kadın, kocasının izni olmadan evinden dışarı çıkarsa, kocası onu bağışlayıncaya kadar, üzerine Güneş'in ve Ay'ın vurduğu her şey ona lanet eder." 

(bk. Elbânî; el-Ahâdîs ez-Zaîfa, 4/56)


İkinci saptırma: Ayet, tüm Müslüman hanımlara buyruk getiren " m u t l a k " bir emir içermiyor, sadece Peygamber hanımlarına buyruk getiren "mukayyed" (kayıtlı) bir emir içeriyor. Mukayyed emir, takyidi üzere hüküm ifade eder. 

Yani bu emrin doğrudan yükümlüsü Hz. Peygamber'in eşleridir. 

Ahzâb 28-34. ayetler Hz. Peygamberce, "Eşlerine de ki..." emriyle başlayan ve Peygamber hanımlarını ayrı bir kategoride ele alarak diğer kadınlardan ayıran ayetlerdir. 

Bu ayetlerdeki hükümler diğer hanımları bağlamaz. 

Bunlar, özel yüküm­lülükler getiren ayetlerdir ve bu, açıkça belir­tilmiştir.

O halde, kadınların evde oturmaları gerekti­ğine ilişkin beyanlar ve iddialar temelden uy­durmadır, saptırmadır. 

Peygamber hanımları için bile böyle bir emir yoktur. 

Nitekim Hz. Aişe bunun böyle 

ol­duğunu beyan etmiş ve evinden çıkarak aktif hayata, hatta askerî hayata atılmış ve ordu komutanı olarak gö­rev yapmıştır. 

Bu görevi, Hz. Ali'ye karşı yürütmüş olmasının yanlışlığı, kendisi tarafından da kabul ve iti­raf edilmiş ayrı bir meseledir.

Kadınların evde oturtulmaları gerektiğini söyleyen zihniyetin esas amacı kadının eğitim ve öğretimin dışında tutulmasıdır. 

Eğitim ve öğretimden pay alan kadın, kendisini eşya gibi kullanan zihniyetin başına dert açar. 

Bunun önlenmesi gerektiği düşünülmüş ve tedbir daha baştan alınmıştır: 

Kadını evde tutup eğitim ve öğretimden uzaklaştırmak. 

Bu konuda dikkat çeken uydur­ma hadislerden biri şudur: 

“O kadınları odalarda oturtmayın, onlara okuma-yazmayı öğretmeyin; onlara sadece dokuma işlerini ve Nûr Suresi'ni öğretin." 

(bk. Elbânî; ez-Zaîfa, 5/30)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder