17 Kasım 2024

33- İSLAM NASIL YOZLAŞTIRILDI?

HOW HAS ISLAM BEEN CORRUPTED?

كيف تم تحريف وإفساد الإسلام؟

*********

(Sh. 382-387)

KERAMET : Allah'ın, sözde veli kullarına ve hikmet sahibi kişilere bahşettiği vehmedilen olağanüstü güçler veya yetenekler yardımıyla harika davranışlar gösterdiklerini iddia eden/gösterdiklerine inanılan sahtekarların aslı ve astarı olmayan sözleri ve fiilleri, yani KEHANETLERİ!

—————————

KARAMAH : The self-allegedly and baseless cock-and-bull-stories and acts believed to be expressed or displayed by the so-called saintly and wise persons who allege to have been bestowed by God certain extraordinary powers or talents!

————————

 الكرامة : القصص والحكايات والأفعال الخيالية التي لا أساس لها من الصحة والتي يُعتقد أن الأشخاص القديسين والحكماء الذين يزعمون أنهم قد وهبهم الله قوى أو مواهب غير عادية يعبرون عنها أو يعرضونها!

—————————-

İslam, din sınıfı ve din kıyafeti kabul etmez. 

İslam resmî mabet fikrine de karşıdır. 

İslam'ın mabedi vardır ama bunun adı camidir, yani insanları çok değişik vesi­lelerle bir araya getiren toplantı yeridir... 

İbadetlerin cami­de yapılması şart değildir, sadece bir tercihtir. 

İbadet için dinî bir lidere de ihtiyaç yoktur.

Kısacası, “toprak post Allah dost” ilkesi geçerli­dir. 

Bizzat İslam Peygamberinin deyişiyle "Tüm yer­yüzü bir mabettir, isteyen istediği yerde ibade­tini yapabilir."

İslam bunu neden böyle yapmıştır? Sebep ve cevap tek­tir: 

Kimse din sınıfına, din kıyafetine, mabede, dinsel liderliğe dayanarak kitle üzerinde dokunulmazlık, kutsallık iddia etmesin, egemenlik kurmaya kalkmasın!..

Ne yazık ki insan bu tanrısal kurala boyun eğmemiştir. 

Eğmiş gibi görünmüş ama asla boyun eğmemiştir. 

Çünkü bu kurala boyun eğmek, kitle üzerinde sulta kur­mak, halkı sömürmek imkânlarını daha baştan yok eder. 

Egemen olmak, sömürmek ve hele hele bunu, kutsallık gibi rahat ve tehlikesiz bir kav­ramı kullanarak yapmak isteyenler dinin omurga kabullerinden biri olan sınıfsızlık, mabetsizlik ve kıyafetsizlik ilkesini etkisiz kılmanın yolunu aramışlardır. Ve bulmuşlar­dır.

Bu yol bizzat dinin içinden bulunmuştur. 

Öyle bir kavram bulunmuştur ki, peygambere hiç itiraz etmeden, hiç karşı tavır koymadan, onun yetkilerini kullanmak mümkün olmuştur. 

Bu kavram, kişileri, örtülü bir biçimde peygamber yetkisi ile donatan ve dokunulmaz kı­lan KERAMET kavramıdır.

Keramet, peygamberlerin yetkilerini kul­lanmak için birtakım insanları öne çıkarma ve dokunulmaz kılma aracı yapılan bir kav­ramdır. 

Kur'an ve sünnette hiçbir dayanağı yoktur. 

Tarih boyunca, ALLAH İLE ALDATMA sektö­rünün temel araçlarından biri olarak devrede tutulmuştur.

Kur'an ; tasavvuf ve tarikat çevrelerinin anladığı ve yaşattığı anlamda bir kerametten asla söz etmez. 

Bu an­lamda kerametler, mucizelerle lütuflandırılmış pey­gamberlerde bile görülmez. 

Tarikatlar tarihinin, ke­ramet sahibi olarak öne çıkardığı kişilere mâledilen "harîkalar"ın hemen hiçbirisine peygamberlerde bile rastlanmıyor. 

Eğer keramet dedikleri, belirleyici bir ölçü-değerse, şunu söylemek zorundayız: 

Tarikat çevre­lerinin keramet sahibi kişileri, Kur'an'ın tanıttığı nebilerden çok üstün kişilerdir.

Hem bugünkü keramet anlayışını korumak hem de bu tespite karşı çıkmak mümkün değildir.

"Mucize, peygamberlere, keramet de velilere verilmiştir, peygamberliğin göstergesi mucize, veliliğin göstergesi de keramettir!" sözü Kur'an ve din dışı bir ALDATMADIR. 

Vahyin verileri içinde bir da­yanağı yoktur. 

Kur'an, veli (Allah'a yakın insan) tâbirinin açık tanımını vermiştir. 

Bu tanımda şu iki unsur vardır: Allah'a iman, takva... (bk. Yûnus, 62) 

O ta­nım içinde üçüncü bir unsur yoktur. 

Velilik kavramı içine başka unsurları sokan anlayışlar Kur'an'da şirk olarak defalarca ifadeye konmuştur. 

Buna bağlı olarak Kur'an "ŞEYTAN EVLİYASI - أولياء الشيطان" denen bir güruhtan söz etmiştir. 

Bu şeytan evliyasının, insanları aldatıp mah­vetmede karadul denen örümcek gibi iş gördüklerine, çok tehlikeli bir zehir taşıdıklarına dikkat çekilmiştir, 

(bk. Bu eser, Şirk, Veli-Evliya, Mürşit madl.)

Kaldı ki, eğer nebilerin mucizeleri velilerin kerame­tinden üstün olacaksa, o zaman tarikatlar tarihini dol­duran ve bir benzerini hiçbir peygamberde görmediğimiz o "harikalar" (!) nedir? 

Ya onların tümü yalandır, ya­hut da bu keramet sahipleri nebilerden üstündür. 

Bunun üçüncü ihtimali yok.

İşin ilginç bir yanı da şudur: 

Tarîkat-tasavvuf çevre­lerinin anladığı ve anlattığı manasıyla keramet, en üs­tünleri HİNT FAKİRLERİNDE görülen bazı illüzyonlar ve becerilerdir. 

Bu arada tüm insanlarda bulunan ama ço­ğunluk tarafından işletilemeyen durugörü, telepati, telekinezi gibi olgular da söz konusudur. 

Ancak bun­ları işletebilenlerin din açısından üstün olduğuna iliş­kin herhangi bir kanıt yoktur. 

Olamaz da... 

Eğer olsaydı, o zaman Hint yogilerinden tarikat çevrelerine asla sıra gelmezdi. 

Bu güçleri her insan kullanabilir ve bir­ çok ülkede, birçok din ve anlayıştan birçok insan kul­lanmaktadır da... 

Bunların dinle-imanla bir ilgisi yoktur... 

İbni Teymiye bu tür gösterileri, Rahman evliyası­nın değil, şeytan evliyasının belirtisisayıyor, 

(bk. İbn Teymiye; el-Furkan, 39-41). 

İbni Teymiye, ayrıca, tasavvuf-tarîkat çevrelerinin keramet diye ortaya sürdükleri şeylerin gerçekte birer hayal ve kuruntu ürünü (halüsinasyon) olduğunu da örnekleriyle gösteriyor, 

(bk. Anılan yer, 90-91). 

İbmi Teymiye şunun altını da çiziyor:

 Bu tür kera­met gösterileri halk kitleleri üzerinde uyuşturucu etkisi yaptıklarından bunları izleyen halk gevşer, kendini bı­rakır ve şeytan bu anı değerlendirerek halkın üstüne çullanıp onları ele geçirir... 

(bk. İbn Teymiye; aynı eser, 147)

Eğer bir kerametten söz edeceksek, Rahman evliya­sının kerameti, iman ve takva değerlerindeki üretimden ibarettir. 

Bu değerlerde kim daha üretken olursa kera­meti fazla insan o olur. Gökleri, yerin-denizlerin altını fetheden, gen şifrelerini çözen üretimler dururken, hâlâ onun-bunun kalbinden geçeni okumayı keramet sanıp "kutsal insan" ölçüsü yapmaya kalkmak gerçekte bir tek büyüklüğün belgesi olabilir ki o da talihsizlikteki büyüklüktür...

Tarîkat-tasavvuf çevreleri bu gerçeği etkisiz kılma­nın yolunu da bulmuşlardır: 

Kendileri dışındaki çevre­lerden çıkan bu tip hünerleri "istidrâc - إستدراج" (aldatmak için üstünlük vermek) diye ifade ederler. 

Aynı şey, kendile­rinden çıktı mı keramet, bir başkasından (hem de daha üstünüyle) çıktığında ise istidrac oluveriyor... 

Bu tezin de vahyî bir dayanağı yoktur...

Keramet konusunda Kur'an ne diyor?

K e r a m e t sözcüğüyle aynı anlamda bir kök olan "kerem - ألكرم” kelimesinin türevleri (Kerîm-كريم, ikram-إكرام, tekrîm-تكريم, mükrim-المكرم) Kur'an'da 40 civarında yerde kullanılmıştır. 

En çok kul­lanılan sözcük Kerîm-الكريم sözcüğüdür ve Allah'ın isim-sıfatlarından biridir. 

Lütfü, bağışı çok, üstünlük ve yüceli­ği en ileri olan demektir.


Kur'an'ın kullandığı k e r e m kökünün Kur'an ter­minolojisi açısından taşıdığı anlamı, Isfahanlı Râgıb şöyle veriyor: 

“Kerem sözcüğü ile Allah nitelendirildiğinde bu onun lütuf, nimet ve bağışının görünümünü ifade eder. Kerem sözcüğüyle in­san nitelendirildiğinde ise bu, insandan çıkan ahlak ve huy güzelliğinin ifadesi olur. Bazı bilginler kerem ile hürriyeti aynı anlamda ka­bul etmişlerdir... Kısacası kerem, övülen sıfat­ların genel adıdır. Her şeyin doruk noktada ulaştığı onur da kerem sözcüğüyle ifade edilir ve tüm varlıklar için kullanılır...."

 (Râgıb; Müf­redat, kerem mad.)

Bu kerem anlayışının, geleneksel-tarîkatçı kera­met anlayışıyla en küçük bir ilintisinin olduğu 

söyle­nemez.

K e r e m kökünden türeyen sözcüklerin en önemlisi Kur'an'da insan için kullanılanı tekrîm-التكريم sözcüğüdür. 

Üstün, hünerli kılmak anlamındaki tekrîm İsra 62 ve 70. ayetlerde geçer. 

Birincisinde, İblis, insanın yaratılışından duyduğu sıkıntıyı ifade ederken insanı küçüm­seyen ve onunla alay eden sözünde tekrîm'in fiil şeklini kullanmıştır: "İblis dedi ki: 'Şu mudur bana üs­tün kıldığın (tekrîm ettiğin) varlık?!"

İkinci ayette, insanoğlunun tekrîm edildiği yani di­ğer varlıklara üstün kılındığı vurgulanmıştır: 

"Y e m i n olsun, biz, âdemoğullarını onur ve üstünlükle donattık, onları karada ve denizde binitlere yükledik. Onları güzel ve temiz rızıklarla bes­ledik. Ve onları, yarattıklarımızın birçoğun­dan üstün kıldık."


Görüldüğü gibi, Kur'an insanın sahip bulunduğu ke­remi, tüm insanların, yaratılıştan taşıdığı seçkinlikleri ifade için kullanmıştır; bir sınıfın farklılığını ve doku­nulmazlığını ifade için değil…

İnsana yüklenen po­tansiyel değerlerin kim hangisini daha çok iş­letiyorsa, keremden en büyük payı o alır. 

Râgıb bu noktaya değinirken, ihsan-ألإحسان (güzel düşünüp güzel üretmek) ve ef’âl-ألأفعال (eylemler) kelimelerini kullanmıştır. 

Yani insana verilen kerem, onun varlık ve hayatta vü­cuda getirdiği eserler, ürettiği değerlerle belirginleşir.

Tasavvuf-tarîkat çevreleri bu keremi yozlaştırmış, Kur'an dışı bir alana taşımışlardır. 

Bunun sonucu ola­rak ;

Birileri okyanusları aşar, gökleri fethederken, Müs­lüman kitleler su üstünde yürüyen, havada uçabilen "keramet sahipleri" aramakla asırlarını harcamışlardır. 

Oysaki Kur'an'ın insandan beklediği k e r e m (veya keramet) deniz altlarını tünellerle aşmak, kıtaları

jetlerle geçmek, Ay'a gidecek araçları yapmak, kısacası yerin altını ve üstünü bilgi, düşünce, gayret fetihleriyle donatmaktı. 

Ne yazık ki İslam dünyası bunları yapan­ları "gâvur, cehennemlik" diye küçük görürken, kendi içinde, su üstünde yürüyen, havada asılı durabi­len, onun-bunun aklından geçenleri okuyabilen "kera­met sahibi kişiler" (!) aramakla zaman harcıyor. 

Onları asla bulamadı ve bulamayacak! 

Bulsa bile onlar onun dertlerine çare olamayacak. 

Çünkü Kur'an'ın aradığı kerem sahipleri onlar değildir; kuduz aşısını, elektriği, telefonu, bilgisayarı, uzay nakil araçlarını, gen şifre­lerini... bulan insanlardır...


Yaşar Nuri Öztürk

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder