HOW HAS ISLAM BEEN CORRUPTED?
كيف تم تحريف وإفساد الإسلام؟
*********
(Sh. 382-387)
KERAMET : Allah'ın, sözde veli kullarına ve hikmet sahibi kişilere bahşettiği vehmedilen olağanüstü güçler veya yetenekler yardımıyla harika davranışlar gösterdiklerini iddia eden/gösterdiklerine inanılan sahtekarların aslı ve astarı olmayan sözleri ve fiilleri, yani KEHANETLERİ!
—————————
KARAMAH : The self-allegedly and baseless cock-and-bull-stories and acts believed to be expressed or displayed by the so-called saintly and wise persons who allege to have been bestowed by God certain extraordinary powers or talents!
————————
الكرامة : القصص والحكايات والأفعال الخيالية التي لا أساس لها من الصحة والتي يُعتقد أن الأشخاص القديسين والحكماء الذين يزعمون أنهم قد وهبهم الله قوى أو مواهب غير عادية يعبرون عنها أو يعرضونها!
—————————-
İslam, din sınıfı ve din kıyafeti kabul etmez.
İslam resmî mabet fikrine de karşıdır.
İslam'ın mabedi vardır ama bunun adı camidir, yani insanları çok değişik vesilelerle bir araya getiren toplantı yeridir...
İbadetlerin camide yapılması şart değildir, sadece bir tercihtir.
İbadet için dinî bir lidere de ihtiyaç yoktur.
Kısacası, “toprak post Allah dost” ilkesi geçerlidir.
Bizzat İslam Peygamberinin deyişiyle "Tüm yeryüzü bir mabettir, isteyen istediği yerde ibadetini yapabilir."
İslam bunu neden böyle yapmıştır? Sebep ve cevap tektir:
Kimse din sınıfına, din kıyafetine, mabede, dinsel liderliğe dayanarak kitle üzerinde dokunulmazlık, kutsallık iddia etmesin, egemenlik kurmaya kalkmasın!..
Ne yazık ki insan bu tanrısal kurala boyun eğmemiştir.
Eğmiş gibi görünmüş ama asla boyun eğmemiştir.
Çünkü bu kurala boyun eğmek, kitle üzerinde sulta kurmak, halkı sömürmek imkânlarını daha baştan yok eder.
Egemen olmak, sömürmek ve hele hele bunu, kutsallık gibi rahat ve tehlikesiz bir kavramı kullanarak yapmak isteyenler dinin omurga kabullerinden biri olan sınıfsızlık, mabetsizlik ve kıyafetsizlik ilkesini etkisiz kılmanın yolunu aramışlardır. Ve bulmuşlardır.
Bu yol bizzat dinin içinden bulunmuştur.
Öyle bir kavram bulunmuştur ki, peygambere hiç itiraz etmeden, hiç karşı tavır koymadan, onun yetkilerini kullanmak mümkün olmuştur.
Bu kavram, kişileri, örtülü bir biçimde peygamber yetkisi ile donatan ve dokunulmaz kılan KERAMET kavramıdır.
Keramet, peygamberlerin yetkilerini kullanmak için birtakım insanları öne çıkarma ve dokunulmaz kılma aracı yapılan bir kavramdır.
Kur'an ve sünnette hiçbir dayanağı yoktur.
Tarih boyunca, ALLAH İLE ALDATMA sektörünün temel araçlarından biri olarak devrede tutulmuştur.
Kur'an ; tasavvuf ve tarikat çevrelerinin anladığı ve yaşattığı anlamda bir kerametten asla söz etmez.
Bu anlamda kerametler, mucizelerle lütuflandırılmış peygamberlerde bile görülmez.
Tarikatlar tarihinin, keramet sahibi olarak öne çıkardığı kişilere mâledilen "harîkalar"ın hemen hiçbirisine peygamberlerde bile rastlanmıyor.
Eğer keramet dedikleri, belirleyici bir ölçü-değerse, şunu söylemek zorundayız:
Tarikat çevrelerinin keramet sahibi kişileri, Kur'an'ın tanıttığı nebilerden çok üstün kişilerdir.
Hem bugünkü keramet anlayışını korumak hem de bu tespite karşı çıkmak mümkün değildir.
"Mucize, peygamberlere, keramet de velilere verilmiştir, peygamberliğin göstergesi mucize, veliliğin göstergesi de keramettir!" sözü Kur'an ve din dışı bir ALDATMADIR.
Vahyin verileri içinde bir dayanağı yoktur.
Kur'an, veli (Allah'a yakın insan) tâbirinin açık tanımını vermiştir.
Bu tanımda şu iki unsur vardır: Allah'a iman, takva... (bk. Yûnus, 62)
O tanım içinde üçüncü bir unsur yoktur.
Velilik kavramı içine başka unsurları sokan anlayışlar Kur'an'da şirk olarak defalarca ifadeye konmuştur.
Buna bağlı olarak Kur'an "ŞEYTAN EVLİYASI - أولياء الشيطان" denen bir güruhtan söz etmiştir.
Bu şeytan evliyasının, insanları aldatıp mahvetmede karadul denen örümcek gibi iş gördüklerine, çok tehlikeli bir zehir taşıdıklarına dikkat çekilmiştir,
(bk. Bu eser, Şirk, Veli-Evliya, Mürşit madl.)
Kaldı ki, eğer nebilerin mucizeleri velilerin kerametinden üstün olacaksa, o zaman tarikatlar tarihini dolduran ve bir benzerini hiçbir peygamberde görmediğimiz o "harikalar" (!) nedir?
Ya onların tümü yalandır, yahut da bu keramet sahipleri nebilerden üstündür.
Bunun üçüncü ihtimali yok.
İşin ilginç bir yanı da şudur:
Tarîkat-tasavvuf çevrelerinin anladığı ve anlattığı manasıyla keramet, en üstünleri HİNT FAKİRLERİNDE görülen bazı illüzyonlar ve becerilerdir.
Bu arada tüm insanlarda bulunan ama çoğunluk tarafından işletilemeyen durugörü, telepati, telekinezi gibi olgular da söz konusudur.
Ancak bunları işletebilenlerin din açısından üstün olduğuna ilişkin herhangi bir kanıt yoktur.
Olamaz da...
Eğer olsaydı, o zaman Hint yogilerinden tarikat çevrelerine asla sıra gelmezdi.
Bu güçleri her insan kullanabilir ve bir çok ülkede, birçok din ve anlayıştan birçok insan kullanmaktadır da...
Bunların dinle-imanla bir ilgisi yoktur...
İbni Teymiye bu tür gösterileri, Rahman evliyasının değil, şeytan evliyasının belirtisisayıyor,
(bk. İbn Teymiye; el-Furkan, 39-41).
İbni Teymiye, ayrıca, tasavvuf-tarîkat çevrelerinin keramet diye ortaya sürdükleri şeylerin gerçekte birer hayal ve kuruntu ürünü (halüsinasyon) olduğunu da örnekleriyle gösteriyor,
(bk. Anılan yer, 90-91).
İbmi Teymiye şunun altını da çiziyor:
Bu tür keramet gösterileri halk kitleleri üzerinde uyuşturucu etkisi yaptıklarından bunları izleyen halk gevşer, kendini bırakır ve şeytan bu anı değerlendirerek halkın üstüne çullanıp onları ele geçirir...
(bk. İbn Teymiye; aynı eser, 147)
Eğer bir kerametten söz edeceksek, Rahman evliyasının kerameti, iman ve takva değerlerindeki üretimden ibarettir.
Bu değerlerde kim daha üretken olursa kerameti fazla insan o olur. Gökleri, yerin-denizlerin altını fetheden, gen şifrelerini çözen üretimler dururken, hâlâ onun-bunun kalbinden geçeni okumayı keramet sanıp "kutsal insan" ölçüsü yapmaya kalkmak gerçekte bir tek büyüklüğün belgesi olabilir ki o da talihsizlikteki büyüklüktür...
Tarîkat-tasavvuf çevreleri bu gerçeği etkisiz kılmanın yolunu da bulmuşlardır:
Kendileri dışındaki çevrelerden çıkan bu tip hünerleri "istidrâc - إستدراج" (aldatmak için üstünlük vermek) diye ifade ederler.
Aynı şey, kendilerinden çıktı mı keramet, bir başkasından (hem de daha üstünüyle) çıktığında ise istidrac oluveriyor...
Bu tezin de vahyî bir dayanağı yoktur...
Keramet konusunda Kur'an ne diyor?
K e r a m e t sözcüğüyle aynı anlamda bir kök olan "kerem - ألكرم” kelimesinin türevleri (Kerîm-كريم, ikram-إكرام, tekrîm-تكريم, mükrim-المكرم) Kur'an'da 40 civarında yerde kullanılmıştır.
En çok kullanılan sözcük Kerîm-الكريم sözcüğüdür ve Allah'ın isim-sıfatlarından biridir.
Lütfü, bağışı çok, üstünlük ve yüceliği en ileri olan demektir.
Kur'an'ın kullandığı k e r e m kökünün Kur'an terminolojisi açısından taşıdığı anlamı, Isfahanlı Râgıb şöyle veriyor:
“Kerem sözcüğü ile Allah nitelendirildiğinde bu onun lütuf, nimet ve bağışının görünümünü ifade eder. Kerem sözcüğüyle insan nitelendirildiğinde ise bu, insandan çıkan ahlak ve huy güzelliğinin ifadesi olur. Bazı bilginler kerem ile hürriyeti aynı anlamda kabul etmişlerdir... Kısacası kerem, övülen sıfatların genel adıdır. Her şeyin doruk noktada ulaştığı onur da kerem sözcüğüyle ifade edilir ve tüm varlıklar için kullanılır...."
(Râgıb; Müfredat, kerem mad.)
Bu kerem anlayışının, geleneksel-tarîkatçı keramet anlayışıyla en küçük bir ilintisinin olduğu
söylenemez.
K e r e m kökünden türeyen sözcüklerin en önemlisi Kur'an'da insan için kullanılanı tekrîm-التكريم sözcüğüdür.
Üstün, hünerli kılmak anlamındaki tekrîm İsra 62 ve 70. ayetlerde geçer.
Birincisinde, İblis, insanın yaratılışından duyduğu sıkıntıyı ifade ederken insanı küçümseyen ve onunla alay eden sözünde tekrîm'in fiil şeklini kullanmıştır: "İblis dedi ki: 'Şu mudur bana üstün kıldığın (tekrîm ettiğin) varlık?!"
İkinci ayette, insanoğlunun tekrîm edildiği yani diğer varlıklara üstün kılındığı vurgulanmıştır:
"Y e m i n olsun, biz, âdemoğullarını onur ve üstünlükle donattık, onları karada ve denizde binitlere yükledik. Onları güzel ve temiz rızıklarla besledik. Ve onları, yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık."
Görüldüğü gibi, Kur'an insanın sahip bulunduğu keremi, tüm insanların, yaratılıştan taşıdığı seçkinlikleri ifade için kullanmıştır; bir sınıfın farklılığını ve dokunulmazlığını ifade için değil…
İnsana yüklenen potansiyel değerlerin kim hangisini daha çok işletiyorsa, keremden en büyük payı o alır.
Râgıb bu noktaya değinirken, ihsan-ألإحسان (güzel düşünüp güzel üretmek) ve ef’âl-ألأفعال (eylemler) kelimelerini kullanmıştır.
Yani insana verilen kerem, onun varlık ve hayatta vücuda getirdiği eserler, ürettiği değerlerle belirginleşir.
Tasavvuf-tarîkat çevreleri bu keremi yozlaştırmış, Kur'an dışı bir alana taşımışlardır.
Bunun sonucu olarak ;
Birileri okyanusları aşar, gökleri fethederken, Müslüman kitleler su üstünde yürüyen, havada uçabilen "keramet sahipleri" aramakla asırlarını harcamışlardır.
Oysaki Kur'an'ın insandan beklediği k e r e m (veya keramet) deniz altlarını tünellerle aşmak, kıtaları
jetlerle geçmek, Ay'a gidecek araçları yapmak, kısacası yerin altını ve üstünü bilgi, düşünce, gayret fetihleriyle donatmaktı.
Ne yazık ki İslam dünyası bunları yapanları "gâvur, cehennemlik" diye küçük görürken, kendi içinde, su üstünde yürüyen, havada asılı durabilen, onun-bunun aklından geçenleri okuyabilen "keramet sahibi kişiler" (!) aramakla zaman harcıyor.
Onları asla bulamadı ve bulamayacak!
Bulsa bile onlar onun dertlerine çare olamayacak.
Çünkü Kur'an'ın aradığı kerem sahipleri onlar değildir; kuduz aşısını, elektriği, telefonu, bilgisayarı, uzay nakil araçlarını, gen şifrelerini... bulan insanlardır...
Yaşar Nuri Öztürk
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder