24 Kasım 2024

39- İSLAM NASIL YOZLAŞTIRILDI?

How has Islam been corrupted?

كيف تم تحريف وإفساد الإسلام؟


(Sh. 432-442)


II. MESCİDLERE SOKULMUŞ OLAN ŞİRK (çoktanrıcılık) UNSURLARI


ELEMENTS OF SHIRK (Polytheism) INSTALLED INTO MOSQUES


عناصر الشرك المدخلة إلى المساجد


Camilere-mescidlere bulaştırılan veya sokulan şirk unsurlarıyla kastedilen ; 

Kur'an'ın açıkça yasakladığı TEVHÎD DIŞI (contrary to monotheism - خلافاً لعقيدة التوحيدunsurlardır. 


Bu unsurların ortak özellikleri ; 

Tevbe Suresi 107-109, Cin Suresi 18 ve Araf Suresi 29. ayetlerde verilmiştir.

Bu ayetlerden anlıyoruz ki aşağıdaki illetlere ve eş­yaya bulaştırılmış mescidler,tevhid açısından bozulmuş ve secdegâh (place of prostration - مكان السجود) olma niteliğini yitirmiş mekânlardır.


Biraz önce (dün - AE) sıraladığımız bid'at unsurlarının bulaştı­ğı mescidlere GİRMEME HAKKIMIZ varken, şirk unsurlarının bulaştığı mescitlere GİRMEME ZORUNLULUĞUMUZ vardır.


Şimdi ilgili ayetleri görelim:

  • “Her mescidte yüzlerinizi O'na doğrultun. Dini yalnız O'na özgüleyerek O’na yalvarıp yakarın" (Araf, 29)
  • “Bir de şunlar var : Tutup bir mescid edin­mişler: Zarar vermek için, nankörlük için, inananları fırkalara bölmek için, daha önce­den Allah ve Resulü ile savaşmış kişiye gözetleme yeri kurmak için. 'İyilik ve güzellikten başka bir şey istemiş değiliz' diye gerile gerile yemin de edeceklerdir. Allah tanıktır ki onlar kesinlikle yalancılardır.'
  • Böyle bir mescidte ebediyyen namaza dur­ma! Daha ilk gününde takva üzerine kurulan bir mescid, içinde namaz kılman için çok daha uygundur. Temizlenmek arzusu taşıyan erler vardır o mescidte. Allah, temizlenenleri sever."
  • “Peki, binasını Allah'tan gelen bir sakınma duygusu ve Allah rızası üzerine kuran mı ha­yırlıdır, yoksa binasını sel artıklarının ucun­daki yarın kenarına kurup da onunla cehen­neme yuvarlanan mı?" Tevbe, 107-109)
  • "Hiç kuşkusuz, mescidler Allah içindir. O halde oralarda, Allah ile birlikte bir başkasına yalvarmayın / Allah'ın yanında bir başkası için çağrıda bulunmayın." (Cin, 18).


Bu ayetlere dayanarak mescidleri tevhid mabedi ol­maktan çıkaran ŞİRK (çoktanrıcılık - politheism - شرك) UNSURLARINI şöyle sıralayabiliriz :


* Mescidin insanlara zarar verme aracı olması veya o hale getirilmesi:


Mescidin o niyetle yapılması gerekmez. 

Ayet, burada, yapmak ve kurmak anlamında bir kelime kullanma­mış, "ittihaz - إتخاذ : edinme" kelimesini kullanmıştır. 

Bu demektir ki bir mescidin zarar vermesinden söz etmek için, daha yapılırken o niyetle yapılmış olması şartı aranmaz. 

İlk zamanda, hatta yüzyıllarca iyi hizmetler verdiği halde günün birinde "zarar veren mescid-المسجد الضرار" ha­line dönüşen binalar olabilir. 

Bu durum özellikle gelişen kentlerde trafiğin ana arterlerinde kalan camilerde görülür. 

Bunların, temel trafik geçişlerini aksattıkları için bulundukları yerden kaldırılması gerektiği söylen­diğinde "Mabede ve ibadete engel olunuyor, din elden gidi­yor."diye karşı çıkanlar olabiliyor. 

Oysaki din, insa­na zarar verme aracı yapılamaz. 

Bunun baş­langıç noktası da mabedin zarar aracı olmaktan çıkarılmasıdır.

Gasp edilen veya kandırmak suretiyle alınan arazi­lere yapılan camiler de zarar veren mescid kategorisine girer.

Politik rakipleri yenik düşürmek için göste­riş kabiliyeuti yüksek yerlere cami yapmak da bu cümledendir. 

Çünkü bunda da esas maksat ibadet değil, rakiplere zarar vermektir.

Şu bir gerçek ki, Allah'a ibadet, insanı taciz ve insan haklarına tecavüz aracı yapılamaz. 


Hiç kimse, kişisel mertebesini yükseltme ve sağlamlaştırma aracı olan ibadetini toplumun rahatsızlığı ve kamu haklarının ihlali pahası­ na yerine getiremez.


İslam bunun tam tersini istemektedir. 

Mecelle'de ifade edildiği şekliyle, "Zarar-ı has zarar-ı amma tercih edilir." (Mecelle, Genel kısım) 

Yani özel za­rar (kişinin zararı) kamunun zararı ile karşılaştığında birincisi yeğlenir, toplumun çıkarı öne alınır. 

İbadet ek­sikliği, zarar-ı hastır. Toplumun rencide edilmesi ise kamu yararının ihlalidir.

İkinci olarak, yine Mecelle'de ifade edildiği şekliy­le: 

“Def-i mefsedet celb-i menâfi'den evlâdır." 

Yani, bir rahatsızlığın, bir bozgunun durdurulması bir çıkarın elde edilmesinden önce gelir. 

Bunun daha açık şekli şudur: 

Bir konuda, bir bozgunun uzaklaştırılmasıyla bir menfaatin elde edilmesi yanyana gelirse birinciyi tercih ederek bozgunu durdurmak gerekir. 

Kur'an'ın buyruklarında sürekli bu ilkenin işletildiğini görmekteyiz. Örneğin alkol hem mefsedete (bozgun ve kötülüğe) sebep olmakta hem de ticarî kazanç sağlamaktadır. 

Ama alkol kullanımı yasaklanmıştır. Çünkü onun içilmesi, belki binlerce insana keyif ve para sağlamakta ise de bazılarının da mahvına, perişanlığına sebep olmaktadır.

Yani alkol bahsinde menfaatle mefsedet bir aradadır. 

Kur'an, mefsedetin uzaklaştırılmasını öne alarak al­kol içimini yasaklamıştır.

Kur'an için önemli olan, perişanlığa düşen insa­nın/insanların korunmasıdır; keyif ve çıkar sağlaya­cak olanların değil.

Bu ilkeyi bizim konumuz açısından değerlendirirsek şunu görürüz : İbadet kişiseldir ve otomatik olarak "menfaat celbi" kategorisine girer. Oysaki insanın tacizi, tartışmasız bir biçimde "mefsedef'tir. 

O halde, ibadet taciz vesilesi oluyorsa, ibadetin icrasını değil, tacizin durdurulmasını yeğlemek borcundayız.


Mescidler, insan haklarına ve kamunun tacizi­ne sebep oluşturacak bir konum ve durumda ise­ler ibadet mahalli olma özelliklerini yitirirler.

İlkenin Kur'ansal dayanağının Tevbe 107 olduğunu görmüştük. Nebevî (Peygamber'den gelen) dayanağına gelince o da şudur: Medine'deki Mescid-i Nebevî'nin yapımı için, E n s a r (Medine'nin yerlisi olan Müslü­manlar) bir arazi bulmuştu. 

Arazinin durumunu incele­yen Hz. Peygamber, bazı yetimlerin buraya hissedar ol­duklarını saptadı. 

Ve Resul, böyle bir arazide mescid ya­pılamaz diyerek inşaatı durdurdu. Bunun üzerine, zen­gin bir sahabî olan Ebu Bekir, yetimlerin haklarını nakden ödeyerek problemi çözdü ve inşaat yeniden başla­dı.

Bu uygulamada bizim için önemli olan ilkesel nokta şudur: 

Mescid inşası için insan hakları çiğnenemez.


* Nankörlük anlamına gelen niyetlerle mescid yapmak:


Ayetin bu kısmında "küfren - كفرا" kelimesi kullanıl­maktadır. 

Bu kelime Kur'an'da hem inkâr anlamında hem de nankörlük anlamındadır. 

Bu ayette inkâr anla­mında alınamaz. 

Çünkü inkâr için mescid yapılmasın­dan söz etmek tutarsızdır. 

O halde "küfren" sözcüğü bu­rada ancak nankörlük anlamında kullanılmış olabilir.

Nankörlük için yapılan mescid türüne en güzel ör­nekler Türkiye'de bulunabilirkanısındayız. 

Nimet ve imkânlarından alabildiğine yararlanılan ülkenin, re­jimini ve devletini zora sokmak için "kâfir, zındık devlet" sloganı kullanılmakta ve devletle mücadelede camiler karargâha dönüştürülmektedir.

Tüm bunların bizi ulaştırdığı ilkesel nokta şudur:

Türkiye'de son yıllarda akıl almaz rakamlarda cami inşa edilmesinin arkasında yatan gerçeklerden biri de budur. 

Allah rızası için cami yapan bir zihniyet, bir caminin yapıldığı semte en az birkaç sağlık ocağı, birkaç düşünce kulübü, birkaç okuma salonu kurar. 

Oysaki çok sayıda caminin yer aldığı birçok semtte o saydıklarımızdan bir tanesine rastlamak bile mümkün olmuyor.


* Müminleri fırkalara bölmek için cami yapmak veya yapılmış bulunan camileri bu maksatla kullanmak:


Mabedin toplumu fırkalara bölmek ve o yolla din sö­mürüsü yapmak için kullanımı dinler tarihi kadar eskidir. 

Burada ayrıntılara girmeden günümüze, özellikle de Türkiye'ye ve Türk insanının yaşadığı bazı dış ülke­lere geleceğiz.

Ülkemizde, tefrika (bölüp parçalama, bölücülük, bölünme) illetinden arınmış camilerin sayısı yok denecek kadar azdır. 

Özellikle son çeyrek yüzyılda, Türkiye'nin başına açılan en kahırlı bela bu "mabet kaynaklı tef­rikadır. 

Parti propagandası, Cumhuriyet düş­manlığı, laiklik aleyhtarı nutuklar ve nihayet sadece Cuma'ya veya bayrama gelenlere yapı­lan ağır hakaretler camileri birer bölücülük ve kavga ocağına dönüştürmüştür.

Hemen her tefrika ekibinin kendine has bir camii vardır ve bu camilerde toplananların hiçbiri öteki camidekilere Müslüman gözüyle bakmaz. 

Hepsi birbirinin gıybetini eder. 

Daha­sı, her biri yaptığının cihad olduğunu söyler, Allah'a giden tek yolun kendi yolları olduğunu iddia eder...


* Caminin, daha önce açık İslam düşmanı iken, şartların değişmesi yüzünden dini kullanmak ihtiyacını duyan ikiyüzlülere barınak yapılması:


Kur'an, bu duruma getirilmiş camilerin de tevhid mabedi olma özelliklerinin kalmadığını bildirmektedir.

Senelerce kahır ve zulüm altında inlettikleri Müslü­manların mabedlerini, onları sömürmek, kontrol etmek ve birbirine düşürmek için kullanma alçaklığının İs­lam tarihinde ilk temsilcileri Emevî kodamanlarıdır. 

Onlar, İslam'ın zaferi önünde eğilmek zorunda kaldıklarında, Müslüman kanı damlayan kılıçlarını kınları­na soktular ve o kılıçlarla dize getiremedikleri Müslü­manları, musallat oldukları mabetlerinden vurdular. 

Bu öyle bir vuruştu ki, en büyük kahrını, dinin tebliğcisi Peygamber'in evladı üzerinde gerçekleştirdi. 

Onları ze­hir ve kılıçla yok etmekle yetinmedi, tevhidin mabedin­den yaklaşık bir asır o muazzez Resul evladına hutbeler­den lanet okuyarak o Peygamber'in ümmetine "amin" dedirtti.

Dahası, Ömer b. Abdülaziz (ölm. 102/720), Resul evladına okunan bu laneti camilerden kaldırdığında onu şu şekilde itham edebildiler: "Sünnete muhalefet ediyor..."

Camileri, önceki zamanların din düşmanlarına fesat arenası olarak açma günahının işlendiği coğrafyalar­dan biri de Türkiye'dir. 


İdeolojiler devrinde, Allah diyenlere yamyam muamelesi yapan birtakım ideoloji tutkunları, Berlin Duvarı'nın yıkılışından sonra, melânetlerini din yoluyla yürütmek için mabede musallat olmuştur. 


Biz şunu açık bir biçimde gözlemlemiş bulu­nuyoruz: 


1990’lı yılların en hararetli "şeriat" demagog­ları içinde, eski yılların en hızlı komünistleri de vardır. 

Hareket noktaları Türkiye düşmanlığı olan bu bölü­cülerin attıkları "şeriat maskeli" sloganlarınTürkiye'­yi güçsüz bırakmak isteyen Avrupalı siyasilerin ajanlı­ğını yapan oryantalistler tarafından listelendiğini de bi­liyoruz. 

Müslüman mabedi olan cami, Türkiye Cumhuriyeti düş­manı siyasetlerin çıkarları için, işte bu zihniyetlerin "rasathanesi" (tâbir Kur'an'ındır) haline getirilmiştir. 

Ve Kur'an mucizesi bir kez daha tecelli etmiştir.


* Cami yapımında, Allah rızasından başka herhangi bir kaygının rol oynaması:


Mabed yapımına takva kaygısı dışında bir unsurun eşlik etmesi, yapılacak mabedi tevhid mabedi olmaktan çıkarır. 

Kişisel menfaat, şöhret hırsı, parti çıkarı, eko­nomik çıkar vs. bu cümledendir.


* Mescidlerde, Allah dışında herhangi bir kişiye sığınılması, yakarılması, herhangi bir kişinin Allah ile kul arasında vasıta yapılması:


Tüm bunlar ulûhiyet şanından olan niteliklerin Al­lah dışında bir varlığa verilmesini ifade ettiği için tar­tışmasız şirktir. 

Bu maskeli şirkin en belirgin görünü­mü dualara sokulan şu tip cümlelerdir: 

Falancanın, filan yerin, falan gecenin, filan dağın vs. hür­metine dualarımızı kabul eyle!


Cin Suresi ayet 18 işte bu maskeli tehlikeyi ta­nıtmaktadır.

Son zamanlarda, hızlı bir artışla ücra köylere ve bazı hurafeci kodamanların evlerine kadar sokulan ve adına hurafeci bir eda ile "sakal-ı şerif' denen kılların vücut verdiği tablo da Cin Suresi 18'e çarpmaktadır. 

Bu bir şirk be­lirtisidir. 

Bu tevhid-dışılığı, "Biz o kılları Peygam­berimize saygımızdan ötürü öpüyoruz, teberruken tavaf ediyoruz" gibi Ehlikitap gerekçeleriyle ma­zur göstermeye çalışmak ise ayrı bir günahtır. 

Tevhid ehli, bu sahte gerekçelerin tarih boyunca nelere mâl ol­duğunu çok iyi bilmektedir.

Şu bir tevhid gerçeğidir ki kiliselere Hz. isa'nın resmini koyarak ona karşı ibadet etmekle, camilere "sakalı şerif" (!) koyarak onun etrafında tavaf etmek arasında Hak dinin ölçüleri açısından hiçbir fark yoktur. 


Bu güna­hın birincisini işleyen kilise erbabının şirke battığını durmadan söyleyenler, söz kendilerine geldiğinde, yaptıklarnı "iyi niyetle Peygamber'e saygı" diyerek aklamaya çalışmaktadırlar. 


Hz. İsa'ya "Allah'ın oğlu" diyerek onun heykellerini mabede sokanların ni­yetleri kötü müydü? 


Onların da Hz. İsa'yı yüceltmekten başka bir maksatları yoktu. 


Ama bu onların tevhid ölçülerini tahrip ederek şirke bulaşmalarına engel olamadı.


Sakal-ı şerîfçilerin, bunları Kur'an'dan okumaları gerekir. 


Şirk aracı yapılır diye elini bile öptürmeyen bir Resul, hangi mantıkla, ne zaman ve kime "Şu sakal kıllarımı alın, mescidlere koyun ve teberrüken öpün ki dünya ve âhiretiniz mutlu olsun, cennete gidesiniz" demiştir?!


* Allah dışında kişi/kişiler için çağrıda bulunulması, övgüler dizilmesi, propaganda, reklam yapılması:


Bu tür faaliyetler de Cin suresi 18'e çarpar. 

Bu çağrıların politik çıkar, para toplamak veya klik, mezhep, tarikat liderlerini övmek maksadıyla yapılması arasında hiçbir fark yoktur. 

Hepsi, "Allah dışında birileri için çağrı" kapsamına girer.

Şunu da hatırlatalım: 

Şeyhülislam İbn Teymiye (ölm. 728/1328), Cin suresi 18'deki ilkeyi işleterek şunu teklif edebilmiştir: 


Medine'deki Mescid-i Nebevi (Peygamber Mescidi), Peygamberimizin kabriyle bitişiktir; bu doğru değildir. Mescidin, Resul kabrinin uzağında bir yere götürülmesi gerekir, 

(bk. İbn Teymiye; Resâil, 5/96- 97). İbn Teymiye'ye göre, tevhid mabedi olan bir me­kânda, peygamber de olsa, bir beşerin mezarı­nın yer alması Cin Suresi 18'e aykırıdır. "Çün­kü, diyor, İbn Teymiye, böyle bir şey şirke doğru yol aldıran (zerîatün ile'ş-şirk - ) bir uygulamadır.

İbn Teymiye, bugünkü uygulamayı, A'raf Suresi ayet 29'a da aykırı bulmaktadır.

Mescidlerle ilgili olarak verdiğimiz bilgileri özetleye­lim: 

İslam'ın temel kabullerine zıt unsurların sokulduğu mescidlerde namaz kılmak dinen-fıkhen caiz değildir. 

Gerçek muvahhid bir mü­ min, bu unsurlardan birini gördüğü camide namaz kılmamalı, bununla da yetinmeyerek duruma karşı çıkmalıdır. 

Olabilir ki bu karşı çıkış ona, kılacağı namazdan daha fazla sevap kazandırır.

Böyle davranmanın ilginç örnekleri İslam tarihinde mevcuttur. 

Sahabe ve tâbiûn (sahabîleri izleyen kuşak) neslinin, özellikle Emevî yönetimine teslim olmayan er­leri bu konuda çok titiz davranırlardı. 

Onların bazıları, örneğin, bir camide vaaz veren kişinin halkı heyecanlandırmak için hikâye anlattığını gördüklerinde, kılı­nacak namaz Cuma bile olsa camiyi terk edip giderlerdi. 

Hadis otoritesi ibn Hemmâm (ölm. 211/826) çok ilginç örnekler vermektedir, (bk. İbn Hemmâm; el-Musannef, 3/219-223). 


Bir kez daha anımsatalım: Bid'atların sokulduğu camilerde namaz kılmamak bir haktır; bu hakkı ister kullanırız, ister kullanmayız; ama şirk unsurlarının sokulduğu camilerde namaz kılmamak bir yükümlülüktür; o camilerde namaz kılamayız. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder