03-
İSLÂM NASIL YOZLAŞTIRILDI…?
****************
Cumhuriyet ve Seçim :
"Şu halde bu kural hilafette de geçerlidir.
Millet dilerse halifeyi mutlak bir şekilde seçer, onun hiçbir tasarrufunu kayıt altına almaz.
Bu, mutlak anlamda hükmetmek demektir.
Dilerse millet halifenin tasarruflarını bazı kayıt ve şartlara tâbi tutar.
Bu da şartlı biçimde hükmetmek olur.
İşte meşruti hükümet denilen hükûmet bu tür bir hükümettir.
Millet hiçbir kişiye vekâlet vermez, yani bir halife, bir imam seçmezse hilâfet yok demektir.
O vakit de cumhuriyet olur.
Buna ne mâni vardır?
Millet kendi işimi ben yapacağım, neden bana başkası zorla yaptırsın derse niçin caiz olmasın?
Millet diyor ki ;
- kendi işimi ben göreceğim, ne zaman aciz olursam o vakit halife veya imam adıyla başkasını vekil tayin ederim.
- Fakat şimdi ben elhamdülillah âciz değilim, rüştümü elime geçirdim. Vekile ihtiyacım yoktur.
- Milletler için en faydalı hükümet şekli olan cumhuriyet ve şûra yöntemiyle kendi işimi kendim göreceğim.
- O halde buna kim ne der?
- Kimse bir şey diyemez.
- Çünkü hak milletindir."
"Bakınız mesele ne kadar basitleşti.
Döndü dolaştı basit bir hukukî mesele oldu.
Çocukların bile anlayacağı bir mesele oldu.
Bunu büyütmek ve buna başka türlü mânalar vermek, hurafe ve masallara kadar gitmek ve korkunç bir hale koymakta ne mâna vardır?
Evet, bunun bir mânası vardır, o da görenektir.
Kafalar alışmış, gözler alışmış, zihinler alışmış, başka bir şey değil."
"Maalesef her türlü zulümlerine katlanarak alışmışız. Memleketi malikânelerine çevirmişler. Milleti uşak gibi kullanmışlar, bir şey dememişiz.
Bilirsiniz vaktiyle herhangi bir kişinin mallarını müsadere ederlerdi. Şuna buna istedikleri malları, araziyi peşkeş çekerlerdi.
Avrupa'dan utandıkları için meşhur Gülhane Hatt-ı Hümayunu yayımlandığı zaman müsadere kaldırılmıştır."
Hutbeler Nasıl Okunmalı?
"Hutbelerde halifelerin, padişahların isimlerinin anılması büsbütün sonradan ortaya atılmış bir durumdur.
Katiyen hutbenin şartlarından değildir ve hutbe ile dini bakımdan hiçbir ilgisi yoktur.
Tamamen idarî ve siyasî bir durumdur.
Raşit halifeler devrinde hutbelerde hiçbir kimsenin ismi anılmazdı. Hutbe nutuk demektir.
Onda anılması gereken şeyler siyasî, içtimaî, iktisadî, ahlakî nasihatlar, meselelerdir.
Hutbe, halkı ikaz ve irşat için okunur. Bir kişinin ismini anmak için okunmaz.
Emevî Devleti zamanında hatipler hutbelerde Hz. imam Ali'ye lanet ediyorlardı.
Bunu sırf bir propaganda olmak, halkı Hz. Ali'den soğutmak için Muaviye çıkarmıştı.
Hz. Ali'nin kabul gördüğü yerlerde de hatipler, Emevî hatiplerine karşılık olarak Hz. Ali'ye dua ediyorlardı.
Daha sonraları her yerde hatip o yere hakim olan sultanın ismini anar oldu."
Taklitçilik :
"Hadis ve ayet, taklitçiliği, ötekinin berikinin mukallitliğini, yani delilini bilmeksizin körü körüne herkesin -ulemadan olsa bile- mücerret sözlerine uymayı yasaklıyor.
Daima her şeyin akıl ve mantık ile, delillere dayanan aklî muhakemelerle incelenmesi gerektiğini gösteriyor.
Bir ayette : 'Sözlerinizde doğru iseniz delillerinizi getiriniz.' (Bakara, 111)buyuruluyor.
Diğer bir ayette de: “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır.” (İsra, 36) buyuruluyor."
"Hilafet, hilafet diye diye çökmüş gitmişiz, harap ve türap (toprak) olmuşuz. Ne malımız, ne canımız, ne mülkümüz kalmış, bütün memleket yoksulluk içinde kalmış. Bu mudur hilafetin iyilik ve faydaları?”
Kur'an'ın Örfe Bakışı :
"Kur'an 'Örf ile emret.' (Araf, 199) diyor."
"Fakat acaba bu ayetteki örf kelimesi bugün dilimizde de kullanılan örf ve âdet mânasına mıdır?
Bu ayet, hakkıyle tetkik edilmemiş, mânası işlenememiştir. Tefsirlere bakarsanız birbirine zıt başka başka mânalar verildiğini görürsünüz.
“Bu ayetteki örf, mâruf (iyi) manasınadır, münkerin (kötünün) zıddıdır. Halkın dilinde kulla inılan örf ve âdet mânasına değildir' derler.
Halbuki, bu yanlıştır.
Ben bu meseleyi senelerce tetkik ettim.
Bu mes’elede Eş'arilerle, yani Şafiî ulemasıyla Maturîdîlerin, yani Hanefî ulemasının fikirleri birbirine karşıdır.
Bunu ayırt etmek lazımdır.
Şafiî uleması tarafından yazılan tefsirlere, mesela Kadı Beydâvî (ölm. 791/1388)’nin tefsirine bakarsanız, örfün, 'şeriat tarafından güzel ve iyi olduğu bildirilen şeydir' diye tefsir edildiğini görürsünüz.
Halbuki Hanefîler tarafından yazılan tefsirlere, mesela Hanefîlerin en büyük âlimlerinden ve fıkıh usulü imamlarından olan Ebu Bekir el-Cassâs (ölm. 370/980)’ın Ahkâmu'l-Kur'an adındaki tefsirine bakarsanız, örfü, 'aklın güzel ve iyi olarak belirlediği şeydir' diye tefsir ettiğini görürsünüz."
Örf ve Adet :
"Örf, irfandan türemedir.
Maturidîlere göre, yani Hanefî fakihlerine göre akıl ve irfanın caiz gördüğü şey demektir.
Adetle örf arasında şu kadar bir fark vardır ki, âdet bâtıl üzerine de kurulabilir, bâtıl ve kötülenmiş şeyler de âdet olabilir.
Nitekim bir çok kötü şeyin, insanlar arasında âdet olduğu gibi...
Fakat örf, irfan üzerine kuruludur, bâtıl üzerine kurulmaz, reddedilmiş ve kötülenmiş şeylere örf denmez.
Örf daha özel, âdet ise daha geneldir.
Yani her örf âdettir, ama her âdet örf değildir.
Bazı âdetler akıl tarafından kabul edildiği için örftür, fakat bazı âdetler de akıl tarafından reddedildiği için örf değildir.
İşte örf ile âdet arasında bu fark vardır, başka bir fark yoktur.
Evet mâruf da örf demektir, fakat o da bu mânadadır."
Bid'atlar, Uydurmalar ve Fırkalar Nasıl ve Niçin Doğdu?
"Vaktiyle hilafet ve imamet kavgalarının neticesi olarak türlü türlü mezhepler, fırkalar ortaya çıkmış, bunların bağlıları siyasi maksatlarını revaçta tutmak, yardakçılarını ve izleyicilerini artırmak gayesiyle İslamiyet'te olmayan bid'atlar, bir takım bâtıl fikirler icat etmişler, hatta Hz. Peygamber adına binlerce yalan hadis uydurmak cüretinde bile bulunmuşlardır ki, bu yalan hadisler için hadis âlimleri ciltlerle kitaplar neşretmişlerdir.
Giderek bâtıl dinlerden de bir kısım hurafeler bunlara eklenmiş, cehalet ve taklit kötülüğüyle bunların hepsi İslamî hakikatlara karışarak inançla ilgili öyle karmaşalar vücut bulmuştur ki, asıl dinsel gerçekler âdeta örtülü ve gizli bir halde kalmıştır."
Türbeperestlik ve Ötesi :
"İslam dini bu bâtıl fikirleri, bu hurafeleri pek şiddetli ve kesin bir şekilde reddettiği halde, bunlar sırf cehalet ve taklit, alışkanlık ve görenek sebebiyle ümmetin kalbinde derin kökler salmıştır. Bunları onların kalplerinden bütünüyle çıkarıp atmak çok müşküldür.
Mesela, kabirlere, türbelere mumlar, kurbanlar adamak, onların başında huşu ile dualar etmek, onlardan hacet dilemek, hastaları şifa için türbelerde yatırmak, oralarda bulunan sulardan içirmek gibi benzer davranış ve fikirler bu cümledendir.
Bunlar hep sonradan özel bir maksada dayalı olarak ortaya çıkan bâtıl mezheplerin taraftarları tarafından bir gaye için ihdas edilmiş, bir kısmı da diğer dinlerden alınmıştır ve islamiyet'in esasına, gerçeğine bütünüyle aykırıdır.
Kim ne derse desin Kur'an-ı Kerim meydandadır.
Bunlar islamiyet'te şirkten sayılır, dinsel gerçeklere uygun düşmesi asla mümkün değildir.
İslam'ın ilk dönemlerinde böyle şeyler ne görülmüş ne de işitilmiştir. İslam dini bu gibi bâtıl fikirlerden insanlığı kurtarmak için gelmiştir."
"İslam dininde Cenab-ı Hak'tan başka hiçbir kimseden, hatta Hz. Peygamber'den bile hiçbir hacet istenemez. Onun içindir ki Hz. Peygamber'in kabrinde ziyaret esnasında dua edilirken kıbleye dönmek, Peygamberdin kabrini arkaya almak lâzımdır. Din imamları bu hususta ittifak halindedir.
Zira İslamiyet'te şirke benzer her tür davranış ve fikir kesin olarak yasaklanmıştır.
Bu hakikat dolayısıyladır ki Hz. Peygamber'in en meşhur dualarından biri de 'Ya Rab! Benim kabrimi ibadet edilir put haline koyma' mealindeki duasıdır."
Hurafe Hastalığı :
"Bu bâtıl inançlar İslam âleminin hemen her tarafını istila etmiştir. Bu hurafelerin her tarafta başka başka şekillerine tesadüf edilir.
Uzaklara gitmeye gerek yok; hilafet merkezimiz ve şeyhülislamlık makamının oturduğu yer olan İstanbul'da bu hurafelerin pek yaygın ve çeşitli örnekleri ve şekilleri vardır.
Bu genel bir hastalıktır ve bence en tehlikeli ve öldürücü hastalığımız da budur.
Aklımızı, ruhumuzu, temiz inançlarımızı öldüren, milleti uyuşukluğa, tembelliğe iten tek hastalık budur.
Bu hastalık yalnız halka mahsus değil, seçkinlerimiz de bu hastalığın pençesindedir.
Bu uydurma şeylerin nereden çıktığını, ne maksatlarla icat edildiğini, hangi yollarla hangi bâtıl dinlerden intikal ettiğini bilmeyen zavallılar, bunlara büyük bir saflıkla gönül bağlamışlardır."
"Bugün bu gibi şeyler engellenecek, bunların İslamiyet'in ruhuna bütünüyle ters inanç sapıklıkları olduğu söylenecek olsa, Allah korusun. bir itiraz tufanı ortalığı kopar, insanı dinsizlik ve Vahhabîlikle itham ederler.
Vahhabîlik nedir denilse onu da asla bilmezler.
Halk bu konuda mazurdur.
Onlar böyle bulmuşlar, böyle görmüşler, böyle işitmişlerdir.
Onları ciddi şekilde aydınlatan, dinsel gerçekleri hakkıyla bildiren olmamıştır.
Despotluğun, geçmiş dönemin bu konuda tartışılmaz bir rolü vardır."
Bu Yol Nereye Gider?
"Şimdi insaf edelim, bu ruh hali ile bizim için ilerleme imkânı var mıdır?
Biz bu cehalet ve taklit kötülüğüyle şimdiki medeniyetin güçlü akımlarına karşı dinimizi, milletimizi nasıl koruruz?
Millet bu saçma geleneklerden kurtarılıp İslam'ın esas gerçekleri bütün temizlik ve berraklığıyla meydana çıkarılmadıkça, ben bunun imkânını göremiyorum, ilerleme ve yükselmenin esası cehaletten ilme, taklitten tahkike (işin gerçeğini araştırmaya) geçmedir.
Cehaletle, taklitle, hiçbir zaman yükselemeyiz, dinimizi de milletimizi de koruyamayız."
Günah Gençlerin mi?
"Gençlerimiz dinsiz oluyor diye her gün şikâyet ediyoruz.
Elbette olurlar.
Bizim şikâyete hakkımız yoktur.
Bugünkü medeniyetin ilim ve fenlerinden az çok nasibini almış beyinler, artık hurafe dinleyemez.
Onları İslam'ın gerçekleriyle aydınlatmak gerekir. Onların karşısında İslam'ın gerçekleri ve erdemleri yerine saçma fikirler ileri sürülecek olursa, şüphesiz İslamiyet'ten uzaklaşırlar."
"Dinsel gerçekleri içeren eserler Arapça yazılmış olduğundan gençlerimiz o gerçeklerden habersiz bulunuyorlar.
Bu sebeple bugün bizde görülen halleri İslamiyet gereği zannediyorlar.
Tabii olarak ve bunun neticesi olmak üzere de İslamiyet'ten uzaklaşıyorlar.
Onların gerçeği bilmemeleri cehaletlerinden ileri geliyorsa, İslamiyet'ten uzaklaşmaları da bizdeki ruh halinden ileri geliyor."
"Bizde bu hal, bu zihniyet devam ettikçe dinsizliğe doğru meydana gelen bu akışın genişlik ve yaygınlık kazanacağından şüphe edilmemelidir.
Onlar İslam'ın güzelliklerini bilmedikleri için nasıl her erdemi Avrupa medeniyetinde arıyorlarsa, biz de dinsel gerçekleri esasıyla bilmediğimizden, şimdiki medeniyetin her iyisine kötü diyoruz, her türlü yükseliş sebebine hemen bir kalemde 'şer'an caiz değildir' hükmünü veriyoruz.
Onlar takdirsizlik sebebiyle büsbütün dini terk etmek veya mutlak müctehid kesilerek keyfe göre ahkâm çıkarmak arzusuna kapılıyorlarsa, biz de taklit kötülüğü yüzünden medeniyetin bu asrında insanların ihtiyaçlarıyla asla uyuşmayan ve uygun düşmeyen ve hakkında değil vahiysel kanıt, tek kişinin rivayeti bile olmayan içtihadlara Kur'an hükmü imiş gibi bağlanarak ondan ayrılmamakta aşırılık gösteriyoruz."
Mezhep Saplantısı Mahvediyor :
"Fıkıh mezheplerini küçümsemeksizin, sırf kolaylık maksadıyla her mezhebin hafif ve kolay hükümlerini almak, tercih etmek kötü bir şey değildir.
Zira Buharî'nin Kitabu'l-edeb'inde yazılı olduğu üzere, Peygamberimiz Hazretleri her ne vakit iki şey arasında serbest bırakılmış olsa onların kolayını seçer ve ümmeti hakkında kolaylığı ve hafifletmeyi severdi.
Ashabından, etrafa gönderdiği vali ve kadılara da kolaylık göstermelerini, nefrete yol açacak zorluklardan kaçınmalarını tavsiye buyururdu.
“Allah sizin için kolaylık ister, güçlük istemez.” (Bakara, 185) ve 'Allah sizden hafifletmek ister.' (Nisa, 28) ayetleriyle, 'Dininizin en hayırlısı en kolay olanıdır.' ve 'Hoşgörü ve dürüstlük üzere gönderildim.' hadis-i şerifleri gibi birçok kanıttan anlaşılır ki, dinsel hükümleri küçük görme maksadıyla olmayıp, sırf kolaylık maksadıyla, her mezhebin hafif ve kolay hükümlerini almak ve tercih etmek caizdir, kötülenmiş ve yasaklanmış değildir."
“Mademki fakihların ihtilafları meşrudur, onun neticesi olan değişik görüşlerle amel etmek de meşrudur.
Meşru olmasaydı din koyucu onu bize bildirirdi. Halbuki bildirmemiştir."
"Bir mezhepten diğer bir mezhebe geçen kişi günahkârdır, cezalandırılması gerekir gibi sözler sırf mezheplerin hafif ve kolay yönlerini araştırmaktan halkı menetmek için ortaya atılmış, fakihlerin dayatmacı sözlerinden ibarettir.
Halbuki ben her meselede hangi müçtehidin görüşü daha hafif ve kolay ise, sıradan vatandaşın onu almasını, tercih etmesini yasaklayacak naklî veya aklî bir delil bilmiyorum.
Bunu bilmediğim gibi, bir insanın, içtihadı dince caiz görülen bir müçtehidin en hafif ve en kolay görüşüne tâbi olmasını, dinin kötü gördüğünü de bilmiyorum.
Cenab-ı Peygamber, ümmetinden şiddet ve tazyiki kaldıran, onlar üzerine hafif ve kolay gelen hükümleri severdi."
Mezheplerden Seçmeler Yapabiliriz :
"Her mezhebin hafif ve kolay hükümlerini seçmek ve tercih etmek maksadıyla bir mezhepten diğer mezhebe geçmek, başkasının hakkını ihlal ederse o zaman caiz olmaz.
Fakat bunda da gerçekte caiz olmayan geçmenin kendisi değildir, belki hakkı ihlal etmek ve başkasına zarar vermek keyfiyetidir.
Çünkü İslamiyet'te zarar vermek ve zararla mukabelede bulunmak yoktur.
Lakin tartışma bunda değildir.
Burada söz konusu olan mesele, başkasına zarar vermemek şartıyla her mezhebin hafif ve kolay hükümleriyle amel etmektir ki, açıklandığı üzere buna dinsel bir engel yoktur."
"İşte bu araştırmalardan ve hüküm yürütmelerden açıkça anlaşıldığı üzere ;
- henüz belirli bir mezhebi benimsemeyen ve ona bağlanmayan bir mukallid (dinde birini taklit etme ihtiyacı duyan kişi) için, bazı meselelerde bir mezhebin hükümleriyle, diğer bazı meselelerde diğer mezhebin hükümleriyle amel etmek caiz olduğu gibi,
- belirli bir mezhebi benimseyip ona bağlanan mukallid için de, kısmen veya tamamen o mezhebi terk ederek, diğer bir mezhebe geçmek caizdir.
- İsterse bu mezheplerin ruhsatlarını araştırıp bulma maksadıyla olsun."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder