Selam,
Yaşar Nuri Öztürk “İSLAM NASIL YOZLAŞTIRILDI?” isimli kitabında, güzel dinimiz İslamın, mel’un Muaviyeden başlayarak, bugünlere kadar nasıl yozlaştırılarak ve yamultularak, tanınmaz hale getirildiğinin üzücü serüvenini anlatıyor.
Bu kitaptan bugün de “EŞYA KULLANIMI” başlığı altında, birtakım eşyanın Müslümanların gündelik hayatlarında nasıl fetişleştirilerek hurafeleştirildiğini ve bid’atleştirildiğini okuyalım ve öğrenelim diyorum.
Abdullah Erdemli
İsviçre
*******
EŞYA KULLANIMI (Sh. 204-212)
Bir şeyin kullanımının dinen yasak (haram) edilmesi dinin koyucusu olan Allah'ın tekelindedir.
Bunun dışındaki yasaklamalar, gerekçesi ve koyucusu kim olursa olsun, dinsel haram değil, idarî veya geleneksel yasaklardır.
Bu yasaklara uyup uymamak
kişilerin kendilerine kalmıştır.
Elbette ki sonuçlarına katlanmak da…
Allah adına yasak koymaya (tahrim yetkisi kullanmaya) gelince, Kur'an hiçbir beşere, peygamber de olsa, böyle bir yetki vermemiştir.
Çünkü bu yetki ulûhiyete (tanrılığa) ait yetkilerdendir.
Bu ölçüler ışığında baktığımızda, din kitaplarına girmiş, eşya kullanımına ilişkin bazı yasakların yeniden gözden geçirilmesi kaçınılmaz olmaktadır.
Çünkü bunların geleneksel, yönetsel olanlarıyla dinsel olanları birbirine karışmıştır.
Halk bu ayrımı bilmeden, herhangi bir ilmihal kitabında gördüğü ve tarihin bir devrinde hangi gerekçelerle konduğunu bilmediği bir yasağı din sanarak uygulamaya kalkmakta ve çok sıkıntılı durumlara düşmektedir.
Geleneğin ve yöresel yönetimin, o günkü şartlar gereği koyduğu bir yasağı dinin yasağı gibi algılamakta, dine saygısı yüzünden de bunun dışına çıkamadığı için bunalıma, çelişkiye düşmektedir.
Hz. Peygamber'in de zaman ve zeminle ilgili geleneksel ve yönetsel yasaklar koyduğu olmuştur.
Bunlar dinen haram ilan edilemez.
Bunların o günkü toplum koşulları içinde idarî, ekonomik, sıhhî, hatta siyasal gerekçeleri vardır.
Ve Resul bu yasağı o gerekçelerden birine veya birkaçına dayanarak koymuştur.
Ama bu din değildir.
Din olsaydı, dinin kurucusu tarafından yasaklanır ve zaman üstü kaynağa konurdu.
Örneğin, Hz. Peygamber'in erkekler için altın ve saf ipek kullanımını yasakladığı rivayeti vardır.
Kur'an'da böyle bir haram olmadığına göre, biz bu durumda iki ihtimalden birini var sayarız:
1. Bu rivayetler uydurmadır, itibara alınmaz,
2. Rivayet doğrudur; yasak o gün geçerli beşerî bir gerekçeyle konmuştur.
Bu durumda bizi dinen bağlamaz. İsteyen ona uyar, istemeyen uymaz.
Uyana, bunu dinleştirip genelleştirmediği sürece
hoşgörüyle bakılır, uymayana kem gözle bakılmaz.
BİD'ATLAR, HURAFELER
* Akik taşı kullanmayı kutsallaştırmak:
Akik taşından yapılmış yüzük vs. gibi eşyanın kullanılmasını kutsal gösteren, bu kutsallığı desteklemek için akik taşına birtakım doğa üstü değerler yükleyen rivayetlerin tümü uydurmadır.
Falan veya filan taştan süs eşyası kullanmakla ilgili hiçbir dinsel buyruk yoktur ve olamaz.
Bu bir zevk ve töre meselesidir.
Akik taşıyla ilgili uydurmalar, çağımızın en büyük hadis otoritesi olan Elbânî (ölm. 1999) tarafından sıralanmış ve gerekli eleştiriler yapılarak bunların güvenilmez düzmeceler olduğu gösterilmiştir.
İşte bazı uydurmalar:
"Akik taşından yüzük kullanın; çünkü o mübarek bir taştır."
"Akik taşından yüzük kullanın; çünkü o yoksulluğu giderir."
"Akik taşından yüzükler kullanın; çünkü o taşı kullanan, kullandığı sürece tasalanmaz."
"Akik taşından yüzük kullanan sürekli hayır üzere olur."
(bk. Elbânî; el-Ahâdîs ez-Zaîfa, 1/396- 400)
* Misvakın, belli bir ağacın dalları, parçaları olduğunu sanmak:
Arapça'da sivak ve istivak, ağzı temizlemek demektir.
Bu temizliği yaparken kullanılan şeye, s i v a k kökünden alınan ve âlet-edevatı ifade için kullanılan mimli mastar kalıbına uygun olarak "misvak" denir.
Misvak, diş temizliğinde kullanılan âlet demektir.
Diş temizliğinde neyi kullanırsak (bu bir lazer fırçası da olabilir, bir kıl fırçası da olabilir, bir ağaç dalı da olabilir) ona misvak denir.
Misvak olarak neyi kullanacağımız bizim zevkimize, zamanımıza, ihtiyacımıza ve biraz da ekonomik durumumuza bağlıdır.
Peygamberimizin bizden istediği, sağlık açısından önemli olan bir öğüde uyarak dişlerimizi temizlememiz, yani sivak yapmamızdır.
Sivak’ı hangi misvakle yapacağımıza biz karar vereceğiz.
O halde, fıkıh kitaplarında "misvâkin faziletle r i n e” ilişkin anlatımlar, diş temizliğine ilişkin kabul edilmelidir.
Bunlar, Arap Yarımadasındaki bir ağacın üstünlüğüne ilişkin anlatımlar değildir.
Bu ikisini birbirine karıştırmak ve bir ilkeye ilişkin değerleri bir eşyaya vermek yanılgıdır.
Ne yazık ki bu yanılgı, dünyanın birçok yerinde Müslümanları ilkel, fetişist, tabucu, çağdışı ilan etmede kanıt olarak kullanılmaktadır.
Bundan ıstırap duymamak mümkün değildir.
Eskiyi tabulaştıran ve buna bağlı olarak da âlet ve eşyayı fetişleştiren bilgisizlik illeti, Peygamberimiz devrinde sivâk (diş temizleme) için kullanılan bir aracı (başka ne kullanabilirdi ki?), bizzat amaç sanmakta ve bu günün lazerle diş temizleyen dünyasında o dal parçasının kullanılmasını dinleştirmektedir.
Bu durum, bilgiye ve hikmete sayısız atıf yapan bir dinin iman çocuklarına asla yakışmıyor.
Müslüman'ın puan hanesine büyük bir artı değer olarak yazılacak bir güzellik, bu cehalet tutsaklığı yüzünden Müslüman'ın aleyhine kullanılmaktadır.
* ipek ve altın kullanımının erkeklere haram olduğunu iddia etmek:
Bu anlayışa ilişkin değerlendirmeyi biraz önceki giriş kısmında yaptık.
Şu garip kadere bakın:
Muazzez Peygamber, 1500 yıl önce, insanlığın, değil diş temizliği, vücut temizliği için bile su kullanmayı doğru-dürüst bilmediği bir zamanda, iman kardeşlerine günde birkaç kez dişlerini temizlemeyi öğretmiş, bunu daha iyi yapabilmeleri için de yöresindeki bu işe uygun bir ağacın dallarından yararlanmıştır.
Şimdi Müslüman, böyle bir tarihsel geçmişe sahip olduğu için övünecekken, birileri kalkıp diyor ki:
"Dişleri şu ağaç parçasıyla temizleyeceksiniz, aksi halde sünnete aykırı iş yapmış olursunuz."
Ve Müslüman'ın artı puanı, birden eksiye dönüşüyor.
Peki, sünnet, dişleri temizlemek midir, yoksa o ağaç parçasını ağza sokmak mıdır?
Bunun ortaya konması gerekir.
İslam ve akıl ölçüleri içinde işin doğrusu şudur:
Sünnet olan, istenen, dişlerin temizlenmesidir.
Bu temizlik hangi şeyle daha iyi yapılıyorsa sünnete en uygun kullanım onun kullanımıdır.
Aksini düşünmek tabuculuk ve fetişizm olur; Müslüman'ı da, İslam'ı da sıkıntıya sokar.
Misvakı ağaç sanan mantıkla düşündüğünüzde, örneğin, savunmada kılıç, ok, mızrak, at dışında hiçbir araç kullanılamaz.
Çünkü Kur'an ve sünnette adıyla geçen savunma araçları bunlardır.
Ama işe, hikmeti ve amacı açısından bakarsanız o zaman o sayılan araçların birer örnek olduğunu anlar ve günümüzde savunma aracı olarak neler kullanılıyorsa onları öne çıkarırsınız.
Bu inceliği fark edemeyen veya fark ettiği halde bir takım hesaplar ve istismarlar yüzünden gerçeği saklayan zihniyetlerse ;
- diş temizlemeye ilişkin övgüleri, geçmiş devirlerde bu iş için kullanılan araçlara yükler,
- taharetlenmeyi (tuvalette temizlenmeyi) hâlâ taş ve kemik parçalarıyla yapmaya kalkar,
- hatta tuvalet kağıdı kullananları din dışı ilan etmeye kadar giden akıl almaz ilkellikler sergilemekten çekinmez.
Ve şöyle diyebilir: "Müslüman namaz kılar, bunun için vücudunun ve giysilerinin temiz olması, tuvalet kalıntısına bulaşmaması gerekir.
Bu demektir ki, tuvalette, temizlik için su kullanacaklardır; Müslüman olmayanlar gibi kağıt kullanamaz lar."
İddianın birinci kısmı doğru.
İkinci kısmı ise iki yanlışı birden taşıyor.
Onunla da kalmıyor, gıybet, terbiyesizlik ve hatta iftira gibi üç illeti de barındırıyor.
Bir defa, tuvalet kağıdı kullanan gayrimüslimlerin su kullanmadığını bir matematik gerçek gibi öne sürmek doğru değildir.
Tuvalet kağıdıyla birlikte suyu da kullanan milyonlarca gayrimüslim vardır.
İkincisi, bir Müslüman'ın su kullanmak zorunda olması tuvalet kağıdı kullanmasına engel değildir. Bu işte su da, tuvalet kağıdı da bir araçtır.
Müslüman, daha iyi temizlenmek için bu araçların ikisinden de yararlanır.
En uygunu ve en temizi de budur.
Ne yazık ki eşyayı fetişe dönüştüren zihniyet bu kadar basit bir meseleyi ya anlamaz, yahut da (daha kötüsü) anlar da birtakım politik çıkarlar için gerçeğin üstünü örter; insanı küçülten durumlara düşer...
Ve olan, tertemiz İslam'a ve günahsız dindarlara olur.
* Bazı eşyayı fetiş haline getirmek:
Kutsal eşya, kutsal emanet vs. kavramları bu fetişleştirmenin ürünüdür.
Eşyayı din adına fetişleştirme daha çok tarikat çevrelerinde görülür.
Kutsal ilan edilmiş, hatta bir kısmı yedek ilah konumuna getirilmiş kisilerin eşyası, çorabından kaftanına kadar kutsal ilan edilip fetişleştirilir.
Hatta bazen bu fetiş eşyaya dokunmak bile kutsanmak, hastalıklardan arınmak için araç yapılır.
Eşya fetişleştirmenin tarih içinde en tipik ve kurumsal görünümü tarîkatlardaki "hırka geleneğidir”.
Hırka giymek, hırka giydirmek, hırkasını devralmak deyimleri bu fetişizmin lügatinden çıkmadır.
Zamanla HIRKAPERESTLİĞE dönüşen bu hırka giydirme fetişizmi Hz. Peygamberin Hz. Ali'ye hırka (fütüvvet hırkası) giydirdiği yalanıyla başlamıştır.
Hz. Resul'ün Hz. Ali'ye böyle bir hırka giydirdiği, bunun Ali tarafından saklanıp daha sonra da başkalarına giydirildiği yolundaki iddiaların tümü yalan ve iftiradır.
Bu yalan ve iftiralar ve bunların tevhid dininde açtığı yaralar muvahhit bilgin İbn Teymiye (ölm. 728/1328) tarafından ayrıntılı bir biçimde incelenmiş ve gerekli cevaplar verilmiştir, (bk. İbn Teymiye; Resâil, 1/148 vd.).
Eşyayı kutsal ilan ederek bu sayede itibar devşirmek yolu, birçok İslam dışı yol gibi, Emevîlerin Şam kâhyası Muaviye tarafından açılmıştır.
- Resul'ün dinini tahrif ve tahrib edip
- Resul evladınının bazısını zehirleten,
- bazısının ise kılıçtan geçirilmesine zemin hazırlayan bu siyasetçi,
- dinini ve evladını perişan ettirdiği Peygamber'in tırnağını,
- giysisini,
- sakalını
- kutsal ilan edip şov aracı yaparak
- Müslüman kitleyi aldatmış ve
- İslam'ın kaderini dikenlemiştir.
HIRKAPERESTLİĞİN esas öncüsü de Muaviye'dir.
Siyer (Hz. Peygamber'in hayatını anlatan tarih dalı) ve hadis alanının büyük ismi Zübeyr b. Bekkâr (ölm. 256/869 ) "el-Muvâffakıyât fi'l-Hadîs" adlı eserinde bize bildiriyor ki ;
M u a v i y e (ölm. 60/679 ), Hz. Peygamber'in Ka'b b. Züheyr (ölm. 24/644) adlı şaire hediye ettiği bir hırkayı onun vârislerinden satın alarak kutsal ilan etmiş ve bu hırkayı ülkenin her yanında dolaştırarak halkın din duygularını sömürmüştür.
Ve ne ilginçtir ki kimse ona şunu sormamıştır:
O Peygamber'e saygın var idiyse onun evladını neden kahırlar altında inlettin?...
Hırkaperestliğin bir siyasal sömürü aracı halinde kullanımı işte böyle başlamıştır.
* Asa (değnek, sopa) kullanmanın sünnet olduğunu iddia etmek:
Elde sopa ile dolaşma âdeti, eski çöl hayatında hemen hemen bir zorunluluktu.
Bu zorunluluk Ortadoğu bölgesinde yaşamış birçok nebinin elinde sopa taşımasını gerekli kılmış olabilir.
Nitekim Kur'an Hz. Musa'nın elinde taşıdığı bir asadan söz eder. (bk. Tâhâ, 18).
Ama Kur'an bu asayı taşımanın gerekçesini Hz. Musa'nın dilinden açıkça duyurur.
O gerekçe, koyun gütme, ona dayanma ve bazı işlerde kullanmadır, (bk. Tâhâ, 19-22)
Kur'an bunları söyler ve Musa'nın Allah'tan "Onu yere at!" emrini aldığını da bildirir.
Anlaşılan o ki, açık arazide yaşayan insanların büyük olasılıkla ihtiyaç duydukları böyle bir sopa taşıma âdeti vardı ve bunda yadırganacak bir yan da yoktur.
Bu bir din meselesi değil, bir zaman-zemin ve ihtiyaç meselesidir.
Bütün bunlar, elde sopa ile dolaşmanın bir din emri olmasını gerektirmez.
Bu bir zevktir ve bir zevk olarak algılanıp sunulduğunda kimsenin bir itirazı olmaz.
Elde asa taşımayı peygamberlerin ortak ahlaklarının bir uzantısı gibi gösteren şu yalan, " h a d i s " adı altında halkın arasına sokulmuştur:
“Elde taşınan bir asaya dayanmak peygamberlerin ahlakı cümlesindendir."
Uydurma şu pekiştirmeyle devam ediyor:
“Hz. Peygamber'in dayandığı bir asası vardı, bizim de böyle bir asaya dayanmamızı emrederdi." (bk. Elbânî; ez-Zaîfa, 2/316)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder