31 Ekim 2024

17- İSLAM NASIL YOZLAŞTIRILDI?

Selam,

Yaşar Nuri Öztürk “İSLAM NASIL YOZLAŞTIRILDI?” isimli kitabında, güzel dinimiz İslamın, mel’un Muaviyeden başlayarak, bugünlere kadar nasıl yozlaştırılarak ve yamultularak, tanınmaz hale getirildiğinin üzücü serüvenini anlatıyor.  

Bu kitaptan bugün de “EŞYA KULLANIMI” başlığı altında, birtakım eşyanın Müslümanların gündelik hayatlarında nasıl fetişleştirilerek hurafeleştirildiğini ve bid’atleştirildiğini okuyalım ve öğrenelim diyorum. 

Abdullah Erdemli

İsviçre

*******

EŞYA KULLANIMI (Sh. 204-212)


Bir şeyin kullanımının dinen yasak (haram) edil­mesi dinin koyucusu olan Allah'ın tekelindedir. 


Bunun dışındaki yasaklamalar, gerekçesi ve koyucusu kim olursa olsun, dinsel haram değil, idarî veya gele­neksel yasaklardır. 


Bu yasaklara uyup uymamak 

ki­şilerin kendilerine kalmıştır. 

Elbette ki sonuçlarına kat­lanmak da…


Allah adına yasak koymaya (tahrim yetkisi kullanmaya) gelinceKur'an hiçbir beşere, peygamber de olsa, böyle bir yetki vermemiştir. 

Çünkü bu yetki ulûhiyete (tanrılığa) ait yetki­lerdendir.


Bu ölçüler ışığında baktığımızda, din kitaplarına girmiş, eşya kullanımına ilişkin bazı yasakların yeni­den gözden geçirilmesi kaçınılmaz olmaktadır


Çünkü bunların geleneksel, yönetsel olanlarıyla dinsel olanları birbirine karışmıştır. 


Halk bu ayrımı bilmeden, her­hangi bir ilmihal kitabında gördüğü ve tarihin bir dev­rinde hangi gerekçelerle konduğunu bilmediği bir yasa­ğı din sanarak uygulamaya kalkmakta ve çok sıkıntılı durumlara düşmektedir. 


Geleneğin ve yöresel yönetimin, o günkü şartlar gereği koyduğu bir yasağı dinin yasağı gibi algılamakta, dine saygısı yüzünden de bunun dışına çıkamadığı için bunalıma, çelişkiye düşmektedir.


Hz. Peygamber'in de zaman ve zeminle ilgi­li geleneksel ve yönetsel yasaklar koyduğu ol­muştur. 


Bunlar dinen haram ilan edilemez.


 Bunların o günkü toplum koşulları içinde idarî, ekono­mik, sıhhî, hatta siyasal gerekçeleri vardır. 


Ve Resul bu yasağı o gerekçelerden birine veya birkaçına dayanarak koymuştur. 


Ama bu din değildir. 


Din olsaydı, dinin ku­rucusu tarafından yasaklanır ve zaman üstü kaynağa konurdu.


Örneğin, Hz. Peygamber'in erkekler için altın ve saf ipek kullanımını yasakladığı rivayeti vardır. 


Kur'an'da böyle bir haram olmadığına göre, biz bu durumda iki ihtimalden birini var sayarız:


1. Bu rivayetler uydurmadır, itibara alın­maz,

2. Rivayet doğrudur; yasak o gün geçerli be­şerî bir gerekçeyle konmuştur. 

Bu durumda bizi dinen bağlamaz. İsteyen ona uyar, istemeyen uymaz.

 

Uyana, bunu dinleştirip genelleştirmediği sürece 

hoşgö­rüyle bakılır, uymayana kem gözle bakılmaz.


BİD'ATLAR, HURAFELER


Akik taşı kullanmayı kutsallaştırmak:


Akik taşından yapılmış yüzük vs. gibi eşyanın kul­lanılmasını kutsal gösteren, bu kutsallığı desteklemek için akik taşına birtakım doğa üstü değerler yükleyen rivayetlerin tümü uydurmadır. 


Falan veya filan taştan süs eşyası kullanmakla ilgili hiçbir dinsel buyruk yok­tur ve olamaz. 


Bu bir zevk ve töre meselesidir.


Akik taşıyla ilgili uydurmalar, çağımızın en büyük hadis otoritesi olan Elbânî (ölm. 1999) tarafından sıralanmış ve gerekli eleştiriler yapılarak bunların güve­nilmez düzmeceler olduğu gösterilmiştir. 


İşte bazı uy­durmalar:


"Akik taşından yüzük kullanın; çünkü o mübarek bir taştır."


"Akik taşından yüzük kullanın; çünkü o yoksulluğu giderir."


"Akik taşından yüzükler kullanın; çünkü o taşı kullanan, kullandığı sürece tasalanmaz."


"Akik taşından yüzük kullanan sürekli ha­yır üzere olur." 

(bk. Elbânî; el-Ahâdîs ez-Zaîfa, 1/396- 400)


Misvakın, belli bir ağacın dalları, parçaları olduğunu sanmak:


Arapça'da sivak ve istivak, ağzı temizlemek de­mektir. 


Bu temizliği yaparken kullanılan şeye, s i v a k kökünden alınan ve âlet-edevatı ifade için kullanılan mimli mastar kalıbına uygun olarak "misvak" de­nir


Misvak, diş temizliğinde kullanılan âlet demektir.


Diş temizliğinde neyi kullanırsak (bu bir lazer fırçası da olabilir, bir kıl fırçası da ola­bilir, bir ağaç dalı da olabilir) ona misvak de­nir. 


Misvak olarak neyi kullanacağımız bizim zevkimize, zamanımıza, ihtiyacımıza ve biraz da ekonomik durumumuza bağlıdır. 


Peygamberi­mizin bizden istediği, sağlık açısından önemli olan bir öğüde uyarak dişlerimizi temizlememiz, yani sivak yapmamızdır. 


Sivak’ı hangi misvakle yapacağımıza biz karar vereceğiz.


O halde, fıkıh kitaplarında "misvâkin faziletle­ r i n e” ilişkin anlatımlar, diş temizliğine ilişkin kabul edilmelidir. 


Bunlar, Arap Yarımadasındaki bir ağacın üstünlüğüne ilişkin anlatımlar değil­dir. 


Bu ikisini birbirine karıştırmak ve bir ilkeye iliş­kin değerleri bir eşyaya vermek yanılgıdır. 


Ne yazık ki bu yanılgı, dünyanın birçok yerinde Müslümanları il­kel, fetişist, tabucu, çağdışı ilan etmede kanıt olarak kul­lanılmaktadır. 


Bundan ıstırap duymamak mümkün de­ğildir.


Eskiyi tabulaştıran ve buna bağlı olarak da âlet ve eşyayı fetişleştiren bilgisizlik illeti, Peygamberimiz devrinde sivâk (diş temizleme) için kullanılan bir aracı (başka ne kullanabilirdi ki?), bizzat amaç sanmakta ve bu­ günün lazerle diş temizleyen dünyasında o dal parçası­nın kullanılmasını dinleştirmektedir. 


Bu durum, bilgiye ve hikmete sayısız atıf yapan bir dinin iman çocuklarına asla yakışmıyor. 


Müslüman'ın puan hanesine büyük bir artı değer olarak yazılacak bir güzellik, bu cehalet tut­saklığı yüzünden Müslüman'ın aleyhine kullanılmak­tadır.


ipek ve altın kullanımının erkeklere haram olduğunu iddia etmek:


Bu anlayışa ilişkin değerlendirmeyi biraz önceki gi­riş kısmında yaptık.


Şu garip kadere bakın:


Muazzez Peygamber, 1500 yıl önce, insanlığın, değil diş temizliği, vücut temizliği için bile su kullanmayı doğru-dürüst bilmediği bir zamanda, iman kardeşlerine günde birkaç kez dişlerini temizlemeyi öğretmiş, bunu daha iyi yapabilmeleri için de yöresindeki bu işe uygun bir ağacın dallarından yararlanmıştır. 


Şimdi Müslü­man, böyle bir tarihsel geçmişe sahip olduğu için övünecekken, birileri kalkıp diyor ki: 


"Dişleri şu ağaç parçasıyla temizleyeceksiniz, aksi halde sünne­te aykırı iş yapmış olursunuz." 


Ve Müslüman'ın artı puanı, birden eksiye dönüşüyor.


Peki, sünnet, dişleri temizlemek midir, yoksa o ağaç parçasını ağza sokmak mıdır? 


Bunun ortaya konması gerekir.


İslam ve akıl ölçüleri içinde işin doğrusu şudur:


Sünnet olan, istenen, dişlerin temizlenmesidir. 


Bu temizlik hangi şeyle daha iyi yapılıyorsa sünnete en uygun kullanım onun kullanımıdır. 


Aksini düşünmek tabuculuk ve fetişizm olur; Müslüman'ı da, İslam'ı da sıkıntıya sokar.


Misvakı ağaç sanan mantıkla düşündüğünüzde, ör­neğin, savunmada kılıç, ok, mızrak, at dışında hiçbir araç kullanılamaz. 


Çünkü Kur'an ve sünnette adıyla ge­çen savunma araçları bunlardır. 


Ama işe, hikmeti ve amacı açısından bakarsanız o zaman o sayılan araçla­rın birer örnek olduğunu anlar ve günümüzde savunma aracı olarak neler kullanılıyorsa onları öne çıkarırsı­nız.


Bu inceliği fark edemeyen veya fark ettiği halde bir­ takım hesaplar ve istismarlar yüzünden gerçeği sakla­yan zihniyetlerse ;

  • diş temizlemeye ilişkin övgüleri, geç­miş devirlerde bu iş için kullanılan araçlara yükler, 
  • ta­haretlenmeyi (tuvalette temizlenmeyi) hâlâ taş ve kemik parçalarıyla yapmaya kalkar, 
  • hatta tuvalet kağıdı kullananları din dışı ilan etmeye kadar giden akıl almaz ilkellikler sergilemekten çekinmez. 


Ve şöyle diye­bilir: "Müslüman namaz kılar, bunun için vücu­dunun ve giysilerinin temiz olması, tuvalet kalıntısına bulaşmaması gerekir. 

Bu demektir ki, tuvalette, temizlik için su kullanacaklardır; Müslüman olmayanlar gibi kağıt kullanamaz­ lar."

İddianın birinci kısmı doğru. 

İkinci kısmı ise iki yanlışı birden taşıyor. 

Onunla da kalmıyor, gıybet, terbiyesizlik ve hatta iftira gibi üç illeti de ba­rındırıyor.

Bir defa, tuvalet kağıdı kullanan gayrimüslimle­rin su kullanmadığını bir matematik gerçek gibi öne sürmek doğru değildir. 

Tuvalet kağıdıyla birlikte suyu da kullanan milyonlarca gayrimüslim vardır. 

İkincisi, bir Müslüman'ın su kullanmak zorunda olması tuvalet kağıdı kullanmasına engel değildir. Bu işte su da, tuvalet kağıdı da bir araçtır. 

Müs­lüman, daha iyi temizlenmek için bu araçların ikisinden de yararlanır. 

En uygunu ve en temi­zi de budur.


Ne yazık ki eşyayı fetişe dönüştüren zihniyet bu kadar basit bir meseleyi ya anlamaz, yahut da (daha kötüsü) anlar da birtakım politik çı­karlar için gerçeğin üstünü örter; insanı küçül­ten durumlara düşer...


Ve olan, tertemiz İslam'a ve günahsız dindarlara olur.


Bazı eşyayı fetiş haline getirmek:


Kutsal eşya, kutsal emanet vs. kavramları bu fetişleştirmenin ürünüdür. 


Eşyayı din adına fetişleştirme daha çok tarikat çevrelerinde görülür. 


Kutsal ilan edil­miş, hatta bir kısmı yedek ilah konumuna getirilmiş kisilerin eşyası, çorabından kaftanına kadar kutsal ilan edilip fetişleştirilir. 

Hatta bazen bu fetiş eşyaya dokun­mak bile kutsanmak, hastalıklardan arınmak için araç yapılır.


Eşya fetişleştirmenin tarih içinde en tipik ve kurum­sal görünümü tarîkatlardaki "hırka geleneğidir”. 


Hırka giymek, hırka giydirmek, hırkasını devralmak deyimleri bu fetişizmin lügatinden çıkmadır.


Zamanla HIRKAPERESTLİĞE dönüşen bu hırka giydirme fetişizmi Hz. Peygamberin Hz. Ali'ye hırka (fütüvvet hırkası) giydirdiği yalanıyla başlamıştır. 


Hz. Resul'ün Hz. Ali'ye böyle bir hırka giydirdiği, bunun Ali tarafından saklanıp daha sonra da başkalarına giydirildiği yolundaki iddiaların tümü yalan ve iftiradır. 


Bu yalan ve iftiralar ve bunların tevhid dininde açtığı yaralar muvahhit bilgin İbn Teymiye (ölm. 728/1328) tarafından ayrıntılı bir biçimde incelenmiş ve gerekli cevaplar verilmiştir, (bk. İbn Teymiye; Resâil, 1/148 vd.). 


Eşyayı kutsal ilan ederek bu sayede itibar devşirmek yolu, birçok İslam dışı yol gibi, Emevîlerin Şam kâh­yası Muaviye tarafından açılmıştır. 


  • Resul'ün dinini tahrif ve tahrib edip 
  • Resul evladınının bazısını zehirle­ten, 
  • bazısının ise kılıçtan geçirilmesine zemin hazırlayan bu siyasetçi, 
  • dinini ve evladını perişan ettirdiği Peygamber'in tırnağını, 
  • giysisini, 
  • sakalını 
  • kutsal ilan edip şov aracı yaparak 
  • Müslüman kitleyi aldatmış ve 
  • İs­lam'ın kaderini dikenlemiştir.


HIRKAPERESTLİĞİN esas öncüsü de Muaviye'dir


Siyer (Hz. Peygamber'in hayatını anlatan tarih dalı) ve hadis alanının büyük ismi Zübeyr b. Bekkâr (ölm. 256/869 ) "el-Muvâffakıyât fi'l-Hadîs" adlı eserinde bize bil­diriyor ki ;

M u a v i y e (ölm. 60/679 ), Hz. Peygamber'in Ka'b b. Züheyr (ölm. 24/644) adlı şaire hediye ettiği bir hırkayı onun vârislerinden satın alarak kutsal ilan et­miş ve bu hırkayı ülkenin her yanında dolaştırarak halkın din duygularını sömürmüştür. 


Ve ne ilginçtir ki kimse ona şunu sormamıştır: 


O Peygamber'e saygın var idiyse onun evladını neden kahırlar altında inlettin?... 


Hırkaperestliğin bir siyasal sömürü aracı halinde kul­lanımı işte böyle başlamıştır.


Asa (değnek, sopa) kullanmanın sünnet olduğunu iddia etmek:


Elde sopa ile dolaşma âdeti, eski çöl hayatında hemen hemen bir zorunluluktu. 

Bu zorunluluk Ortadoğu bölge­sinde yaşamış birçok nebinin elinde sopa taşımasını ge­rekli kılmış olabilir. 


Nitekim Kur'an Hz. Musa'nın elinde taşıdığı bir asadan söz eder. (bk. Tâhâ, 18). 


Ama Kur'an bu asayı taşımanın gerekçesini Hz. Musa'nın di­linden açıkça duyurur. 


O gerekçe, koyun gütme, ona dayanma ve bazı işlerde kullanmadır, (bk. Tâhâ, 19-22) 


Kur'an bunları söyler ve Musa'nın Allah'tan "Onu yere at!" emrini aldığını da bildirir.


Anlaşılan o ki, açık arazide yaşayan insanların bü­yük olasılıkla ihtiyaç duydukları böyle bir sopa taşıma âdeti vardı ve bunda yadırganacak bir yan da yoktur. 


Bu bir din meselesi değil, bir zaman-zemin ve ihtiyaç meselesidir. 


Bütün bunlar, elde sopa ile dolaşmanın bir din emri olmasını gerektirmez


Bu bir zevktir ve bir zevk olarak algılanıp sunulduğunda kimsenin bir itirazı ol­maz.


Elde asa taşımayı peygamberlerin ortak ahlaklarının bir uzantısı gibi gösteren şu yalan, " h a d i s " adı altında halkın arasına sokulmuştur: 


“Elde taşınan bir asaya dayanmak peygamberlerin ahlakı cümlesindendir."


Uydurma şu pekiştirmeyle devam ediyor: 

“Hz. Pey­gamber'in dayandığı bir asası vardı, bizim de böyle bir asaya dayanmamızı emrederdi." (bk. Elbânî; ez-Zaîfa, 2/316)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder