28 Ekim 2024

15- İslam Nasıl Yozlaştırıldı?

EHLİBEYT

Kelime anlamıyla ehlibeyt, ev halkı demek­tir. Peygamberlerin ev halkını ifade için bu deyim kul­lanılmaktadır. (Hz. İbrahim'in ev halkını ifadede kul­lanımı için bk. Hûd, 73; Hz. Musa'nın ev halkını ifadede kullanımı için bk. Kasas, 12)

Hz. Muhammed'in ev halkı da bu deyimle ifade edi­lir, (bk. Ahzâb, 33) Anılan ayet ve devamına göre, Allah, Hz. Muhammed’in Ehlibeyti'nden, kir ve lekeyi uzak tutmak, onları tertemiz kılmak istemektedir. 

Bunun için de on­lara diğer insanlardan farklı bazı sorumluluklar yük­lemektedir.

Peygamberimizin Ehlibeyti onun eşleri, ço­cukları ve torunlarından oluşur. 

Eşler ve çocuklar ölünce Ehlibeyt'i doğal olarak Hz. Resul'ün torunları temsil edecektir. 

Hz. Peygamber'in torunları, Hz. 

Fâtıma ile Hz. Ali'nin soyundan devam ettiğine göre, bu­ gün Ehlibeyt tâbiri bu soyun çocukları için kullanılabile­cektir.

Bu soyun Hz. Hasan (ölm. 50/670)dan gelenlerine "şerif”, Hz. Hüseyin (ölm. 61/680)den gelenlerine " s e y y i d " denir. 

Şerif ve seyyidlere saygı duymak Hz. Peygamber'in kişiliğine ve hatırasına saygının bir uzantısıdır

Ne var ki bu saygı saptırılmış ve keyfe göre seyyid-şerif üretimine gidilmiştir. 

Çünkü seyyid ve şerîf olmak, saptırmalarla oluşturulmuş bir çok değere sahip olmakla eş anlamlı tutulduğu için bu unvanlar tarih 

bo­yunca siyasal amaçlarla ona buna dağıtılmış ve Allah ile aldatmanın en geçerli araçlarından biri olarak 

kitle­leri sömürmede kullanılmıştır. 

Oysaki gerçek seyyid ve şerifler sömürmenin değil, hizmet ve aydınlatmanın ön­cüleridir.


BİD'ATLAR, HURAFELER


Ehlibeyt'in masum olduğunu iddia etmek:


Masumiyet deyimi, hiç günah işlememek, hiç hata yapmamak anlamlarında kullanılır. 

Kur'an, peygam­berler de dahil hiçbir insana masum sıfatı vermez

Pey­gamberler için kullanılan masum ve masumiyet, onla­rın, peygamberliklerini zedeleyecek sapmalardan uzak olmaları anlamındadır; günah işlemedikleri anlamında değil. 

Kur'an, günah (zenb, isyan) sözcüğünü Hz. Âdem'den Hz. Muhammed'e kadar tüm nebi­lere izafe etmiştir, (bk. Bakara, 35-37; Tâhâ, 121-122; Fetih, 1-2) 

Tüm nebiler çeşitli vesilelerle ve defalarca töv­beye, istiğfara çağrılmaktadır.


Peygamberler de günah işleyebilir. 

Çünkü günah işlemek beşer (insan) olmanın zorunlu sonucudur. 


Kur'an, tüm peygamberlerin birer beşer ol­duğunu ısrarla gündeme getirmektedir. 

Onların farkı kendilerine vahiy gelmesidir. 

Masumiyetlerinin anlamı da bu vahyi insanlığa tebliğde herhangi bir saklama, ihanet veya savsaklamaya gitmemeleridir. 

Onlar da gü­nah işler, ancak Allah onları hemen uyarır, onlar da hemen tövbe ederler. 

Fark budur. Bu farkın olması da peygamberlik kurumunun nezaketi bakımındandır.


Hal böyle olunca peygamberlerin ehlibeyti, o arada Hz. Muhammed'in Ehlibeyt'i hiç günah işlememiş, hiç hata yapmamış olmak anlamında asla masum olamaz. 

Böyle bir iddia Kur'an'ın, vahyin ruhuna aykırıdır. 

Eh- libeyt'e saygı adı altında Ehlibeyt'i rahatsız etmektir. 

Re­sul Ehlibeyti'nin hiçbirinin bu anlamda bir beyanı ola­maz. 

Bu yoldaki sözler onlara sonradan isnat edilmiş yalanlardır. 


Peygamber'in bizzat kendisine 

bin­lerce yalan isnat eden bir ümmetin onun Ehli­ beytine yalan isnat etmediğini söylemek akla ve tarihe ters düşer.


Bu masumluk iddiası öylesine ileri götürülmüştür ki, Ehlibeyt mensubu kişilerin bazan ilahlaştırılmasına tanık olabiliyoruz. 

Örneğin, Şiilerin hadiste önderi sayı­lan (Sünnîlerdeki Buharı gibi) Küleynî (ölm. 329/940), Ali ve Fâtıma'yı Allah'a vekâlet edecek noktalarda göre­ bilen ifadelere yer vermektedir. 

Hemen tüm Şiî imam­lar, Ehlibeyt imamlarının öğrettiklerinin Kur'an'la aynı kaynaktan geldiğini yani Kur'an gibi tartışılmaz, aşıl­maz olduğunu ifade ederler.

Bu iddiaların Kur'an'la bağdaşması mümkün değil­dir.

Şiî imamlarda, elimizdeki Kur'an'ın eksik olduğunu, esas Kur'an'ın Ali'nin elindeki Kur'an olduğunu, onunsa bugün mevcut olmadı­ğını bildiren beyanlar da vardır. (Örnek olarak bk. Küleynî; Usûl, 1/229-230)

Bu söylem giderek şu noktaya varır: Kur'an'ın ta­mamı, Ehlibeyt imamlarının göğüslerindedir. 

Onu esas vahyedildiği şekliyle, mushaflardan değil, Ehlibeyt imamlarının dilinden öğrenebiliriz. 


Dahası var: Ehli­ beyt imamları göğüslerinde gerçek Kur'an'ı tutmakla kalmazlar, gerçek Tevrat ve İncil'in de kaynağı olma niteliğini taşırlar, (bk. Küleynî; Usûl, 1/227-228


Ehlibeyt imamlarını Allah tarafından ezelde belirlenmiş ebedî devlet yöneticisi saymak:


Bu anlayışa göre, Allah, dünyanın sonuna kadar Müslümanları yönetecek kişileri Hz. Muhammed'in so­yundan insanlardan belirlemiştir. 

Onların dışında yö­netici belirlemek dine aykırıdır, Hz. Muhammed'e karşı çıkmaktır.

Bu düşünce, evrensel-ilahî dini en katı hanedanlık­lardan daha tutucu bir kuruma dönüştürmektedir. Kur'an böyle bir anlayışa onay vermez. 


Bu düşünceyi, " İ m a m (devlet başkanı) Kureyş'tendir." diyen ve bunu sağ­lamlaştırmak için birtakım hadisler uyduran Arap-Emevî saptırmasına duyulan anti-Arap reaksiyonun, karşı uçtan bir saptırması olarak görürüz.


ALLAH YÖNETİMİN İLKELERİNİ VERMİŞTİR. 

Yönetici yapa­cağı kişileri bu ilkelere uyan kişilerden seçmek 

Müslü­manların borcudur. 

Seçim, bey'at (sosyal antlaşma) ve şûra (karşılıklı danışma ve denetleme) ilkelerine uy­gun olarak yapılacak, bu yolla seçilen kişi veya kişile­rin görevden uzaklaştırılmaları da yine bu yolla olacak­tır. 

Yöneticilik bir görevdir, bir emanet verme­dir; doğuştan bir hak değildir. 

Bunun aksini söy­lemek, mezhep veya ırk kabulleri uğruna Kur'an'a ters düşmek olur.


Muntazar Mehdi (gelmesi beklenen kurtarıcı) diye birinin varlığını kabul etmek:


Şiî inanışa göre, 12 imamın sonuncusu ve 11. İmam Hasan el-Askerî (ölm. 260/873)nin oğlu olan 

İ m a m M e h d î (?) birgün ortaya çıkacak ve zulümle dolmuş bu­lunan yeryüzünü adalet ışıklarıyla aydınlatıp insanlığı kurtaracaktır. İmam Mehdî ölmemiştir, bazı hikmetler yüzünden saklanmaktadır. 

Şiî inanç bu saklanmaya "Gaybet" veya "Gaybubet" demektedir ki, ikisi de göz­den uzak olmak demektir.

Bu saklanma döneminde İmam Mehdî nerededir? 

Hristiyanların birgün geri gelip insanlığı kurtaraca­ğına inandıkları 

İ s a nerede ise o da oradadır.


 Hristiyanlar kurtarıcı olarak İsa'nın geri gelmesini bekliyor­lar. 

Başarılı bir aldatmacayla bu "geri geliş" masalını (nüzûl-i İsa) bazı Müslümanlara da kabul ettirmişlerdir. 


Sünnî çevreler de İsa'nın birgün geri gelip, Ş a m ' d a kendisini bekleyen beyaz bir katıra binerek dünyayı kurtarmak üzere harekete geçeceğine inanmaktadırlar. 


Ne yazık ki bu yalan, çok saygın bilinen bazı akait ki­taplarına da girmiştir. 

Şiî çevreler Mehdî-i Muntazar (beklenen mehdî) sayesinde kurtulacaklarını iddia et­mektedirler. 


Bu meselede Sünnîler'in, mezhep taassubu yüzünden Şiîlerden uzaklaşarak Hristiyanları tercih edip kurtarıcı beklemekte onlarla birleştikleri anlaşılı­yor.


Anlaşılmayan bir şey varsa o da şudur: 


Şiîsiyle, Sünnîsiyle biz Müslüman kitleler, bu HURAFELERLE ve BOMBOŞ HAYALLERLE asırları harcamak yerine, Kur'an'ın gösterdiği gayret ve akıl yolundan giderek kur­tuluş ve refahımızı kendi ellerimizle NEDEN SAĞLIYAMIYORUZ!?


İşte bu soruya cevap bulmakta, ne yazık ki hiç kimse başarılı olamıyor... 

Kimbilir, belki de Cenabı Hakk'ın, bu ümmet için takdir ettiği ıstırap ve imtihan süreci he­nüz dolmamıştır. 


Peygamberi'nin bıraktığı iki bü­yük emanet olan Ehlibeyt'e ve Kur'an'a ters dü­şen bir ümmetin ıstırap ve imtihanı o kadar kı­sa süreli olmasa gerek!...


Ehlibeyt soyundan gelenler (seyyidler ve şerîfler)in doğuştan üstün olduklarını, bunun sonucu olarak da halk üzerinde haklarının bulunduğunu iddia etmek:


Allah ile aldatmanın, din adına halktan komisyon almanın ve nihayet haram yemenin en pervasız yolla­rından biri de budur. 


Bu pervasız yolla toplumlar asırlar boyu acımasızca soyulmuştur ve soyulmaktadır.


Bu bitmez sömürü Sünnî çevrelerde şu unvanlarla tabulaştırılıp dokunulmaz kılınmış kişiler eliyle yürütül­mektedir: 


Şeyh, efendi, üstat, ağabey, hocaefendi, şıh, ağa, bir bilen, mücahit... 


Unvanlar, zamana, zemine, şartlara, kurbanlara göre ufak değişiklikler gösterebilmektedir. 


DEĞİŞMEYEN TEK ŞEY VARDIR : KİTLELERİN SÖMÜRÜLMESİ...


Bu sömürüyü durduracak bir mehdi filan gelme­ y e c e k t i r . 

Vahyin ve aklın ilkeleri işlerlik kazanıncaya kadar sürecek olan bu sömürünün yeryüzüne dol­durduğu kahırla gök kubbeye yükselttiği beddular birik­mektedir. 

Bu birikimler elbette ki bir kıyamet kopara­caktır ama bu kıyamet mehdî eliyle filan değil, varlık kanunlarının hükmünü yürütmesiyle olacaktır.

Ne zaman? Onu ancak Allah bilir...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder