DUA
Dinsel deneyim, insanlığın en eski deneyimidir.
Bu deneyimin esası olan dua, bugün varlığını iki ölçütle ispatlamakta ve yaşatmaktadır:
Bunların ilki felsefî ölçüt, ikincisi pratik-pragmatik ölçüttür.
Buna göre, esasına ilişkin sözü ne olursa olsun, bilim ve felsefe duayı insan hayatının bir parçası olarak kabul etmektedir.
Kur'an'ın beyanlarından anlıyoruz ki dua faaliyetinde insana Yaratıcı tarafından mutlaka cevap
verilmektedir:
“Rabbiniz şöyle buyurmuştur: 'Dua edin bana, karşılık vereyim size..." (Mümin, 60)
“Anın beni ki anayım sizi..."
(Bakara, 152)
Bundan da anlaşılır ki duada acelecilik, erken kabul beklemek duanın ruhuna aykırı olduğu gibi, Allah karşısında küstahlığın da göstergesidir.
Dua edene bir şekilde cevap gelmesi, İkbal'in de ifade ettiği gibi, şuurlu bir benlikle yüz yüze olduğumuzun kanıtıdır
(bk. İkbal; Reconstruction, 18-19).
Dua, bir birlik ve kaynaşma halidir; onu rastgele isteklerden, alışılmış başvurulardan ayırmak gerekir.
O, varlığın esasıyla içsel bir temastır.
Bununla birlikte sıradan istekler yığınından oluşan sözde dualar da vardır.
Dua konusunu en iyi anlatanlardan biri olan Alexis Carrel (ölm. 1944), duadan söz ederken şöyle diyor:
"Bir iş ve hareketle de dua edilebilir."
Kur'an daha da ileri bir noktaya dikkat çekiyor:
Bütün iş ve hareketler, bütün oluşlar birer duadır.
Durum bu olunca, bilimsel ve düşünsel faaliyetler, duanın sadece bir şekli değil, en gelişmiş, en kutsal şeklidir.
Yine İ k b a l ' e kulak verelim:
"Gerçek şu ki, bilimsel arayış ve araştırmaların tamamı, esasında duanın bir başka şeklinden ibarettir. Doğayı bilimsel yolla inceleyen kişi, bir anlamda dua eden mistiğe benzer."
(İkbal; Reconstruction, 86).
Bütün iş ve oluşların dua olarak kabul edilmesinin temelinde Hz. Peygamber'in şu sözü de vardır:
"B ü t ü n yeryüzü bana mabet yapılmıştır."
Bütün yeryüzü mâbetse, bütün iş ve oluşlar da elbette ki dua olacaktır...
Kur'an'ın amacı, bütün hayatı bir büyük dua haline getirmektir.
O halde biz iki türlü duanın varlığını kabul etmek zorundayız:
1. Fiilî veya halî dua,
2. Sözlü veya kâlî dua.
Fiilî dua, varlık yasalarına uygun olarak çalışmak, değer üretmek, sözlü dua da bu üretim sırasında Yaratıcı ile gönül ilişkisini
sürdürmektir.
Bundan çıkarılacak sonuç şu olur: Fiilî dua yapılmadan sözlü dua anlam ifade etmez.
Tarla ekilip sulanmadan, Allah'tan ürün vermesi istenemez.
Ormanlar zenginleştirilip yeşillik artırılmadan yapılan YAĞMUR DUASI işe yaramaz...
Dua konusunda sapmaların esasını, duayı yalnız ve yalnız Allah'a özgülememek
oluşturmaktadır.
Bu sapma bir şirk ifadesidir ve ne yazık ki Müslümanların temiz inançları içine girmiş, onları perişan etmiştir.
Bununla kastedilen nedir?
Kur'an, dinin, ibadetin ve duanın yalnız Allah'a özgülenmesi gerektiğini ısrarla bildiriyor.
Duada yakarış makamı Allah, yalnız Allah olacaktır.
Ve bu makama yönelişte herhangi bir aracı kullanılmayacaktır:
“D e ki: 'Hiç kuşkusuz, ben, rabbime dua ederim ve hiç kimseyi O'na/duama ortak yapmam."
(Cin, 20)
“Sadece ve sadece O'na dua ederim, sadece ve sadece O'nadır varış ve yöneliş.
(Ra'd, 36).
Duayı Allah'a özgülemenin üç temel anlamı vardır:
1. Allah'tan başkasını yakarış mercii olarak seçmemek,
2. Allah'a duada Allah dışında bir varlığı aracı yapmamak,
3. Duada niyabet (vekâlet) verme yoluna gitmemek.
Bizim bu Kur'ansal verilerden özellikle Cin Suresi 20. ayetten çıkardığımız tevhid inceliklerinden biri de şudur:
Namazlarda, Hz. Peygamber ve ailesini öven, onları ibadetin bir şekilde içine sokan dua bölümleri (Tahiyyât'ın bir kısmı, ALLAHÜMME SALLİ ve ALLAHÜMME BARİK vs. duaları) namaz bünyesinden çıkarılmalıdır.
Bu, iki açıdan gereklidir:
1. Bu bölümlerle eğer Peygamberimiz ve ailesi Allah'a ibadete ortak ediliyorsa bu bizi şirk uçurumuna götürür.
Durumu kurtarmak için "Biz bunu sadece saygımızı ifade etmek maksadıyla yapıyoruz" şeklinde bir savunmaya gitmek tevhid ilkeleri açısından hiçbir anlam ifade etmez.
Biz, Allah'a ibadetten söz ediyoruz. Namaz bunun en hayatî göstergesi ve tecelli alanıdır.
Tevhid dininin temel ibadetini, temel ilkelere ters uygulamalara sahne yapıp sonra da " s a y g ı " gerekçesiyle işin içinden çıkmak mümkün değildir.
Allah: "Bana ibadetin içine başka hiçbir şeyi, hiçbir kimseyi sokmayacaksınız!" (Hac, 26; Anke- bût, 8; Lukman, 15) diye emir veriyor.
Nasıl oluyor da bu emre istisnalar getiriliyor!
O istisnaların vahyi dayanağı nedir?
Kur'an: "Eğer saygı maksadıyla olursa Hz. Muhammed'i ibadet içine sokabilirsiniz." demiş midir?
Dememişse, birtakım kıyaslarla Cin Suresi 20. ayetin tevhid ilkesi neden dışlanıyor?
Bu konuda: "Hz. Peygamber'in uygulaması böyle idi." şeklinde bir savunmayı da asla kabul etmeyiz.
Hz. Peygamber'in, namazlarında kendisi ve ailesi için dualar ettirdiğini, övgüler yaptırdığını kabule Kur'an'ın nübüvvet anlayışı izin vermez.
Bunun aksini gösteren rivayetler Kur'an dışıdır, kabul edilemez.
Namazın bu şekilde kılınışı, Hz. Peygamber'den sonrasının uygulamalarından biridir.
2. Eğer bunlar, Peygamberimize ve ailesine dua için okunuyorsa burada dikkatli olmak gerekir:
Bir kere, Peygamber ve ailesinin bizim duamıza ihtiyacı olduğu kanaatine asla gidilemez.
Peygamber ve ailesine salât ve selâm edilir ki, o, duadan farklı bir saygı ifadesidir.
Nitekim, "Peygamberimizin ruhuna hediye" adı altında Kur'an okumak veya okutmak da yasaklanmıştır”.
Bu bir cür'et olarak görülmüştür.
Bunun böyle olduğunu göstermek için Osmanlı Şeyhülislamı ibn Kemal (ölm. 940/1533) bağımsız bir risale yazmıştır,
(bk. Bu kitap, Kur'an Okumak mad.)
Kısacası, "Ben yalnız Allah'a dua ederim" demenin Kur'ansal yerine oturması için "Ben duama Allah dışında bir kişiyi veya bir şeyi aracı y a p m a m" demek ve Allah'a dua etmek için birini vekil yapmamak da şarttır.
Aksi halde, tevhid sulandırılmış, örtülü şirke gidilmiş olur.
Kur'an Allah'a ibadet ve dua değil, YALNIZ VE YALNIZ Allah'a ibadet ve dua istemektedir,
(bk. Fatiha, 5).
Bu ikisi ipince bir farkla birbirinden ayrılır.
Ama unutulmamalıdır ki o çok ince fark, tevhidi şirkten ayıran omurga noktanın ta kendisidir.
Bu Kur'ansal inceliğin dışına nasıl çıkıldığını anlamak için herhangi bir camiye, mevlid merasimine veya
tekke-dergâh duasına kulak vermek yeterlidir.
Bu dualarda bir kere kendisine örtülü vekâlet verilmiş bir "duacı-duahan" devreye sokulmuştur.
O dua okur, ötekiler amin der.
Bir kere bu tevhid dışıdır.
Dua için lider belirlemek duaya vekâlet sokmak olur.
Hep birlikte dua ederiz, ama eşit insanlar olarak yaparız bunu.
Dua edenlerden birine liderlik, başbuğluk vermek onu aracı
yapmaktır.
Bu gerçeğe dikkat çekmek içindir ki
Ş â t ı b î , cemaatle kılınan namazdan sonra imamın dua ederek cemaate amin dedirtmesini bid'atlar içine koymuştur.
Hz. Peygamberin namazlarında da bu uygulama yoktur. (Şâtıbî; Muvafakat, 1/349, 360).
Bu dualarda sık sık şu Kur'an dışı sözlere de rastlanır:
Filan kişinin, falan dağın, filan nehirin, falan günün, şu mekânda yapılan duaların ... hürmetine
dualarımızı kabul et.
İşte bu sözlerin tümü Cin Suresi 20. ayete açıkça terstir.
Bid'atlara karşı verdiği büyük mücadele ile tanınan Şafiî fakıhı Ebu Şâme (ölm. 665/1266), adına "TA’RÎF" denen ilginç bir örnek veriyor.
Bu sapmanın esası şudur:
Hacılar Arafat'a çıktıkları günün akşamı bir yerde, genelde mescidlerde toplanıp Arafat'ta yapılan duaların aynısını tekrar ederler.
Bu tekrarlama, duanın daha önce Arafat'ta yapılmış olması yüzünden kabul edilecek diye inanılır.
Ebu Şâme, bu uygulamanın daha tâbiûn nesli içinde başladığını, bunu gören bazı müminlerin, TA’RÏF yapılan mabetlere gitmediğini bildiriyor.
(bk. Ebu Şâme, 117-120).
Ebu Şâme aynı yerde, Receb, Şaban aylarında yapılan duaların makbuliyetine inanmanın da İslam dışı olduğuna dikkat çekiyor,
(bk. s. 231).
BİD'ATLAR, HURAFELER
* Belli dilde veya dillerde yapılmış duaların makbul olduğuna inanmak:
Böyle bir şeye inanmak bid'at, böyle bir şeyi din diye yaymak küfürdür.
Duada vekâlete yer vermenin şaşmaz göstergelerinden biri de ona-buna ısmarlama hatim, kelime-i tevhid, Yâsîn vs. okutmaktır.
Bunun sebebi ise insanların kendi dillerinde dua etme imkânlarının birtakım oyunlarla ellerinden alınmış olmasıdır.
Makbul dua Arapça yapılacağına göre, bu işi Arapça bilen veya okuyan birine yaptırmak en iyisidir diye düşünülmüştür.
İnsanların birbiri için dua etmeleri elbetteki makbuldür, hayırlıdır.
Ama bu, ısmarlamakla, vekâlet
vermekle değil, dua edenin gönlünden gelmekle, hatta bizim haberimiz olmadan bizim için dua edilmesiyle gerçekleşir.
Bunun için lider olmaya, duahan adı taşımaya, vekâlet almaya, hele hele para almaya asla ihtiyaç yoktur.
Şunu asla unutmamalıyız:
İbadette vekâlet olmaz.
Dua, ibadetin özü-iliği olduğundan duada da vekâlet olmaz.
(bk. Şâtıbî; Muvafakat, 2/230 vd.).
Dua ve ibadette aracılık kurumu,
hangi isim altında yürütülürse yürütülsün örtülü şirktir.
Çünkü bu, en iyi niyetle oluşturulanı da dahil, Allah'a yakarış ve yakınlaşmayı şu veya bu şekilde komisyona bağlamaktadır.
Allah'a yakarış ve yakınlaşmanın komisyona bağlı olduğu bir sistem, katıksız şirktir.
İslam dünyası belki de asırlardır komisyon veya haraç vererek dua ettiği içindir ki, Allah onun dualarını kabul etmiyor.
Tam bu noktada şunun altını da çizelim:
İbadette vekâlet tevhide aykırı olduğu içindir ki biz, v e k â l e t e n hacca gitmeyi de İslam dışı görürüz.
Hiç kimse, Allah'a olan kulluk borcunu, gerekçesi ne olursa olsun, bir başkasına vekâlet vererek yerine getiremez.
Gücü yetmemek, yapamamak bu konuda mazeret değildir.
Gücü yetmeyen Allah'tan affını diler.
Tevhidin gösterdiği yol budur.
Ötekisi bir ticarî yoldur, komisyon
yoludur.
Sapmalar başlığı altında gösterebileceğimiz uygulamaların bazıları da şunlardır:
İbadet yerlerine, camilere Allah'ın dışında adlar (kişi, ayet, yakarış levhaları asmak) sokmak, kutsal ilan edilen bazı eşyayı teberrük (bereketlenme) aracı yapmak...
Adına sakalı şerîf dedikleri kılların, hırka-ı şerîf dedikleri hatıra eşyanın öptürülmesi, etrafında cemaatin döndürülmesi, bu tevhid dışı uygulamanın en sık rastlananlarıdır.
Bir eşyanın veya bir kılın bir peygambere, örneğin Hz. Muhammed'e ait olması onun
mabede sokulup kutsallaştırılmasını, ibadet ve yakarış nesnesi yapılmasını mazur gösteremez.
Böyle bir uygulamanın tevhid ilkeleriyle uyuşur yanı yoktur.
Tevhidin ölçülerine yakalanmamak için, "Biz onu ibadet kastıyla öpüp kutsamıyoruz, Peygamberimize
saygımızı ifade için yapıyoruz" demekse günahı gizlemeye ve bu yolla yaygınlaştırmaya kalkmanın ta
kendisidir ve kabahattan daha kötü bir özürdür.
Tevhid böyle pazarlıklara izin vermez.
Tevhid pazarlık kurumu değildir, teslimiyet kurumudur.
Ve teslimiyet yalnız Allah'a olacaktır.
İslam'ın mânası zaten bu teslimiyettir.
Bu varsa İslam vardır, yoksa yoktur.
Üstün sayılan kişilerin kabirlerinde, yaşadıkları mekânlarda duaya önem atfetmek de duayı Allah'a özgüleme ilkesini tahrip eder.
Dua için belli mekânlara üstünlük vermek de aynı sonucu doğurur.
Vahyin bildirdiği belirli mekânlar ve zamanlar elbette ki müstesnadır.
Kabe gibi, farz namaz vakitleri gibi...
* Önceden hazırlanmış metinlerle dua etmek:
Dua, insanın içinden gelen samimi istekleri, takdisleri Allah'a arzıdır. Bunun, esası bakımından
kelimelerle ilgisi yoktur.
Allah bizi anlamak için kelimelere ihtiyaç duymaz.
Bununla birlikte kelimelerin dua için kullanılması yasak veya kötü değildir.
Ancak bu kelimelerin hiç değilse duayı eden kişinin gönlünden kopması gerekir.
Başkaları tarafından yazılmış metinleri bir teyp veya papağan gibi okumak duanın tanrısal gerçeğine aykırıdır.
Çeşitli dinlerde, o arada İslam dünyasında yüzlerce yazılı dua kitabı, risalesi vardır.
Bunların varlığı, insanın dua gerçeği açısından büyük bir yanılgı ve aldanış içinde olduğunu gösterir.
Ezberleme dua tutkusu din hayatını bir "kalıp dualar" istilasına uğratmıştır.
Sofra duası, hacet duası, kısmet duası, abdesthane duası, cinsel ilişki duası...
Bu bir sapmadır.
Allah ile içten ve şuurlu beraberlik olan " i h s a n 'ı yok edip, onun yerine bazı cümle veya kelimeleri yerleştirme şeklinde bir hüsrandır.
Önceden yazılmış metinlerle duanın tek istisnası, vahyin getirdiği ayetlerdeki dua cümlelerinin okunmasıdır.
Bu durumda da okunan cümlelerin anlamlarının okuyan tarafından mutlaka bilinmesi ve sözlerin, iç dünyamızda etkisinin fark edilmesi gerekir.
Aksi halde o metinleri okumak dahi dua olmaz.
Kur'an'ın dua ifadeleri taşıyan ayetleri bu açıdan önemlidir.
Ancak şu noktanın altını çizmek durumundayız:
Kur'an'daki dua ayetleri de esasında bize dua etmede yol gösterme, ufuk açma, ışık tutma hikmetine yöneliktir; duanın boyutlarını gösteren ayetlerdir.
Yoksa onlar dışında kelimelerle dua edilemez gibi bir anlam asla taşımazlar.
Dileyen her insan, içinden gelen, yüreğinden kopan kelimelerle dua eder.
Ama dileyen, Kur'an'ın dua ayetlerini okuyarak (elbette ki anlamı üzerinde düşünmek şartıyla) dua edebilir.
Kur'an dışında oluşturulan ve adına " ed’iye- i me'sûre: etkili dualar" denen dua metinleri, hiçbir üstünlük taşımaz.
Tam tersine, onları, makbul olma şansı veya garantisi taşıyan dualar gibi kabul etmek, insanı şirk alanının içine çeker.
Tehlikeli bir tavırdır.
Bu tehlikeli tavır yerine Cenabı Hakk'a içimizden gelen yakarışları, kendi benliğimizden kopan kelimelerle arz etmek çok daha İslamî ve çok daha erdiricidir.
Burada insanları aldatan temel saplantı şudur:
Kelimeleri iyi ve isabetli seçemezsem ne olacak?..
İşte bu, dua gerçeğine yabancılığın en büyük göstergesidir ve bunun tamamen tersi doğrudur.
Duayı, bir edebiyat metni hazırlamak, hele hele bu metinle not alacakmış gibi bir tavra girmek çok yanlıştır.
Kelimeler kırık-dökük, hatalarla dolu olabilir.
Bunun zararlı olması bir yana yararları da vardır.
Çünkü insanın, Yaratıcı karşısındaki boyun büküktük, acizlik ve niyaz haline daha uygundur.
Dinin hakikatini bilenler bilirler ki en makbul dualar, kelimeleri dil kaygılarına düşmeden seçerek saf ve berrak bir yürekle içlerinden geleni Allah'a arz edenlerin dualarıdır:
Entellektüel kurnazlıklara bulaşmamış saf ve doğal insanların, hastaların, yaşlıların, zorda-darda kalmışların, küçük çocukların duaları...
Dua bir kelime ve şekil işi değil, bir samimiyet ve gönül işidir.
* Belli şekillere uyarak dua etmenin duanın kabulünde etkili olacağını sanmak:
Dua bir iç dünya olayıdır.
Onun kelimelerle ölçülmesi mümkün olmadığı gibi, bedenin şöyle veya böyle, şurada veya burada durmasıyla da ilgisi yoktur.
Allah bedene-kalıba bakmaz, yüreğe ve samimiyete bakar.
Elleri şöyle veya böyle tutmak, diz çökerek veya ayakta yakarmak, başın açık veya kapalı olması vs.
duanın kabulünde etkili olmaz.
Kişinin o andaki durumuna göre o şekillerden, o görüntülerden biri ortaya çıkar.
Önemli olan ruh halidir.
Allah'a teslimiyeti derinleştiren yakarış hali, sükûnet hali, içten yöneliş hali...
Budur önemli olan...
Ellerin, başın, ayakların şöyle veya böyle durması hiçbir anlam taşımaz.
İmam İbrahim en-Nehaî (ölm. 96/714) dua ederken elleri havalara kaldırmanın bir gereklilik olmadığını söylemekle kalmamış, bunun mekruh olduğuna da dikkat çekmiştir, (bk. Kal'aci; Fıkhu'n-Nehaî, 1/468)
Hz. Peygamber, dua etmekte olan birinin, gözlerini göklere diktiğini gördü; ona şöyle dedi: "İndir
gözlerini, O'nu asla göremezsin!" Ellerini iyice yukarı kaldırarak dua eden birine de şunu söylemiştir: "İndir ellerini, O'na asla ulaşamazsın. !" (bk. Bâkırî, 59- 60)
Bu sözlerin bize kazandıracağı tevhid inceliği şudur:
Allah'ı dağda-taşta, şurada-burada arama, içine dön, orada ara! O, oradadır ve hep oradadır... Şah damarını dışarda aramak ne kadar abes ise, Allah'ı dışarda aramak da o kadar abestir.
* Duayı sadece sıkıntı ve zorluk zamanlarına özgülemek:
Dua, sıkıntı ve zorluk zamanlarında başvurup keyifli, mutlu zamanlarımızda unutacağımız bir yol olmamalıdır.
Duayı bu şekle sokup samimiyetsiz, aşksız bir ticarî ilişkiye dönüştürenlerden Kur'an'ın şikâyeti vardır, (bk. Yûnus, 12, 21-23; İsra, 67; Fussılet, 50-51; Fecr, 15).
Şunu unutmamalıyız:
Mutluluğu Allah'a ifade etmek ve insanla paylaşmak en ideal duadır. Unutmayalım ki, sıkıştığı zaman inleyip sızlamak hayvanlarda da vardır.
İnsanın duası farklı olmak gerekir...
* Duayı sadece korku veya sadece ümit belirişi haline getirmek:
Bunun birincisi Allahı dehşet objesi yapma yanlışlığını, ikincisi ise ciddiyetsizlik ve şaklabanlık
hastalığını besler.
Duada ümitle korku iç içe ve yan yana olacaktır.
* Duada bağırıp çağırarak haddi aşmak:
Böyle bir tutum, bizzat Peygamberimiz tarafından "sınırı aşmak, azgınlık" olarak tanımlanmıştır.
Allah gırtlak kuvvetine değil, içimizdeki samimiyete bakar.
Bazan, kelimelerin eşlik etmediği sessiz ağlayışlar, hatta seslerin eşlik etmediği göz yaşları en etkili duaların ta kendisi olur
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder