16 Ekim 2024

İSLÂM NASIL YOZLAŞTIRILDI? - 04

 04- 

İSLÂM NASIL YOZLAŞTIRILDI? 

****************

Yaşar Nûrî Öztürk’ün aynı isimli kitâbından peyderpey aktarımlarımın dördüncüsü…

***************

Birinci Bölüm

YOZLAŞMAYI TAŞIYAN TEMEL KAVRAMLAR

(Hurafe, Bid'at, Siyaset, Rableştirme)


HURAFE (خرافة)

Tüm belaların anası olan cehalet’in sosyal bir belirişi olan hurafedinde yozlaşmanın besleyici zemi­nini oluşturan sinsi ve zehirli bir musibettir. 

Halk kitle­lerini perişan eden bulaşıcı bir hastalık olmasına rağ­men, asırlardır hiç kimse onu etkisiz kılma başarısını gösterememiştir.

Ocakları batıran ama yine de peşinden gidi­len rezil bir yosmaya benzer hurafe... 

Yıkıcı ama cazibeli, zehirleyici ama tatlı...


Hurafenin ana ocağı YAHÛDÎLİKTİR. 

O n u HRİSTİYANLIK izler. 


Ehlikitap (YAHUDÎLİK VE HRİSTİYANLIK) geleneği, bir anlamda HURÂFELER GELENEĞİ gibidir. 


Bu gelenek ;

  • nazardan muskacılığa,
  • falcılıktan cinciliğe, 
  • melek kanadı say­maktan şeytan çıkarmaya... kadar, 
  • akla gelebilecek tüm hurafe çeşitleriyle doludur.


Ehlikitap hurafeciliğini (ki buna genel adıyla İSRÂÎLİYYÂT denir) özellikle YAHÛDÎLİK yoluyla bünyesine akta­ran Müslüman kültür, daha sonra buna ;

  • HRİSTİYAN, 
  • SASANÎ, 
  • HİND, 
  • ESKİ YUNAN ve nihayet
  • TÜRK-ŞAMAN kabullerini de ekleyerek, 
  • iyice HURÂFE OKYANUSUNA dö­nüşmüştür. 


Şamanizm gibi yarı pagan, yarı mistik bir dinin oluşturduğu kollektif bir şuuraltına sahip bulunan Türk insanı İslam'ı kabul ettiğinde, bu sayılan hurafelerin ilk dördünü, girdiği yeni dinle birlikte sineye çekmekle kalmadı, ona kendi Şaman kaynaklı hurafelerini de, ufak kılık değiştirmelerle ekledi. 

Ve bir zaman geldi ki, Türk insanı için DİN HAYÂTI BİR TÜR HURÂFELER HAYÂTI oluverdi.


İsrailiyât tahribi, hurafe tahribinin omurga­sını oluşturmaktadır. 

Çünkü bu tahrip, UYDURMA HADÎSLER yoluyla kendisine bizzat İslam Peygamberini araç yapmıştır. 


Denebilir ki hadis adı altında İslam diye sahnelenen kabullerin büyük bir kısmı doğrudan veya dolaylı hurafe kaynağıdır. 


Bun­lar, Kur'an'ın dinine âdeta rakip bir din kurmakta ve müminler topluluğunu dünyanın önünde akıl almaz zor­luklarla yüz yüze getirmektedir.


Üzerinde olduğumuz tahribin İslam tarihi için­de en büyük ustası, TÂRÎHİN EN ESKİ SİYONİST’İ olan ve İslam'ı en taze çağında bağrından han­çerleyen Yahudi kâhin-haham Ka'b el-Ahbâr (ölm. 33/653)’dır. 


O, Hristiyanlık'ta tevhîd inancının tahri­binin sembolü olan ırkdaşı PAVLOS’un İslam içi belirişidir. 


Ne ilginçtir ki bunların ikisi de TEVHÎD DÎNİNE (yânî, Pavlos Hristiyanlığa, Ka’b el-Ahbâr da İslâma), sağlıklarında her türlü kötülüğü re­va gördükleri iki peygamberin (Hz. Îsâ’nın ve Hz. Muhammed’in) ölümlerinden son­ra "girmişlerdir."


Biz inanıyoruz ki Hristiyanlık Yahûdî Pavlos'un soktuğu hurafelerden, İslamiyet de Yahûdî Ka'b el-Ahbâr'ın soktuğu İsrailiyât yalanlarından temizlenmedikçe, nebilerinin tebliğ ettiği saf yapıyla insan hayatına giremezler. 


Hris­tiyanlık'ta durumun ne noktada olduğunu bilemem, ama bizim dünyamızda bu temizleme işinin önünde EN BÜYÜK ENGEL, HURÂFEYİ BİR SALTANAT ARACI OLARAK KULLANAN DİN İSTİSMARCISI SİYÂSETÇİLER ile bunların güdümüne giren CÂHİL-YOBAZ gruplardır.


Bu oluşumu besleyen ve pekiştiren iki numa­ralı tahrîbsiyaset ve cehalete köprü yapılmış TARÎKAT TAHRÎBİDİR. 

.

Nedir hurafe ve ne demektir hurafecilik?

Arapçadaki noktalı Ha (خ-Hı) ile hurafe, bunamak anlamındaki (hurafe de kitleleri bunamaya iten bir has­talıktır) haref (خرف) kökünden türemiş bir kelime olup، "akla, gerçeğe ters düşen, aldatıcı ama çekici söz" de­mektir. 


Arap dilinin büyük ustası Ibn Manzûr (ölm. 711/1311), hurafeyi, "Yalan sözün tatlı geleni" diye tanıtmıştır, (bk. Lisânü'l-Arab, Hı. R. F mad.). 


Demek oluyor ki hurafe‘de, tüm tutarsızlığa rağmen, dinleyene tatlı ve çekici gelen bir yan bulunmaktadır. 

Belki de hurafeyi yaşatan işte budur. 


Şöyle de denebilir : 

Hurafeyi yaşatan, insanoğlundaki, tatlı söze aldanma şeklinde tecelli eden akıl almaz ahmaklıktır.


Batı dillerinde, Latince bir kök olan superstitio'dan türeyen supersitition kelimesiyle karşılanan hurafe, bu dillerdeki ortak kabule göre de mantık dışı, temel­siz, boş, aldatmaca, büyü türünden inanç ve ka­bul demektir. 


Bu sözcük aynı zamanda “ATALARIN KABÛLLERİ’nden gelen” akıldışı anlayışları da ifade eder. (bk. Webster's International Dictionary, anılan mad.). 


Larousse'a göre, hurafe’de, "mesnetsiz, saçma yükümlülük", belirgin niteliklerden biridir.


Kelimenin kökünde, eski halk inançları an­lamı da vardır. 

Bu demektir ki ; hurafecilikte, eski kabullerin yeni anlayışlar içinde sürdürülmesi önemli noktalardan biridir. 

Tam burada, Kur'an'ın ECDÂD KABÛLLERİNİ dokunulmaz kılmayı putperestliğin bir belirişi olarak gösteren 50 civarındaki ayetini anımsayalım...


Hurafeyi, bilimsel anlamıyla "tanım" sayılacak bir tarifle tanıtmak imkânsız denecek kadar zordur. 

Çünkü hurafe, göreceliği çok olan kavramlardan biri­dir. 

Hurâfe ; devirlere, toplumlara, renklere, ırklara, hatta ki­şilere göre çok değişik çehreler kazanabilmektedir. 

Or­tak omurga; bilim, mantık ve akıldışılıktır. 

Ama şu da bir gerçek ki, biraz karıştırıldığında bilim ve mantık adına da hurafelerin sergilendiği görülür.

Bu demektir ki hurafecilik, insan denen varlı­ğın değişmez zaaflarından biridir.


Biz bu görecelik alanında dolaşıp durmak yerine, ko­nuyu Kur'an çerçevesine çekerek sınırlayacak ve kita­bımızın temel amacına yönelik bir konuma getireceğiz.


Hurafe kelimesi Kur'an'da geçmez. 


Hadis (peygamber sözü) ola­rak rivayet edilen sözler içinde de bir tek yerde geçmektedir. 


Bu rivayete göre ; bir kadın Hz. Peygamber'e : 'Bu anlattığınız

 şey Hurafe'nin dediklerine benzi­yor' demiş. 

Hz. Peygamber de ona : 'Hurafenin ne ol­duğunu biliyor musun?' dedikten sonra, sözünü şöyle sürdürmüş : 

“Hurafe, Benu Uzre veya Benu Cuheyne kabilesinden bir adamdı ; Cahiliye döne­minde cinler tarafından tutsak edildi, onlarla uzun bir süre yaşadıktan sonra serbest bırakıl­dı. Bu adam, cinler arasında tanık olduğu olay­ları her anlattığında insanlar kendisini yalan­lamıştı. Daha sonra asılsız her söze Hurafe'nin sözü demek âdet oldu." 

(Bu rivayet için bk. İbn Hanbel, 6/157; İbnül-Esîr; Nihaye, ilgili mad.; Taberânî, 7/40- 41; İbn Manzûr, ilgili mad.)


Biz,  BÖYLE BİR SÖZÜN HZ. PEYGAMBER’İN AĞZINDAN ÇIKTIĞINA İNANMIYORUZ. 


Kaldı ki hadis uleması da bu riva­yetin sağlamlığında ittifak etmemiştir.


Kur'an'da hurafe kavramıyla filolojik açı­dan aynı anlamda olan veya anlam yakınlığı bulunan, pratik-kavramsal açıdan ise onunla aynı anlamı taşıyan kelimeler vardır. 


Bunlar, genel kabule göre şöyle sıralanırlar :

1. Esatir - أساطير : Gerçek dışı, uydurulmuş söz anlamındaki ustûre - أسطورةsözcüğünün çoğuludur. 

Kur'an'da 9 yerde (6/25, 8/31, 16/24, 23/83, 25/5, 27/68, 46/17, 68/15, 83/13) geçen bu kelime, müşrikler tarafından Kur'an'ı kötülemek için ve daima "esâtîru'l-evvelîn - أساطير الأولين : öncekilerin uydurmala­rı" şeklinde kullanılmıştır. 

Onlara göre Kur'an bir hu­rafe ürünüydü: onu, "önceki toplumların hurafele­rinin, mitolojilerinin bir benzeri" olarak görüyor­lardı.


Bu kullanım bize göstermektedir ki, hurafenin omurga noktalarından birini eskilerin doku­nulmaz kılınmış kabulleri oluşturmaktadır. 

Kur'an kendisinin böyle bir kelam olmadığını ısrarla dile getirmektedir.


2. Halâg - خلق : Yalan uydurmak anlamına gelen bu ke­lime, Kur'an'da iftira anlamındaki ifk - أفك sözcüğü ile bir­likte, müşrikleri, iftira etmek, yalan üretmekle suçla­mak için kullanılmaktadır, (bk. Ankebût, 17)


3. Hulug - خلق : Noktalı Ha (خ - Hı) ile hulug - خُلُقْ ; huy, âdet, boşu boşuna izlenen görenekler, yalan ve uydurma an­lamındaki halag - خلق sözcüğünün çoğuludur. 

İbn Manzûr bu sözcüğe "hurafeler" anlamı vermiştir. 

(bk. Hı. R. F. mad.). 

Müşrikler Kur'an'ı bu kelimeyi kullanarak da küçümsüyorlardı. 

Onlara göre Kur'an : "Önceki top­lumlarda görülen uydurmalardan, görenekler­den başka bir şey değildi." (Şuara, 137)


4. İhtilâg - إخْتِلاٰقْ : H a l a g - خلق kelimesinin iftiâl - إفتعال kalıbına ak­tarılmasıyla oluşan ıhtilâg ta yalan söz üretmek de­mektir. 

Müşrikler Kur'an'ı bu sözcüğü kullanarak da suçlamışlardır, (bk. Sâd, 7)


5. Takavvül - تَقَوُّلْ : Söz anlamındaki kavl (قول) kelimesinden türeyen bu kelime söz uydurmak demektir. 

Kur'an bunu kendisinin bulaşmadığı noksanlıklardan biri olarak göstermektedir, (bk. Hakka, 44)


6. Akavîl - أَقَاوِيلْ: Bu da söz anlamındaki kavl - قَوْلٌ kökünden türemiştir. 

Dedikodu, dolaşıp duran anlamsız, saçma sözler demektir. 

Kur'an bunu da kendisinin bulaşmadığı noksanlıkları tanıtırken kullanmaktadır, (bk. Hakka, 44)


Bize göre, bu sayılanlar, hurafe kavramının Kur'an'daki dayanaklarını açıklamak için kullanılabilecek tâ­birlerin sadece bir kısmıdır ve ekleyelim ki ikinci dere­cede önemli olan tâbirlerdir.


Hurafeye Kur'an adına yüklenebilecek an­lamı gereğince kavramak için listemizin baş­ına koymamız gereken esas kavramlar şunlar­dır ;


1. İftira : Türkçe'deki anlamıyla aynıdır. Kur'an bunu Allah'a iftira yoluyla dinsel buyruk icat etme suçu­nu tanıtmak için genellikle kizb - كِذْبٌ (yalan) sözcüğüyle pe­kiştirerek kullanmaktadır. (Geniş bilgi için bk. K T K . İftira mad.)


2. İfk : İftira, yalan, düzmece söz demektir ki, Kur'an bunu daha çok Allah'a iftira ederek buyruk îcâd etme su­çunu tanıtmak için kullanmaktadır. (Geniş bilgi için bk. KTK. İfk mad.)


3. Hars - خَرْصٌ: Hı, R ve Sad harfleriyle hars - خَرْصٌ  yalan söyle­mek, laf uydurmak demektir. 

Kur'an bu kökten sözcük­leri, dördü fiil olmak üzere, 5 yerde kullanmaktadır. 

Bu yalancılığı yapanlara Kur'an'ın ilenci (lâneti) vardır. 

"K a h r o l ­sun o uydurmacı yalancılar. Ki onlar ne yap­tıklarından habersiz bir sersemlik içindedir­ler." (Zâriyât, 10-11). 


Lügat bilginlerinin hars - خرص ile ilgili verdikleri bilgiler, Kur'an'ın bu sözcüğü kullandığı ayetlerdeki yaklaşımla tam uyuşmaktadır. 


Hars’ın temelinde sanıya, gözlem- sizliğe, kulaktan dolma olana teslimiyet yatar. 

Bunun sonu­cu ise ; hars’a sapanların sınırsız bir yalancılığa, ilimsizliğe, beyinsizliğe teslim olmalarıdır, (bk. En'am, 116, 148; Yûnus, 66; Zühruf, 20). 


4. Kizb - كِذْبٌ : Yalan demektir. 

Her türlü yalan için, ama aynı zamanda, Allah adına yalanlar düzüp, din uydurma suçu işleyenlerin günahını tanıtmak için kullanılır, (bk. KTK. Kizb mad.). 


5. Hadisün Yuftera - حَدِيثًٌ يُفْتَرَى : Uydurma hadis anlamın­daki bu tâbir Yûsuf Suresi son ayette Kur'an'ın arınmış bulunduğu noksanlardan birini tanıtmak için kullanıl­maktadır. 

Kur'an böylece hem kendisinin uydurul­muş hadislerden (uydurulmuş sözlerden) olmadığını göstermekte, hem de uydurma hadislerin yarattığı hurafe alanı­nın Kur'an dinindeki tahribine dikkat çekmek­tedir.


6. Ecdadın (ataların) kabullerini tartışma üstü kanıt saymak : Hurafenin omurga noktaların­dan birinin de eski ecdâd kabullerini yeni zamanlarda yaşatmak olduğunu görmüştük. 

Kur'an, 50 civarında ayetle, şirkin bir belirişi olarak gösterdiği ecdâd örflerini kutsallaştırmayı, hurafe yaratan kaynaklardan biri olarak ortaya koymuştur. 

Ecdâdperestliğin temel sloganı, nebîlerin (peygamberlerin) temel kanıtına bir karşılık olarak gösterilmiş­tir: 

Nebiler diyor ki : "Eğer doğru sözlüler iseniz kanıtınızı getirin!" (Bakara, 111). 

Ve diyor ki : " E ğ e r doğru sözlüler iseniz bana ilimle haber verin!" (En'am, 143; Ahkaf, 4). 

Şunu da söylüyor nebiler : 

"E ğ e r doğru sözlüler iseniz hadi kitabınızı getirin!" (Saffât, 157). 


Bu isteğe, hurafeci şirkin verdiği cevap şudur : 

“Eğer doğru sözlüler iseniz, bize ata­larımızdan kanıt getirin!" (Dühân, 36; Câsiye, 25). 

Veya şöyle söylüyorlar : 

“Şu dediğinizi biz, önceki atalarımızdan duymadık." (Müminûn, 24; Kasas, 36). 


Hurafe zehirinin kimliğiyle onun panzehirinin kim­liğini birer cümlede böylesine ihtişamla anlatmak ancak Kur'an kelamının başaracağı bir harika olabilirdi. 

Bu kelam harikasından biz şunu öğreniyoruz : 

Hurafecilik, bir ilimsizlik, kitapsızlık, kanıtsızlık illetidir ki insanı kör ve sersem ederek, atalarının fosillerine, ete-kemiğe tutsak hale geti­rir.


7. Ümniye - أُمْنِيَّةٌ : 

Çoğulu emânî - أَمَانِى olan bu kelime bir yerde tekil (Hac, 52)، beş yerde çoğul olarak geçmektedir. 

Fiil halinde kullanımı ise bunun iki katından fazladır.

Kur'an bu kavramı, kitap kavramına karşı bir olum­suzluğu ifade için kullanmaktadır. 

Karşıtlık şöyle ve­rilmektedir : 

Kitabı bilmezler, sadece emânî - أَمَانِيٌّ bilirler... (Bakara, 78). 

Ehlikitap dediğimiz Yahudi ve Hristiyanlarla، Müslüman kitlelerin emânî’sinden (ümniyye’lerinden) şikâyet edilmekte, meselelerin bu emânî’lerin hiçbirisiyle çözü­lemeyeceği belirtilmektedir. 

Çözüm, kitap-bilgi ve eylem ile olacaktır. (Nisa, 123)


Hurafeyi Kur'ansal bakış açısı itibariyle en doyurucu biçimde anlatan kavram olan emânî’yi biz "Kur'an Uyarıyor" adlı eserimizin "Kitap ve E m â n î" adını taşıyan bölümünde anlattık. 

Burada bilgi verirken o bölümden yararlanacağız.

Kitâb’a (yani bilgi ve kanıta) karşı konmuş bulunan emânî, aslı-esası olmayan şey, yalan, sanı, ne dediğini anlamadan okumak anlamlarındaki ümniye kelimesinin çoğuludur. 

Ümniye, takdir etmek (ölçü tutturmak) anlamındaki meny - مَنْيٌ kökünden türemiştir. 

Meny - مَنْيٌ sözcüğündeki takdir, daha çok sanı, hayal ve kuruntuya dayanarak yapılan tahminler için kullanılır. 

Bu yüzdendir ki meny - مَنْيٌ, genellikle gerçeğe dayanmayan-hayalî tasavvurlar ve tasarımları ifade eder. 

Bu kökten gelen temenna - تَمَنّٰى fiili, "yalan söyledi" anlamındadır. 

İlk müfessirlerden biri olan Mücahid b. Cebr (ölm. 103/721), buradan hareketle, emânî kelimesi­ni "yalanlar" diye anlamlandırmıştır. (bk. Râgıb; Müfredat, meny mad.). 

Kur'an'ın ; kitâb’a, yânî, bilgi-düşünce-aydınlık üçlüsüne karşıt gösterdiği emânî, bizim "h u r a f e, yânî, anlamadan okumak" dediğimiz illetlerin ta kendisi­dir. 

Emânî hakkında bilgiler veren ölümsüz dil ustası Isfahanlı Râgıb (ölm. 502/1108) şunu da söylüyor : 

"Şeytan, peygamberlerin ümniyelerine bir şey­ler karıştırır” mealindeki ayet (Hac, 52) bünye­sinde kullanılan ümniye, “okuyuş” demektir. 

Kendini iyice vermeden okumak bu tehlikeyi taşıdığındandır ki, Hz. Peygamber'e Kur'an okuyuşunda aceleden kaçınması emredilmiş­tir." (bk. Tâhâ, 114; Kıyame, 16)


Şeytanın insanı saptırışının esası da ümniyeye it­mektir. 

Şeytan, tüm vaatlerinde ümniye kullanır. 

Yani, insanı, anlamını bilmeden sırf üfürük olsun diye okumaya ve aslı-esası olmayan şeylere inanıp bel bağlamaya iter. (bk. Nisa, 120). 


Daha ilginci ;

Ş e y t a n , insanoğlunu ümniyeler (hurafeler, uydurmalar, anlamsız okuyuşlar) kullanarak saptıracağını Allah önünde açıkça beyan etmiştir : 

“Yemin ol­sun, onları hurafelere-yalanlara/anlamını bil­meden okuma tutkusuna iteceğim. (Nisa, 119)


Zafer, mutluluk, ölümsüzlük bir emânî işi değildir, bir eylem ve üretim işidir, (bk. Nisa, 123). 


Cennete gidiş te, din mensuplarının ürettik­leri ve kendilerini öne çıkarmak için kullan­dıkları emânî sloganlarıyla değil, üretilen de­ğerlerle olacaktır, (bk. Bakara, 111). 


İnsanoğlunun yolunu vuran, başına bin türlü bela açan da ümniyelerdir. 

İnsan bu ümniyelere aldanır, sapar ve iyi şeyler yapıyorum sanarak batıp gider. 


Bu batışın en kahırlısı, insa­nın ALLÂH İLE ALDATILMASI’dır. 


Kur'an bu aldanı­şın altını özellikle çiziyor, (bk. Fâtır, 5; Hadîd, 14). 


Bu gerçeği gösteren ayet, ümniyelerle ayağına çalı dolandırılan kitlelerin, Allah'ı paravan yapanlarca al­datılıp perişan edileceğini de mucize bir biçimde gösteri­yor.


Özetlersek : 

Kitap (bilgi, düşünce, aydınlık, kanıt) yerine, anlamadan okuyup üfürme, asıl­sız gelenek ve kabullerin peşinden gitme, hura­felere saplanma gibi olumsuzluklara kucak açanlar şeytanın vaatlarından başka hiçbir şeyle ödüllendirilmeyeceklerdir. 

Böyle bir so­nuçla karşılaşmamak için, dini-imanı ;

   - hurafe­lerden ve bilimdışılıklardan temizlemek ve

- dinin tanrısal kaynağını

- anladığı dilde okumak kaçınılmazdır. 


Bunu yapmayanlar, kitabın yerine emânîyi (uydurmaları, anlamsız üfürükleri, hurafeleri) geçirerek, bunların işletilmesiyle saltanat sürenlere teslim olur, yedek ilahlara kul-köle haline gelirler.


Buraya kadar verdiğimiz bilgileri dikkate alarak, Kur'an açısından hurafeyi şöyle bir tanıma kavuşturabiliriz kanısındayım:


Hurafe ; 

  • Sünnetullah’a (tabiat kanunlarına), 
  • bilime, 
  • akla, 
  • vahyin verilerine ters düşen ve
  • çoğunluğu ataların eski kabullerinden oluşan inançların,
  • yaklaşımların, 
  • kabullerin, 
  • iddi­aların, 
  • uygulamaların, 
  • tavırların ORTAK ADIDIR. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder