ÂDEMOĞLU’NUN DÜNYA MÂCERÂSI, TAM ANLAMIYLA, TEVHÎD İNANCI İLE ŞİRK DÎN’İNİN MÜCÂDELESİ’dir.
******************
Allah’ın, son peygamber Hz. Muhammed’e gönderdiği son Kutsal Kitab olan Kur’ân, bize ve bütün insanlığa şunları öğretiyor ;
Ezelî ve ebedî olan ALLÂH ;
- kâinâtı ve onun içindeki,
- bizim görebildiğimiz ve göremediğimiz,
- bilebildiğimiz ve bilemediğimiz bütün alemleri,
- canlı ve cansız bütün varlıkları,
- melekleri ve cinleri,
- Âdem ile Havva’yı
- Ve, Âdem ile Havvâ’nın sulbünden ve nesillerinden de, bütün insanları yarattı,
- yani, ALLÂH HERŞEYİ VE HEPİMİZİ YOKTAN VAR ETTİ.
Kur’ân bize şunları da öğretiyor ;
- ALLÂH, ilk insan ve aynı zamanda ilk peygamber olan Hz. Adem’den itibaren, uzun milenyumlar boyunca, yeryüzündeki bütün kavimlere ve insan topluluklarına, zaman zaman peygamberler ve rehberler gönderdi.
- Bu peygamberler insanlığa şunları öğrettiler ;
- içindekilerle beraber, bütün kâinâtı ve bütün insanlığı yaratan, yânî yoktan var eden sadece ALLÂH’tır,
- sadece ALLÂH’a inanmalıyız ve güvenmeliyiz,
- ALLÂH’tan başka hiçbir yaratıcı ve ilâh tanımamalıyız,
- TEK OLAN ALLÂH’ın yanında ortaklar, yânî, yedek ilâhlar oluşturmamalıyız,
- TEK OLAN ALLÂH’ın bütün kâinâta hâkim olan gücünü ve otoritesini yedek ilâhlarla paylaştırmamalıyız,
- Kur’ân’ın bu öğrettiklerini TAM VE EKSİKSİZ olarak kabûl edersek ve bunlara TAM VE EKSİKSİZ olarak inanırsak, ancak o takdîrde, bu geçici, fâni, muvakkat ve ölümlü dünyada yaşamanın doğru yolunu bilebiliriz ve bulabiliriz,
- ve ancak bu takdïrde, doğru yoldan sapmadan güzel bir şekilde, BARIŞ, MUTLULUK VE EMNİYYET İÇİNDE bir hayat yaşayabiliriz.
Yine Kur’ân’dan şunları öğreniyoruz ;
- ŞİRK BİR DİN’dir.
- İnsanlığın, her zaman ve her devirde, en büyük düşmanı şirk olmuştur.
- şirk’i tanımadıkça, ondan kendimizi kurtaramayız.
- ŞİRK tanınmadan TEVHÎD İNANCI bilinemez, anlaşılamaz ve içselleştirilemez.
- Şirk ; dîn’i ve ibâdet’i Allâh’a ÖZGÜLE-ME-MEK-TİR.
- Şitk’e düşmemek için, ALLÂH’a ibâdet etmek yetmez. Sadece ve sadece ALLÂH’a ibâdet etmemiz lâzımdır.
- Şirk ; Allâh’ın yetkilerini başkalarına kullandırtmaktır.
- Kur’ân’da ateizm’den bahsedilmez.
- Kur’ân ateizmi ve ateistleri muhâtab almaz.
- Kur’ân bütün tahşîdâtını ŞİRK’e ve ŞİRK’in iyi bilinmesi ve anlaşılması üzerine yapar
- Kur’ân, Zümer : 3 bize şöyle seslenir : {Gözünüzü açıp kendinize gelin! Arı-duru din yalnız ve yalnız Allah'ındır! O'nun yanında birilerini daha veliler edinerek, "Biz onlara, bizi Allah'a yaklaştırmaları dışında bir şey için kulluk etmiyoruz." diyenlere gelince, hiç kuşkusuz, Allah onlar arasında, tartışıp durdukları konuyla ilgili hükmü verecektir. Şu bir gerçek ki, Allah, yalancı ve nankör kişiyi iyiye ve güzele kılavuzlamaz.}
- Şirk’in temel düşmanı ve korkusu İLİMdir ve AKILdır.
- İLİM ve AKIL egemen kılınmadan şirk’ten kurtulmak mümkin değildir.
- Tevhîd ; öyle basitçe ALLÂH’a teslîm olmak değildir. Lâkin, SADECE VE SADECE ALLÂH’a teslîm olmaktır ve O’ndan başka hiçbir kimseye ve hiçbir varlığa teslîm olmamaktır.
- Şirk ateizm değildir, küfr (kâfirlik) değildir.
- Şirk bir dindir.
- Hem de insanlık târîhinin en eski ve en şerîr dînidir.
- Hz. Âdem’den îtibâren gelmiş olan, Hz. Muhammed te dâhil, bütün peygamberlerin hayâtı ŞİRK DÎNİYLE mücâdele ile geçmiştir.
- Din sınıfı şirk üreten sınıftır.
- Nerede şirk varsa, orada zulüm vardır, nerede zulüm varsa, orada şirk vardır.
- Şirk’in ve zulmün olduğu her yerde de KURUMSALLAŞMIŞ DİN SINIFI vardır.
- İslâm da dâhil, bütün dinler, bu KURUMSALLAŞMIŞ DİN SINIFI’ndan yakasını, paçasını kurtaramamıştır.
*********************
İlk peygamber Hz. Adem’den son peygamber Hz. Muhammed’e kadar, Allah’ın insanlığa gönderdiği bütün peygamberler, her devirdeki insanlığın idrak ve kavrama seviyyelerine göre, onlara şunları öğrettiler ve tavsiyye ettiler ;
Ey insanlar! Hem sizin, hem de bütün varlık âlemlerinin biricik Yaratıcısı ve Rabbi ALLÂH’tır. Sadece ve sadece O’na inanın ve O’na güvenin. O’na ortak ve yedek ilâhlar edinmeyin.
Bütün peygamberler, insanları ;
- hem bu fâni, geçici ve ölümlü dünya hayatı,
- hem de öldükten sonra gideceğimiz ve orada ebedî yaşayacağımız yer olan Ahiret hakkında aydınlattılar ve bilgilendirdiler.
- Yânî, insanlara dünyanın bir imtihan yeri olduğunu, dünya hayatının da bir imtihan hayatı olduğunu, asıl ve ebedî hayâtın ise Âhiret hayâtı olduğunu haber verdiler ve öğrettiler.
Peygamberler, hitâb ettikleri kavimlere ve topluluklara, ayrıca, hiç kimseye haksızlık ve kötülük etmemelerini, herkese karşı adâletli davranmalarını, yani, her konuda iyiyi, güzeli ve doğruyu yapmalarını öğütlediler.
Lâkin insan, yaratılışı ve yapısı gereği, doğru yoldan sapma, iyiyi, güzeli ve temizi terketme, kötüye, çirkine ve pisliğe meyletme, yani, şeytanın baştan çıkarıcı telkinlerine kolayca teslîm olma ve onlara uyma özelliği sebebiyle, peygamberlere sürekli isyan etti, onların tavsiyyelerini dinlemedi.
Öyle ki, uzun milenyumlar boyunca, insan toplulukları, kendilerini doğru yola davet eden peygamberlerinin bazılarını öldürdüler, hemen tamamına yakınına çok eziyyetler ettiler.
Yine, insan toplulukları, kendilerini doğru yola davet eden peygamberlerinin, bazılarını, onlar henüz daha hayatta iken, bazılarının da ölümünden sonra, o peygamberlerin ilâhî kaynaklı mesajlarına sırtlarını döndüler.
İşte bu yüzden, insanlığın dünya mâcerâsı, en başından beri hep ve dâimâ, kavgalar, döğüşler, savaşlar, kan dökmeler, zulümler, haksızlıklar ve Allah’a isyânlar ile süregeldi.
Bu peygamberlerin ilki
- Hz. Âdem,
- sonuncusu da Hz. Muhammed olup,
- Hz. Muhammed’ten sonra başka peygamber gelmemiştir ve gelmeyecektir.
Biz bu peygamberlerin sayısını tam ve net olarak bilemiyoruz. Kur’ân’da isimleri bildirilen peygamberler ise şunlardır :
1. Hz. Âdem, 2. Hz. İdris, 3. Hz. Nuh, 4. Hz. Hud, 5. Hz. Salih, 6. Hz. Şuayb, 7. Hz. İbrahim, 8. Hz. Lut, 9. Hz. İshak, 10. Hz. İsmail, 11. Hz. Yakub, 12. Hz. Yusuf, 13. Hz. Musa, 14. Hz. Harun, 15. Hz. Davud, 16. Hz. Süleyman, 17. Hz. Eyyüb, 18. Hz. Zülkifl, 19. Hz. İlyas, 20. Hz. Elyesa, 21. Hz. Zekeriya, 22. Hz. Yunus, 23. Hz. Yahya, 24. Hz. İsa ve 25. Hz. Muhammed’dir.
Allah’ın salât ve selâmı hepsinin üzerine olsun.
DİN SINIFI (RUHBÂN)…
Peygamberler hayatta iken onların yakın çevrelerinde bulunarak onlardan ilâhî kaynaklı kitabları ve mesajları, yani, onların insanlara anlattığı dini iyi öğrenmiş olan ve böylece gelecek nesilleri din ve dînî konularda aydınlatacak olan din bilginleri vardı.
Bu din bilginleri peygamberlerin vefatlarından sonra, hep ve dâimâ, dünyevî menfaatler uğruna, peygamberlerine ihânet ederek, hem onların mesajlarını hem de ilâhî kaynaklı kitablarını tahrîf ettiler ve asıllarını yok ettiler.
Peygamberlerinin getirdiği dîn’leri bozan bu din bilginleri ve çağlar boyunca bunların devâmı olan sözde din bilginleri, Kur’ân’ın RUHBÂN dediği DİN SINIFINI oluşturdular.
Bu din sınıfları, peygamberlerinden öğrenerek devraldıkları dinlerini bozmakla yetinmediler.
Daha da ileri giderek, peygamberlerinin kendilerine ve topluluklarına öğütlediği ve öğrettiği TEVHÎD İNANCINI, yânî, SADECE VE SADECE ALLÂH’A İNANMA VE GÜVENME ve ALLÂH’tan başka hiçbir YEDEK İLÂHA İNANMAMA ve GÜVENMEME’yi) putperestliğe ve şirke bulaştırdılar.
Böylece bütün peygamberlerin insanlara öğrettiği dinler bozularak, aslından ve orijinal halinden uzaklaştırıldı.
Sadece son peygamber Hz. Muhammed’in insanlığa bildirdiği ilâhî mesaj olan Kur’ân, ALLÂH’IN MÜNHASIRAN KORUMASI ALTINDA OLDUĞU İÇİN, Hz. Muhammed’in vefatından sonra, kötü niyyetli insanlar tarafından tahrîf edilemedi ve ona vahyolunduğu orijinal hâliyle günümüze kadar ulaştı.
Kur’ân kıyâmet kopuncaya kadar, ALLÂH’IN MÜNHASIRAN KORUMASI ALTINDA, bu asıl ve orijinal hâliyle varlığını sürdürecektir.
Hz. Muhammed’in vefatının hemen ardından, onun ashabı olan Müslümanlar, o günlerin, yani, mîlâdî 7.ci YY insanlığının sosyal, kültürel, siyâsî ve idârî şartları göz önüne alındığında, oldukça demokratik sayılabilecek bir seçim (BİÂT) sistemini çalıştırarak, Hz. Ebubekir’i ilk halïfe, yani, ilk devlet reîsi olarak seçtiler.
Hz. Ebubekir’den sonra, peşpeşe halîfe (devlet reîsi) seçilen Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali de, yine o günlerin şartları göz önüne alındığında, nisbeten demokratik sayılabilecek bir seçim olan biât sistemiyle seçilebildiler.
Lâkin, Hz. Ali halîfe (devlet reîsi) seçildiğinde Şam valisi olan Muâviye bin Ebû Süfyân, bir önceki halîfe Hz. Osman’ın öldürülmesini ve buna bağlı bir takım belirsizlikleri bahâne ederek, Hz. Ali’nin hilâfetini tanımadı.
Hz. Ali, tartışmalı da olsa, hilâfetini (devlet reïsliğini) sürdürdü. Ancak, tartışmalar ve ihtilâflar büyüyerek, Hz. Ali taraftarları ile Şam vâlisi Muâviye bin Ebû Süfyân taraflarları arasında Sıffîn harbi yapıldı.
Yapılan harbte ordusunun mağlubiyyete uğrayacağını sezen Muâviye, siyâsî ve diplomatik bir hileye başvurarak, askerlerinin mızraklarının uçlarına Kur’ân ayetleri yazılı kumaş ve parşömen parçaları taktırdı.
Muâviye’nin askerlerinin mızraklarının uçlarında Kur’ân ayetleri yazılı kumaşları ve parşömenleri gören Hz. Ali’nin askerleri, Kur’ân ayetlerine karşı saldıramayacaklarını belirterek savaştan çekildiler.
Bu şekilde mağlûbiyyetten kurtulan Muâviye, Hz. Ali’yi etkileyebilecek bazı sahâbîleri de kullanarak, ona, karşılıklı birer hakem tâyîn ederek, çatışmayı sulh yoluyla çözüme kavuşturmayı teklîf etti.
Muâviye’nin teklîfinden yana tavır alan o sahâbilerin de telkîni ile, Hz. Ali bu “hakemler üzerinden sulha gitme” işini, muhtemelen KERHEN, kabûl etti.
Hakemler seçilerek sulh müzâkeresi yapıldı ve böylece Muâviye bu sinsi oyunla Hz. Ali karşısında mağlûbiyyetten kurtuldu.
İslâm târîhinde “hakem olayı” adı verilen bu olay Hz. Ali’nin hilâfetini daha da tartışmalı hâle getirdi. Siyâsî çalkantılar artarak devam etti ve sonunda Hz. Ali’nin öldürülmesiyle netïcelendi.
Hz. Ali’den sonra, onun büyük oğlu Hz. Hasan halîfe seçildi. Ancak,
Muâviye, Hz. Hasan’a hilâfetten çekilerek kendisinin hilâfetini kabûl etmesini teklîf etti. Kendisinden sonraki halîfenin tekrar seçimle “biât ile” belirleneceğine dâir Hz. Hasan’a söz de vererek, onu hilâfetten vazgeçmeye iknâ etti ve böylece, Şam valiliğinden hilâfete (devlet reisliğine) terfî ederek, Müslümanların halîfesi oldu.
Bir müddet sonra, oğlu Yezîd’in kendisinin vefâtından sonra halîfe olacağını belirterek, onu veliahd îlân etti ve her türlü hile, tehdîd ve zorlama usullerini kullanarak, veliahd tâyïn ettiği oğlu Yezïd için Müslümanlardan biât aldı.
Muâviye böylece Hz. MUHAMMED’İN VEFÂTINDAN 30 SENE SONRA, İslâm devletini, hem SALTANATA çevirdi, hem de KENDİ KABÎLESİNİN İSMİYLE ANARAK EMEVÎ KRALLIĞI YAPTI.
Muâviye’nin GEBERMESİNDEN sonra, oğlu Yezîd, evvelden belirlendiği gibi, hilâfet (KRALLIK) tahtına oturdu.
Hz. Ali’nin ikinci oğlu Hz. Hüseyin Yezïd’in hilâfetini YERDEN GÖĞE HAKLI OLARAK tanımadı.
Kûfe’deki KAYPAK Müslümanlar, Hz. Hüseyin’e, Yezîd’e karşı başlatacağı mücâdelede destek olacaklarını vaad ettiler.
Hz. Hüseyin, Kûfe’li KAYPAK Müslümanların bu vaadlerine kanarak, Yezïd’e karşı kıyâm etti.
Ancak, Kûfeli KAYPAK Müslümanlar Hz. Hüseyin’e vaad ettikleri desteği vermeyerek, ona İHÂNET ETTİLER.
Ve böylece, Kerbelâ’da Hz. Hüseyin’i ve yanındaki, çoğu çocuk ve kadın, toplam 70 kadar aile efrâdını ve Müslümanları Yezîd’in ordusu karşısında savunmasız bıraktılar.
Hz. Hüseyin ve etrafındakilerin çoğu Yezîd ordusunca öldürüldü.
Ve böylece Emevî sülâlesi, 93 sene sonra Abbâsîler tarafından yıkılıncaya kadar, Emevî KRALLIĞI olarak saltanat sürdüler.
İslâm târîhinde “İLK FİTNE” olarak kabûl edilen bütün bu acı olaylarla, Müslümanlar arasında çok ciddî ve telâfîsi imkansız siyâsî krizler ve kırılmalar, bölünmeler başladı.
Mel’un Muâviye, yukarıda anlattığım gibi, Hz. Ali’ye karşı kalkıştığı SIFFÎN HARB’inde, mağlûbiyyetten kurtulmak için, ŞEYTÂNETİYLE (şeytânî dehâsıyla ve şeytânî kurnazlığıyla), HAK OLAN KUR’ÂN‘I HAKSIZLIĞI KABÛLE VÂSITA YAPARAK, saltanatına giden yolda önemli bir başarı kazandı.
Muâviye ve Emevîler, bu ŞEYTÂNET taktiklerini devam ettirerek, en sonunda, HİLÂFET denilen ve BİÂT usûlü ile seçilen DEVLET REİSLİĞİ sistemini SALTANATA dönüştürmeye muvaffak oldular.
Zaman içinde saltanatlarını pekiştirmek ve kesinleştirmek için, Müslümanlara nice korkunç zulümleri ve kötülükleri yapmaktan hiç geri durmadılar.
İşte bunlardan sadece 2 tanesi :
- Kâbe’yi mancınıklarla yıkarak Mekke’yi işgâl ettiler ve orada korkunç katliâmlar yaptılar.
- Medine’yi işgâl ederek, “HARRE” adı verilen korkunç olayda, sayıları 1000’i aşkın Müslüman kadınların ve kızların IRZLARINA TECÂVÜZ ETTİLER ve korkunç katliâmlar yaptılar.
Bunlara benzer nice korkunç zulümler ve katliâmlar, OSMANLILAR DA DÂHİL, bütün Müslüman saltanatlarında hep yapılagelmiştir.
Bu siyâsî bölünmeler İslâm târîhi boyunca hiç eksilmediği gibi, artarak devam etti ve bugünlere kadar geldi.
Emevîler, Kur’ân’a dokunamadılar, Kur’ân’ı bozamadılar.
Lâkin, Hz. Muhammed’in öğrettiği ve teblîğ ettiği dînde, akïdede, îmân esaslarında, ibâdetlerde çok tahrîbât yaptılar.
Emevîler, Kur’ân’ın birçok âyetle anlattığı ŞİRK kavramının üzerini örterek, gizlediler ve Müslümanların şirk’i öğrenmelerini engellediler.
Müslümanlar şirk’in ne olduğunu ve ne kadar tehlikeli olduğunu öğrenemedikleri için, TEVHÎD inancının da hiçbir hayrını göremediler.
Böylece, İslâm inancının içine şirk unsurlarının girişi, Emevî saltanatıyla başladı ve asırlar içinde başka sülâlelerin saltanatlarıyla da girmeye ve yerleşmeye devam etti.
Müslüman kitlelerce bu şirk unsurları, sanki İslâm’ın kendisi imiş gibi benimsendi ve içselleştirildi.
Kur’ân’ın getirdiği ve Hz. Muhammed’in öğrettiği o saf ve duru İslâm dîni, şirk dîninin unsurlarıyla kirlendi ve bozuldu.
İslâmcı şâirimiz merhûm Necîb Fâzıl Kısakürek’in İslâm bilgisi ve algısı çok çok yüzeysel ve basittir.
Lâkin, şâirliği müdhiş ve mükemmeldir.
Müslümanlar da dâhil, bütün dinlerin inananlarının, şirk dîninden kendilerini koruyamamış oldukları acı gerçeğini her müşâhade edişimde ve her hatırlayışımda, onun şu dörtlüğü aklıma gelir ve hüzünle bu dörtlüğü terennüm ederim :
Bu nasıl bir dünya, hikâyesi zor,
Mekânı bir satıh, zamânı vehim,
Bütün bir kâinât muşamba dekor,
Bütün bir insanlık YALAN’a teslîm.
Son satırdaki “YALAN” kelimesini “ŞİRK” olarak okuyabiliriz.
Öyle maalesef…😞😞😞
Abdullah Erdemli
İsviçre
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder