MÜSLÜMAN TÜRK TOPLUMUNU ALLAH İLE ALDATANLAR, ATATÜRK İLE ALDATANLAR ve HER İKİ KESİMİN DE SÖMÜRDÜĞÜ GERÇEK ATATÜRK.
Those who deceived the Müslim Turkish Society with God, and those who deceived them with Ataturk, and the real Ataturk who was exploited by both parties.
الذين خدعوا المجتمع التركي المسلم بالله، والذين خدعوهم بأتاتورك، وأتاتورك الحقيقي الذي استغله كلا الطرفين
*************
You can read translations of this article of mine in various other languages by clicking on the "Translate" button in the lower right corner of this blog.}
يمكنكم قراءة ترجمات مقالي هذا بمختلف اللغات الأخرى بالضغط على زر "ترجمة" في الزاوية اليمنى السفلية من هذه المدونة.
Selam!
Istanbuldan bir dostum, Akit Tv’de, 22 Eylül 2024’te, Süleyman Hilmi Tunahan hocanın torunu FATİH SÜLEYMAN DENİZOLGUN ile yapılmış bir söyleşinin Youtube linkini https://youtu.be/66nLbmue6gs?si=AM3m2c9b5AOiEMwg paylaştı. Yaklaşık 2 saat süren bu söyleşiyi, başından sonuna kadar dikkatle izledim.
Torununun dedesine dair işbu sohbette anlattığı malumattan, Süleyman Hilmi Tunahan’a dair evvelce bildiğim birçok şey ile beraber, bilmediğim birçok şeyi de öğrenmiş oldum.
Bu söyleşinin konusu olan Süleyman Hilmi Tunahan bağlamında, Mustafa Kemal Atatürk ve onun önderliğinde Cumhuriyeti kuran kadroya dair mülahazalarımı ve kanaatlarımı sizlerle paylaşmak istiyorum.
Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye, emperyalist haçlı Batı karşısında evvela harp meydanlarında mağlubiyetler almaya başlayınca ve buna binaen toprak kayıpları başlayınca, Saray ve devlet erkânı, haliyle, bu konuya eğildiler, çareler aradılar, tedbirler geliştirmeye çalıştılar.
Lakin, ne yaptılarsa olmadı. Mağlubiyetler ve toprak kayıpları durdurulamadı. Devlet gittikçe zayıfladı, kuvvetten düştü, küçüldü, sonunda da hâk ile yeksân olup tarihe karıştı.
Osmanlı sarayının ve devlet erkânının gerilemeyi ve yıkılmayı önlemeye yönelik aldığı tedbirlerden, hemen aklıma gelenleri sıralıyayım :
- Vak’â’i Hayriyye,
- Islâhât Fermanı,
- Tanzîmât Fermanı,
- Gülhane Hatt-ı Hümayûn,
- Nizam-ı Cedid,
- Asakir-i Mansure-i Muhammediyye,
- Mecelle,
- Meclis-i Mebûsân,
- Meşihat-i İslamiyye,
- Mekteb-i Sultanî,
- Mekteb-i Tıbbiyye,
- Mekteb-i Mülkiyye,
- Mühendishane-i Bahrî-i Hümayûn,
- Mühendishane-i Berrî-i Hümayûn,
- vesaire, vesaire, vesaire…
Bütün bunlar ve bunlara benzer birçok modernleşme ve çağa ayak uydurma çabaları ve gayretleri yeterli olmadı ve kendisini Devlet-i Ebed Müddet sayan ve kabul eden Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye (دولة عليئ عثمانية) göçtü gitti.
Bilhassa Devlet-i Aliyye’nin son asrında, bu işlere kafa yoran, her saf ve sınıftan, Osmanlı okumuş yazmışları, aydınları arasında, kuvvetli bir damar olarak, “DİN’İN TERAKKÎYE (ilerlemeye) MÂNÎ OLDUĞU” tezi vücud buldu ve yaygınlaştı.
Bu konu, savunucuları ve muhalifleri arasında, uzun müddet tartışıldı ve bu ‘’DİN TERAKKÎYE MÂNÎDİR’’ damarı varlığını, kökleşerek sürdürdü.
İttihad ve Terakki Fırkası içinde de bu tez yaygın olarak savunuluyordu.
Mustafa Kemal ve silah arkadaşları da zaten gökten zenbille yeryüzüne inmediler. Onlar, Osmanlı Genel Kurmayının en parlak, en yetenekli ve en donanımlı kurmay subayları idiler. Amma, kafaları ve gönülleri din, yani İslam konusunda karışık idi.
Kendi zihin ve gönül dünyalarında CİDDÎ GELGİTLER YAŞIYORLAR, dini, yani İslam’ı, hem kendi hayatlarında, hem de toplum hayatında nereye koyacaklarını net olarak bilemiyorlardı. Hatta bunlardan, POZİTİVİZM’i benimseyen bazıları için ise, din çoktan gündem dışıydı, yani i’rabdan mahalli yok idi!
Eğri oturup, doğru düşünmeli, doğru akletmeli, elimizi vicdanımıza koymalı, insafı elden bırakmadan EMPATİ YAPMALIYIZ. Bu insanlar uzaydan gelmediler. Çağdaşları olan Batı’daki fikir akımlarından etkilenerek, DİN’İ TERAKKÎYE MÂNÎ GÖRÜRKEN, içinde doğup büyüdükleri Osmanlı toplumunu esas alıyorlardı. Yani ;
- Hurafelerle,
- kocakarı masallarıyla,
- cehaletle,
- üfürükçülükle,
- cincilikle,
- yeniliklere ve yenileşmeye muhalif ham softa ve kaba yobazlıkla
- ve benzeri sayısız illetlerle felç olmuş vaziyetteki Osmanlı Müslüman toplumuna bakıyorlardı...
Osmanlı Müslüman toplumunun bu haline dair hüzün verici ifadeleri, millî şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un şiirlerinde bol miktarda görebiliriz.
Asırlar içinde, değişemeyen, kendini yenileyemeyen, güncelleyemeyen toplum, giderek kokuşmuş ve maddeten ve manen çürümeye yüz tutmuştu.
Bu toplumsal gerileme kendiliğinden ve kendi kendine PAT DİYE bir anda meydana gelmedi.
Saray, yani Saltanat ve buna bağlı devlet erkânı ve ULEMA VE MEŞAYİH, özelde Osmanlı Müslüman toplumunu, genelde de, hakimiyyeti altında tuttukları Arap ve diğer bütün Müslüman teb’ayı ve toplumdaki İslamî hayatı dondurdular, kokuttular, yozlaştırdılar ve çürüttüler.
DİKKATİNİZİ İSTİRHAM EDECEĞİM ;
Burada kasdettiğim KUR’AN’DAKİ İSLAM’ın kendisi değil, UYDURUK MUAVİYE İSLAM’ıdır, yani Osmanlı toplumunun yaşadığı Müslümanlıktır. Yani, gerçek KUR’AN DİN’i değil, KUR’AN’DAKİ İSLAM değil, ümeyyeoğullarının uydurduğu YAMUK İSLAM’dır.
Benim gözümde diyanet, dinin ete kemiğe bürünüp, toplum hayatında görünmesidir.
Devlet-i Aliyye yıkılıp, onun enkazından bir TC Devleti’nin kurulması aşamasına gelindiğinde, son Osmanlı aydınlarının elit bir bölümünü oluşturan Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının zihinleri ve gönülleri işte bu mes’elelerle meşgul idi.
Ve MAALESEF ;
- yaşadıkları acı tecrübeler,
- devletin sür’atle yıkıma gidişini durduramayışları,
- Balkanlarda ve diğer bütün cebhelerde şahid oldukları mezalim
- ve daha birçok acılar ve hatalar ve hattâ İHANETLER
- ve bunlara bağlı muazzam toprak kayıpları onları UYDURUK MUAVİYE DİNİNE uzak hale getirdi.
Devlet-i Aliyye’yi yıkan emperyalist haçlı Batılıların, biz Müslüman Türklere ve Müslüman Kürtlere ve Anadolunun bilumum Müslüman olan ve olmayan halklarına, şu KÜÇÜCÜK ANADOLU’yu dahi çok görerek, bırakmak istemediklerini, sağını, solunu, ötesini, berisini işgal ettiklerini, YUNAN’a İŞGAL ETTİRDİKLERİNİ ve son bir gayretle, bazılarımızın SON KARAKOL dedikleri ANADOLU’yu Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının ASKERÎ DEHALARIYLA VE ÖNDERLİKLERİYLE nasıl kurtardığımızı, yani
- MÜDÂFAA-İ HUKÛK’u,
- MİLLÎ MÜCADELE’yi ve
- İSTİKLÂL HARBİMİZİ çok ama çok iyi öğrenmemiz boynumuzun borcudur.
ANADOLU’NUN KURTARILMASI İÇİN ;
- MÜSLÜMAN MİLLETİMİZİN,
- KAHRAMAN ORDUMUZUN VE O KAHRAMAN ORDUNUN
- KAHRAMAN KUMANDANLARININ
- NE FEDAKÂRLIKLAR YAPTIKLARINI,
- NE BEDELLER ÖDEDİKLERİNİ,
- NE KURBANLAR VERDİKLERİNİ,
- SALTANATIN VE SALTANAT DİNCİLERİ OLAN ŞEYTAN EVLİYASI YOBAZLARIN
- NE HIYANETLERİNE VE
- NE İHANETLERİNE MARUZ KALDIKLARINI asla unutmamamız gerekir. Bu konuyu çok ama çok iyi anlamamız lazım.
Yani, bu insanların neden UYDURUK MUAVİYE DİNİ’ne uzak kaldıkları/uzak durdukları ve dolayısıyla da, kuruluşuna öncülük ettikleri Türkiye Cumhuriyeti devletini neden bu UYDURUK DİN’in dindarlarından (DAHA DOĞRUSU DİNCİ YOBAZLIKTAN VE DİNCİ YOBAZLARDAN) sakındıkları konusunu çok iyi tahlil etmemiz ve bu kadronun ZİHNÎ, FİKRÎ, FELSEFÎ ve KALBÎ arkaplanını çok iyi teşhis ve tesbit etmemiz ve ANLAMAMIZ lazım…
Bu çetrefilli işin içinden öyle, kolayca “Efendim, onlar dinsizdiler, din düşmanıydılar. Bu sebeple yeni TC Devletini dinden ve dindardan uzak tuttular” demekle çıkamayız. Bunu demek kolaycılıktır, mes’elenin künhüne, aslına, içyüzüne HİÇ AMA HİÇ vakıf olmamaktır, tabir-i diğerle CAHİL MOLLALIKTIR! İşin aslını astarını anlamadan, dinlemeden, kafa yormadan, incelemeden, UYDURUK MUAVİYE İSLAM’ININ NE MENEM BİR BAŞ BELASI olduğunu öğrenmeden ve anlamadan, basmakalıp İŞKEMBE-İ KÜBRÂ’DAN atmaktır, sallamaktır (konuşmaktır, yazmaktır).
Bu insanların neden uyduruk muaviye dinine ve yobaz dinciliğe cephe aldıklarını, neden uyduruk muaviye İslamını terkettiklerini, sadece terketmekle kalmayıp, o UYDURUK MUAVİYE DİN’İNE NEDEN BÜYÜK DARBE VURDUKLARINI çok ama çok ciddi olarak araştırmalıyız, anlamalıyız ve öğrenmeliyiz. Bugün de o UYDURUK MUAVİYE DİNİNE KÜSKÜN, MESAFELİ VE UZAK DURAN TOPLUM KESİMLERİNİ anlamak istiyorsak, evvela EMPATİ yapmalıyız. Kendimizi onların yerine koyup, onların zihin ve gönül dünyalarını doğru anlamaya, doğru okumaya, doğru çözmeye gayret etmeliyiz. Onların gözünde nasıl göründüğümüzü anlamalıyız. BASMAKALIP AHKÂM KESMEKLE, BEYLİK LAFLAR ETMEKLE HALLOLMAZ BU İŞLER.
HEPSİNDEN EVVEL VE MÜHİMMİ DE ŞUDUR SEVGİLİ KARDEŞİM ;
BİZE ÖĞRETİLEN DİNİN UYDURUK MUAVİYE DİNİ OLDUĞUNU MUTLAKA FARKETMELİYİZ VE KUR’AN’DAKİ GERÇEK İSLAMI ÖĞRENMELİYİZ…! Bunun başka yolu yok…!
Ne TC Devletini kuran kadro uzaydan geldi, ne de Türkiye’nin dine ve diyanete bîgane ve kayıtsız kesimleri uzayda yaşıyorlar. İğneyi kendimize, çuvaldızı başkasına batırmakla mükellefiz. “Urfa’da Oxford vardı da biz mi gitmedik?” demiş, diyenlerden biri. Vallahi doğru demiş!
Aynen öyle de, “ülkede, dünyayı ve çağını doğru okuyan, doğru yorumlayan ve buna istinaden, buna doğrudan bağlı olarak da, dinini doğru okuyan, doğru anlayan, adam gibi adam müslüman-lar, ADAM GİBİ ADAM DİN BİLGİNLERİ varmıydı da, bu insanlar dine küstüler, dindara cephe aldılar?’’.
Şuna samimiyetle inanıyorum Kardeşim ;
- Yaşadığı dünyayı doğru okuyamayan,
- doğru çözümleyemeyen,
- doğru değerlendiremeyen,
- gerek kendi toplumunu,
- gerekse dünya insanlığını
-doğru tanıyamayan,
- Türkiye’nin ve muasır dünyanın geldiği noktayı doğru anlayamayan-lar dini de doğru anlayamazlar.
Bu ;
- dün, yani Osmanlı’nın son asrında ve
- TC Devleti’nin kuruluş hengamesinde böyle idi.
- Bugün de böyle.
- Yarın da böyle olacak…
Eğer biz müslümanlar, KUR’AN’DAKİ GERÇEK İSLAM’ı öğrenebilseydik ve buna bağlı olarak dünyamızı ve çağımızı adam gibi doğru okuyabilseydik, son dönem Osmanlı aydınlarının çok büyük bir çoğunluğu GERÇEK KUR’AN DİNİ’NE ASLA DÜŞMAN OLMAZLARDI.
Çok büyük bir çoğunluğu diyorum. Zira, din olgusunun UYDURUK OLANINA düşman oldukları gibi, KUR’AN’DAKİ ÖZGÜN DİNE DE DÜŞMAN OLAN, yani DİN OLAYINA HEPTEN DÜŞMAN OLAN BİR KESİM DE VARDI, sayıları az da olsa…
İŞTE BU “DİN OLGUSUNA HEPTEN DÜŞMAN, İFLÂH OLMAZ DİN VE ALLAH DÜŞMANLARI”, AZİZ ATATÜRK’ÜN SAĞLIĞINDA ONUN ETRAFINI SARMIŞLARDI.
ÇÜNKÜ, O AZİZ İNSANIN ETRAFINDA DURARAK ONA DESTEK OLACAK, ONA İCRAATINDA YARDIMCI OLACAK, KUR’AN’DAKİ ÖZGÜN İSLAM’I ADAM GİBİ VE DOSDOĞRU BİLEN GERÇEK İSLAM BİLGİNLERİ -ELMALILI HAMDİ YAZIR ve RIFAT BÖREKÇİ gibi BİRKAÇ ZAT HARİÇ- YOKTU.
GAZÎ HAYATTA İKEN HALK PARTİSİ İÇİNDE YUVALANMIŞ OLAN O “GİZLİ ALLAH VE DİN DÜŞMANLARI”, ONUN VEFATINDAN HEMEN SONRA SÜR’ATLE İPLERİ ELLERİNE GEÇİREREK, O AZİZ İNSANIN BÜTÜN DEVRİMLERİNE, MİRASINA VE HAYALLERİNE İHANET ETTİLER.
İSMET PAŞA zaten (hem uyduruğuyla hem Kur’an’daki özgünüyle) DİN’e UZAK İDİ. Üstelik daha MÜTAREKE YILLARINDA Istanbulda iken ABD MANDASI TARAFTARI İDİ.
Sonradan ATATÜRK’ün yanında yer aldıysa da, onun vefatından HEMEN SONRA, içindeki o eski mandacılık ukdesiyle ve de 2. Dünya Harbinin Türkiyeye bakan yönüyle tedirgin edici konjonktürü içinde hemen ABD’YE YANAŞTI VE ABD’nin direktifleri doğrultusunda hareket ederek, Gazi’nin bütün mirasının ve ideallerinin ve hayallerinin İÇİNE ETTİ.
Buna birçok misalden sadece ÜÇ misal vereyim :
- Yaptığı uzun konuşmayla Mecliste Hılafetin KAVGASIZ VE KANSIZ KALDIRILARAK laikliğin kabulünü sağlayan Adliye Vekili (Adalet Bakanı) SEYYİD BEY’i, bu kabulün hemen ardından kabine dışı bırakmak için Başbakanlıktan istifa ederek yeniden hükümet kurdu ve bu yeni hükümette SEYYİD BEY’e kasden görev vermeyerek o çok değerli ve çok donanımlı insanı kabine dışı bıraktı. Böylece de İslam düşmanlarının ekmeğine yağ sürdü.
- Köy Enstitülerinin kurulmasında ve bu enstitülerle ülkeye çok yararlı hizmetler yapılmasında çok emeği geçen Milli Eğitim Bakanı HASAN ÂLÎ YÜCEL’i de, aynen SEYYİD BEY’e yaptığı gibi, kendisi istifa ederek yeniden kurduğu kabinede HASAN ÂLÎ YÜCEL’i de kasden Milli Eğitim Bakanı yapmadı. Bu yöntemle KÖY ENSTİTÜLERİ’nin, ABD’nin direktifleri doğrultusunda ve Adnan Menderes ile işbirliği yaparak kapatılmasını sağladı.
- Atatürk’ün ÇOK ÖNEM VERDİĞİ TOPRAK REFORMU PROJESİNİ de, yine ABD’nin direktifleri doğrultusunda ve Adnan Menderes ile işbirliği yaparak ENGELLEDİ.
İsmet Paşanın sadece şu ÜÇ icraatı bile Atatürk’e ve onun mirasına ve ideallerine İHANET ettiğine apaçık delildir.
Çünkü İsmet Paşada Atatürk’ün devlet adamı dehası ve kumaşı olmadığı gibi, Atatürk’ün KUR’AN’DAKİ ÖZGÜN VE YAMULTULMAMIŞ GERÇEK İSLAM’a OLAN DERİN SAYGISI DA YOK İDİ.
Atatürkü sömüren, onun arkasına gizlenip onsenelerce din düşmanlığı yapan, DİNİN TÜMÜNDEN rahatsız olan bilumûm Atatürkçü, Kemalist, laikçi, vesaire geçinen SAHTEKÂRLAR, SEYYİD BEY ve emsalinin görevlerini engelleyerek BİTİRTTİKLERİ için, işte bugün dipleri böyle oyuluyor…!
Kimler tarafından mı oyuluyor?
Söyliyeyim :
O aziz insana onsenelerce hayasızca “deccal, mülhid, dinsiz, din düşmanı, vesaire…” diye çemkiren, DİNİN GERÇEĞİNDEN (KUR’AN’DAKİ İSLAM’DAN) hiç hazzetmeyen bilumûm dinci sahtekârlar, uyduruk muaviye dininin adî propagandistleri, uçan kaçan tarikatçı sahtekâr takımı, siyasi islamcı ARSIZ, HIRSIZ, YOLSUZ ÇAKALLAR tarafından OYULUYOR…
Olan ise, işbu her iki kesimdeki GUDUBETLER (dinci yobazlar ve inkarcı yobazlar) tarafından KUR’AN’DAKİ İSLAMI öğrenmesi engellenen milletimize ve ülkemize OLUYOR…
Ülkemizin, bu iki gudubet ekip marifetiyle, tam 100 senesi heba edildi, çarçur edildi..
Bunların alayının Allah belasını versin diyecektim. Ama, ALLAH ISLAH EYLESİN… Âmîn…🤲🙏🤲 diyorum!
Her konuda olduğu gibi, din, tarih ve benzeri konularda da, ALLAH’IN BİZLERE BAHŞETTİĞİ AKIL NİMETİNİ KULLANMAMIZ GEREKİYOR. Zira, Allah “aklını kullanmayanların üzerine PİSLİK YAĞDIRACAĞINI” söylüyor, Kur’an, Yunus 100’de…
Lâkin ve maalesef, Müslümanlar, dinlerini ve tarihlerini öğrenmek te dahil, hiçbir işlerinde RABBİN KENDİLERİNE BAHŞETTİĞİ AKIL GİBİ BİR NİMETİ HİÇ Mİ HİÇ KULLANMADIKLARI İÇİN, SADECE BURUNLARI DEĞİL, BÜTÜN VÜCUDLARI PİSLİKTEN KURTULMUYOR, SİTTÎN SENEDİR...
Çünkü biz bilmediğimiz gerçekleri öğrenmek gereği duymuyoruz!
Bunun için ;
- EVVELA DÜRÜST OLMALIYIZ.
- ÖĞRENMEYE AÇIK OLMALIYIZ.
- ÖĞRENMEYİ SAMİMİ OLARAK İSTEMELİYİZ.
- ABUK SABUK KİŞİLERDEN EDİNDİĞİMİZ ABUK SABUK EZBERLERİMİZİ BOZMAYA HAZIR VE İSTEKLİ OLMALIYIZ.
- HAKPEREST OLMALIYIZ.
- BUNUN İÇİN de EVVELA “HAKPERESTLİK NEDİR? NASIL HAKPEREST OLUNUR? ÖĞRENMELİYİZ.
- BİLDİĞİMİZİ ZANNETTİĞİMİZ İSLAM’IN “KUR’AN’DAKİ İSLAM” OLMADIĞINI, EMEVİLERİN UYDURUK İSLAM’I OLDUĞUNU FARKETMELİYİZ.
- BİZLERE BU ABUK SABUK VE UYDURUK DİN’İ ÖĞRETENLERİN de EMEVİLERİN UYDURDUĞU VE YOZLAŞTIRDIĞI BİR UCÛBENİN SADECE VE SADECE SIRADAN PROPAGANDİSTLERİ OLDUĞUNU FARKETMELİYİZ.
- UYDURUK MUAVİYE DİNİNİ BIRAKIP, KUR’AN’DAKİ İNDİRİLMİŞ DİNİ ÖĞRENMEK GEREĞİ DUYMALIYIZ.
- Yan gelip yatarak, abuk sabuk kişileri adam zannederek, adam yerine koyarak DİN-MİN / TARİH-MARİH öğrenemeyiz.
- Muaviye’ye “hazret, sahabi, radıyallahü anh, vahiy katibi, vesaire diyen YOBAZ tiplerden DİN-MİN öğrenilmez.
- Bu tiplerden öğrenilse öğrenilse UYDURULMUŞ DİN ve UYDURULMUŞ TARİH öğrenilir, İNDİRİLMİŞ DİN ve DOĞRU TARİH değil…
Bilhassa dinimizi öğrenmek gibi bir niyyetimiz var ise -ki mutlaka olmalıdır- doğrusunu öğrenmeliyiz, uydurulmuşunu değil…
Atatürkün vefatından sonra TAMAMEN DİN DÜŞMANLARININ ELİNE GEÇEN ve o gündür bu gündür ülkemizde DİN DÜŞMANLIĞININ kalesi olan CHP’yi anlama ve öğrenme bağlamında, Yaşar Nuri Öztürk merhumun, dinlememizde büyük fayda olan Youtube’daki şu sohbetlerini MUTLAKA dinlemenizi rica ediyorum :
https://youtu.be/V9WCMMc6NUg?si=z7mqj6pX53qIGpGt
https://youtu.be/R1Ew6JlDQjw?si=5zcQtnzsVzpiZykg
https://kamuoyuaydinlatma.blogspot.com/search/label/Hizmet%20Hareketi?m=1
https://youtu.be/UphMIEerQXE?si=WEYFKQIzR5zlB6c7
https://youtu.be/8bSzpbug1tk?si=Xd0WONoQ6PTUAL7O
Prof. Dr. Reşat Kaynar’dan Yaşar Nuri Öztürk’e hitaben : “ATATÜRK’ÜN YANINDA SENİN GİBİ BİR ADAM OLSAYDI TARİH’İN AKIŞI DEĞİŞİRDİ!” :
https://youtu.be/exZVSaZgo44?si=vOhhFs3Q23ZJzndr
Ayrıca, İsmet Paşanın ve onun ve ondan sonra gelenlerin yönetimindeki Halk Partisinin MEL’ANETLERİNİ öğrenmek için de Yaşar Nuri Öztürk’ün şu küçük ama çok değerli kitabını da MUTLAKA OKUMALIYIZ :
“ATATÜRK’TEN SONRAKİ CHP
ÇAĞI YANLIŞ OKUMANIN SERÜVENİ”
İşte tam bu noktada ve bu bağlamda, bendeniz, Cumhuriyeti kuran kadroyu, yani Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarını, uyduruk muaviye dinine ve onu savunan dinci yobazlığa muhalefetleri ve ona büyük darbe vurmaları yüzünden YERDEN GÖĞE KADAR HAKLI BULUYORUM.
İYİ Kİ O UYDURUK MUAVİYE DİNİNE DARBE VURDULAR…
Maalesef, onların çağdaşı olan dinciler, onların din ile barışık olabilmelerine imkan vermiyecek derecede ham softa ve kaba yobaz idiler.
Istanbullu dostumun paylaştığı Youtube kaydında, torun Fatih Süleyman Denizolgun’u sonuna kadar ilgiyle ve dikkatle dinlediğimi belirtmiştim.
Torun Denizolgun dedesi Süleyman Hilmi Tunahan hocayı öve öve bitiremiyor!
Lakin, bu programda, Süleyman Hilmi Tunahan hocadan kalan tek canlı ses kaydı olduğu belirtilen ve işbu sohbetin 72. dakikasından itibaren birkaç dakika süren ve muhtemelen bir cami kürsüsünden verdiği vaazı dinledikten sonra şu hükmümü belirtmeden geçemeyeceğim :
Hoca, o birkaç dakikası kayda alınmış ve ses kayıt kalitesi bakımından zor anlaşılabilen vaazında, Hz. Peygamberin tuvaletten (heladan) her çıktığında “Elhamdü lillahillezî ezhebe anni-l-ezâ ve âfânî min zâlike / ألحمد لله الذي أذهب عنى الأذا “وعافاني من ذلك
duasını okuduğunu ve ashabına da bu duayı okumalarını öğütlediğini söylüyor.
Hoca bu duayı okumanın prostat da dahil her türlü idrar yolları hastalıklarından koruyacağını, vesaire belirttikten sonra, Allah’ın, her bir insanın vücudunun fonksiyonları için 384 tane melek tahsis ettiğini, bu 384 melekten 2 tanesinin insan vücudunun def’i hâcet’i için vazifelendirildiklerini, vesaire söylüyor.
Ve, bu hadisi aktardığı bir hekimin de bu hadisi çok önemsediğini belirterek, bu konuda bilimsel bir makale yazacağını söylediğini belirtiyor!
İşbu söyleşide ayrıca, Süleyman Hilmi Tunahan’ın bilhassa genç nesillere Kur’an’ın Arapça aslını öğretebilmek ve okutabilmek amacıyla da “Kur’an elifba’sı” türünden bir kitap hazırladığı anlatılıyor.
Tunahan hoca, bütün diğer din uleması gibi, EHL-İ SÜNNET VE’L CEMAAT’ın HANEFÎ mezhebinden...
Öyle değil mi…?
Evet öyle…?
Amma ve lakin ; bizim EHL-İ SÜNNET VE’L CEMAAT olup, HANEFÎ takılan bilumûm din ulemamız, “EN BÜYÜK İMAM” diyerek hürmette hiç kusûr etmedikleri EBÛ HANÎFE’nin, hem de Hz. Muhammed’in bu yöndeki izni ve müsaadesini delil göstererek, Arap olmayan ve Arapça bilmeyen Müslümanların kendi ANADİLLERİNDE İBADET EDEBİLECEKLERİNİ hükme, fetvaya ve İCTİHÂDa bağladığını BİLMİYORLAR MI…?!?
Hz. Peygamber Arap olmayıp, Arapça bilmeyen bazı Müslüman ashabına, kendi ANADİLLERİNDE İBADET EDEBİLECEKLERİ iznini ve müsaadesini VERDİ.
Arabları kavm-i necîb, Arapçayı da KUTSAL DİL ilan eden ARAPÇI VE ARAPÇACI ulema kılıklılar, asırlarca ;
- hem Hz. Peygamberin bu yöndeki izninin ÜZERİNİ ÖRTTÜLER,
- hem de İMAM-I ÂZAM EBÛ HANÎFE’nin bu yöndeki İCTİHÂDI’nı hiçe saydılar.
- Üstelik te HANEFÎ TAKILARAK…!
İşin doğrusu şu ki sevgili kardeşim, torununun ilmini, irfanını öve öve bitiremediği Süleyman Hilmi Tunahan’ın İslam bilgi seviyesi, İslam algı seviyesi işte bu…!
Yukarıdaki tesbitimi tekrar ediyorum :
“ülkede, dünyayı ve çağını doğru okuyan, doğru yorumlayan ve buna istinaden, buna doğrudan bağlı olarak da, DİNİNİ DOĞRU OKUYAN, DOĞRU ÖĞRENEN, DOĞRU ANLAYAN ve DOĞRU ÖĞRETEN adam gibi adam, müslüman-lar, adam gibi adam DİN BİLGİNLERİ varmıydı da, vatanı kurtarıp, Cumhuriyeti kuran bu insanlar dine küstüler, dindara cephe aldılar?’’.
Öyle adam gibi adam DİN BİLGİNLERİ YOKTU MAALESEF…😞
İşte İTÜ İNŞAAT FAKÜLTESİ mezunu YÜKSEK MÜHENDİS torunun öve öve yere göğe sığdıranadığı dedesinin İSLAM ALGISI, İSLAM ÖĞRETİSİ bu…!
Torun Denizolgun, yine bu sohbette, o dönemde, Istanbulda, dedesi gibi DERSİÂM vasfını kazanmış 500 küsur din bilgini olduğunu belirtiyor ve işbu DERSİÂM seviyyesinin günümüzdeki karşılığının ORDİNARYUS PROFESÖRLÜĞE denk geldiğini söylüyor!
Bendeniz merak ediyorum, bu 500 küsur ord. prof. ünvanına sahip DİN BİLGİNLERİ (!) NEDEN MUSTAFA KEMAL’in yanında HİÇ DURMADILAR?
Bu, cevabının mutlaka ama mutlaka, ama HAKPERESTÇE verilmesi icab eden bir sorudur.
Bu kadar çok ord. prof. din âlimi zatlar (!) neden o aziz insanın çevresinde olmadılar da, onu gizli DİNSİZLERİN ARASINDA YAPAYALNIZ BIRAKTILAR?
Aslında ben bu soruMun cevabını GAYET İYİ BİLİYORUM ve aha da İŞTE BURADA YAZIYORUM :
KÖHNELEŞMİŞ, KOKUŞMUŞ ve ÇAĞININ ÇOKTAN GERİSİNDE KALMIŞ OSMANLI SKOLASTİK MEDRESELERİNDEN ALDIKLARI İCÂZETNAME DENİLEN O SOFTALIK VE YOBAZLIK BELGELERİYLE İslamî bilimsel düzeyleri belgelenmiş olan bu insanların Mustafa Kemal’e, ilim ve irfan namına verebilecekleri HİÇBİR KATKILARI YOKTU…😞😞😞
Ne bu ord. proflar (!) ve benzerleri Atatürke yardımcı olabilirlerdi, ne de Atatürk bunları yanında tutardı!
Fildişi kulemizden inip, hayal alemlerinden uyanıp, yani intibaha gelip, GERÇEKLERİN ÇIPLAKLIĞIYLA SARSILARAK UYANMAK, KENDİMİZE GELMEK ve MUAZZEZ BİLDİĞİMİZ AMA HİÇ BİLMEDİĞİMİZ DİNİMİZİ ADAM GİBİ VE DOSDOĞRU ÖĞRENMEK DURUMUNDAYIZ.
Bunun yegâne yolu KUR’AN’I ADAM GİBİ VE DOSDOĞRU ÖĞRENMEKTEN GEÇER.
KUR’AN’I ADAM GİBİ VE DOSDOĞRU ÖĞRENMENİN YOLUNU VE YORDAMINI ÖĞRENMEK İSE, YAŞAR NURİ ÖZTÜRK’Ü DİNLEMEKTEN VE OKUMAKTAN GEÇER.
Bu dediklerimde HİÇ MÜBÂLAĞA (abartma) yapmadığımı bilmenizi isterim.
SATISFACTION WARRANTIED!
الرضا مضمون!
Yine, Süleyman Hilmi Tunahan gibi, kendi şakirdlerince öve öve yere göğe sığdırılamayan SAİD-İ KÜRDÎ’yi ele alalım.
Mustafa Kemal’ın Said-i Kürdi’yi Ankara’ya, Meclise daveti, bana göre, benim tarih okumama göre, büyük bir şans idi, büyük bir imkan idi.
Said-i Kürdi bana göre, o büyük şansı değerlendiremedi, heba etti...
Bütün fraksiyonlarıyla bütün şakirdler, sittîn (60) seneden beri, onun Mustafa Kemal’e Mecliste “Paşa! Paşa! Kainatta en büyük hakikat imandır, imandan sonra namazdır. Namaz kılmayan haindir, hainin de hükmü merdudddur’’ diyerek Atatürk’e nasıl POSTA KOYARAK odasını terkettiğini ballandıra ballandıra anlatırlar, yazarlar, çizerler…!
Said-i Kürdî Atatürke gerçekten böyle POSTA KOYMUŞ MUDUR, bilemem…!
Lakin, şayet namazı bahane edip, Atatürk’e posta koyarak çekip gitti ise -ki böyle yaptığı bile şübhelidir- bana göre, BÜYÜK VE TARİHÎ BİR FIRSATI VE İMKANI TEPMİŞ demektir.
Bir kere, NAMAZ imandan sonra gelen en büyük hakikat falan değildir.
Bu dinin, imandan sonra gelen en büyük HAKİKATI, Kur’an’ın ilk inen olan ve aynı zamanda da ilk emri olan “OKUMAK”tır, yani İLİMDİR, RABBİN BAHŞETTİĞİ AKLI İŞLETMEKTİR, KULLANMAKTIR.
Bu sıralamada, NAMAZ gelse gelse ancak SEKİZİNCİ SIRADA GELİR…!
Ve, namaz, taaa emevîlerden beri, bu uyduruk muaviye dininin propagandistleri tarafından “BU ÜMMETİN BAŞINA BELA EDİLMİŞTİR”.
Bendeniz, Said-i Kürdî’ye üstad ve bedî’uzzaman diye çok hürmet ve muhabbet besleyen safiyâne bir Risale-i Nûr şakirdi babanın oğlu olarak, Manisa’da 1956 senesinde, içinde Osmanlıca yazılarak teksîr edilmiş (çoğaltılmış) Nur Risalelerinin okunduğu bir evde doğdum.
Böyle bir aile ve eş-dost muhitinde büyüdüm.
Çocukluk ve ilk gençlik senelerim bu muhitlerde bol bol risale okuyarak ve dinleyerek geçti.
Lise ve üniversite senelerimde de İzmir’de Fethullah Gülen’in etrafında oluşan Hizmet Hareketine yakın oldum.
Hiç abartmıyorum, Fethullah Gülen’i benim kadar çok okumuş ve dinlemiş olan hizmetkâr azdır!
Risale-Nur Külliyyatını “asrın Kur’an tefsîridir” diyerek göklere çıkaran, her fraksiyondan bilumûm şakirdlere ve aynı şekilde, Fethullah Gülen’in kitaplarını çok değerli gören hizmetkârlara diyeceğim kısaca şudur:
Her iki zatın yazdıklarını ve söylediklerini, İSLAM’I ÖĞRENME ve TEVHÎD İMANINI KAZANMA BAĞLAMINDA okumak, Nasreddin Hocanın o gülümseten deyişiyle “BİR DİRHEM BAL İÇÜN BİR ÇEKİ ODUN ÇİĞNEMEKTİR!”
Bunlardan DİN/MİN öğrenilmez.
Öğrenilse öğrenilse UYDURUK MUAVİYE DİNİ öğrenilir…
Said-i Kürdi de, aynen Süleyman Hilmi Tunahan ve emsali yüzlercesi gibi, UYDURUK EMEVÎ DİNİ’nin sıradan PROPAGANDİSTİ’dir.
Hatta, Said-i Kürdî’nin bir de KÜRTÇÜLÜĞÜ VARDIR VE AĞABEYLER denilen RİSALE RANTİYERLERİ TARAFINDAN onun bu özelliği MAHARETLE GİZLENİR.
Ülkemiz ve milletimiz ne çektiyse, şu dinci yobazlardan, yani ;
* Allah ile aldatanlardan,
* saltanat dincilerinden,
* siyaset dincilerinden,
* Emevi dincilerinden,
* Emevici Arapçılardan,
* emperyalizm işbirlikçilerinden,
* dini anlatmak yerine dayatanlardan,
* Ilımlı İslamcılardan,
* BOP’culardan,
* Maun Suresi mücrimlerinden,
* Deniz Fenercilerinden,
* Mercümek talancılarından,
* Kurtuluş Savaşı’na hıyanet edenlerden,
* din istismarcılarından…
Ve şu inkarcı yobazlardan, yani :
* Sahte Atatürkçülerden,
* Atatürk dalkavuklarından,
* Atatürk’ü joker olarak kullananlardan,
* Atatürk istismarcılarından,
* Atatürk ile aldatanlardan,
* Atatürk’ü anlatmak yerine dayatanlardan…
çekti ve halen de çekiyor.
Türk aydınlarının Atatürk’ün vefat ettiği günden beri sormadıkları hayati önemde bir var.
O soru şudur :
* Özgün ve esas yapıları itibarıyla, İslam ile Mustafa Kemal mirası veya Cumhuriyet mirası arasında bir çelişme, bir didişme, bir zıtlaşma, bir kavga var mıdır?
* Yani işin esası bakımından ve bu iki mirasın varlık yapıları itibarıyla bir zıtlık söz konusu mudur?
Aydınlarımız Atatürk’ün vefat ettiği günden beri bu soruyu ne sordular, ne de cevabına kafa yordular.
Bu soruyu sormak ve cevabını da bir aydına yaraşır biçimde vermek yerine, günlerini gün ettiler, meseleyi hasır’ın altına süpürdüler ve yan gelip yattılar.
Yaşar Nuri Öztürk ülkemizdeki bu “aydın aymazlığına” sebep olarak şu teşhîsi koyuyor.
Aydınlarımızın ;
* bir kısmının imansızlığı,
* bir kısmının cehaleti,
* bir kısmının kendine güvensizliği,
* bir kısmının da istismara müsait bir ortamın devamını istemesi yüzünden BU SORU BUGÜNE KADAR HİÇ SORULMADI.
Atatürk’ün dinle münasebeti Türk aydınları tarafından, ne yazık ve ne acı ki, yıllarca ve yıllarca SADECE İRTİCÂÎ HAREKETLER açısından irdelendi, gündem yapıldı.
Oysaki işin bir başka yönü daha vardı ve belki de bu yönün irdelenmesi ülkemizin geleceği açısından çok daha önemli ve gerekliydi.
O yön, Atatürk’ün yaptığı işlerin, devrimlerin ve verdiği mücadelenin GERÇEK İSLAM ile çelişip çelişmediğinin, çatışıp çatışmadığının AYDIN NAMUSUYLA VE AYDIN HAKPERESTLİĞİYLE irdelenmesi ve ortaya konulmasıydı.
Atatürk ve din ilişkisi, işte bu açıdan HİÇ ele alınmadı.
Atatürk, kendisini hiç sevmeyen SALTANAT DİNCİLERİNİN ve kendisini istismar eden İNKARCI YOBAZLARIN söylediklerinin TAM AKSİNİ yaptı.
GÂZÎ MUSTAFA KEMÂL, din meselesinde ;
- asla kaçak güreşmedi,
- kıvırmadı,
- işin içine girdi ve
- ilk günden son güne kadar da,
- YAPTIĞI BÜTÜN DEVRİMLERİN DİN’İN TALEPLERİ OLDUĞUNU
- EN GÜR SESİYLE HAYKIRDI
- VE SAVUNDU.
Yani, Atatürk, bizleri ATATÜRK İLE ALDATANLARIN aksine, din meselesinde ;
- DİNCİ YOBAZLIĞIN karşısında ve
- GERÇEK ve SAMİMÎ DİNDARLIĞIN
- yanında taraf oldu.
Yaşar Nuri Öztürk “Biz bunu bütün ayrıntılarıyla ve tüm alanlarda dünyanın önünde ispata hazırız” dedi ve ekledi :
Korkmaya, kaçınmaya, tedirginliğe gerek yoktur.
* KUR’AN ORTADADIR.
* CUMHURİYET TARİHİ DE ORTADADIR.
* BİZ DE BURADAYIZ.
Kurtuluş Savaşı günlerinin ALNI SECDELİ DİNDAR MÜSLÜMANLARI Mustafa Kemal’i
“İSLAM’IN HALASKÂR GÂZÎ’Sİ” diye anıyorlardı.
Peki, Atatürk devrimlerinin savunuculuğu rolüne soyun SAHTEKÂRLAR böylesine önemli bir gerçeği nasıl görmediler veya göremediler?
Görmediler, göremediler değil, GÖRMEK İSTEMEDİLER.
Çünkü onların hemen hepsinin, sadece hurafeci Arap Emevi İslam’ından değil, İSLAM’IN GERÇEĞİNDEN DE RAHATSIZLIKLARI vardı.
Onların benliklerine yerleşmiş olan “İSLAM’DAN NEFRET VİRÜSÜ” daha doğrusu “RUHSAL OLANDAN NEFRET VİRÜSÜ” vardı.
Ve, Allah’ın bir takdiri olarak, bu virüs sonunda ONLARIN BAŞINA EN BÜYÜK BELAYI AÇTI ve ONLARI DİNCİ YOBAZLIĞIN, HEM DE EN REZİLCESİNİN, ALTINDA EZDİRDİ.
İnancımız odur ki, BU YANLIŞ YAPILMASAYDI, Atatürk mirası, bütün Müslümanlar için “KURTULUŞ REÇETESİ” sayılabilecek bir “KURTULUŞ TEOLOJİSİ oluşturabilecekti.
“Kurtuluş Teolojisi” tabiri,
eski Marksist yeni KUR’AN MÜMİNİ Fransız düşünürü Roger Garaudy’e aittir.
Gereken yapılmadığı için, bu Kurtuluş Teolojisi’nin yerine İslam’ın ve Müslümanların düşmanlarınca bir “FESAT TEOLOJİSİ” oluşturuldu.
Şimdi bu “fesat teolojisi”, bütün köşe başlarını tutmuştur ve HAÇLI EMPERYALİSTLERLE İŞBİRLİĞİ halinde, Türk milletinin can damarlarını birer birer koparmaktadır.
Merhum Prof. Dr. ALPASLAN IŞIKLI’nın şu tespiti, üzerinde olduğumuz konuda gerçeğin tam ifadesidir :
“Atatürk, Kurtuluş Teolojisi’nin öncülüğünü, Kuvayi Milliye ile İslamiyet arasında kurmayı başardığı köprü üzerinde, bu asrın başında gerçekleştirmiştir.”
(Işıklı, Sosyalizm, Kemalizm ve Din, 188)
Köprü kuruldu ama köprünün üstünden geçmesi gerekenler geçmedi ve köprü muattal kala kala çürüyüp çöktü.
Çünkü Türk aydını ve Türk siyaseti, ATATÜRK VE İSLAM KONUSUNDA ÖLÜMCÜL BİR HATA yaptı :
Gerçeği ortaya koyarak yiğitçe ve açık yüreklilikle tartışmak yerine, siyasal manevralarla günü kurtarmayı yeğledi.
Bir de, DİNDARLARI AHMAK YERİNE KOYDU ;
“Ne yani…? Bu sümüklü heriflere hesap mı vereceğiz? Otursunlar oturdukları yerde!” kafasıyla “ÂLEMİ KÖR, DÜNYAYI SERSEM SANDILAR”.
Ve müstahaklarını da buldular.
Onlar müstahaklarını buldu ama günahsız ve aldatılmış kitleler, hiç haketmedikleri halde, çok kahır çektiler ve çekmeye devam ediyorlar.
Son sözüm şudur muhterem Kardeşim :
GERÇEĞİ ARAYANLARA
Ve Bulduğunda Mutlu Olanlara
SELAM OLSUN!
Abdullah Erdemli
Luzern - İsviçre