04 Eylül 2024

FG, HİZMET, HİZMETKÂRLAR’a DÂİR…

 İşbu yazımın muhâtab kitlesi, evvelen ve bizzât, hizmetkârlardır…

Selam…


Bir müddetten beri FG, Hizmet Hareketi ve hizmetkârlar üzerine yazmıyordum. 


İşbu yazımda, geçmişte bu konuda yazmış olduklarıma ilâveten ve o yazılarımı te’yîd (destek ve pekiştirme) bağlamında, kanaat ve mülâhazalarımı paylaşmayı arzu ediyorum. 


Ben Hizmet iltisaklı gazetecileri, eskiden (yani Ekim 2017’de İsviçre’ye geldiğim ilk dönemlerde) takib ederdim. 


Lâkin, zaman içinde, Ahmed Dönmez hâriç, diğerlerini takibten vazgeçtim. 


Neden mi diyorsunuz?


Hizmet’in ve hizmetkârların başına gelen-getirilen musîbetlere, belâlara dâir en gerçekçi, en sahîh bilgileri, hem de hiç karartmadan, hiç eğip bükmeden, hiç eveleyip gevelemeden, hiç yamulmadan ve yamultmadan ve en objektif bir tutumla anlatan ve yazan gazeteci olarak birtek Ahmed Dönmez’i tanıdım diyebilirim de ondan. 


Gazeteci Dönmez’in, 15 Temmuz 2016 darbe kalkışmasının hem evvelinde, hem sonrasında, yolsuzluk, Ergenekon, vesâire gibi diğer olaylarla beraber, bu uğursuz darbe teşebbüsünü ve arkaplanını anlamamıza yönelik yazdıklarının, söylediklerinin tamamına yakınını okumuşumdur ve dinlemişimdir. 


Ben, Dönmez’in, 15 Temmuz 2016 bağlamında, yazıp anlattıklarından öğrendiklerimi şöyle not edebilirim. 


FG’nin ve onun yakın çevresindeki aGabey kılıklıların, aGabey olmayan kişilerin, mahrem imamların, hususîlerin, vesâirenin, bu kalkışmaya giden süreçte ;


- nasıl davrandıkları, 

- nasıl yönlendirildikleri, 

- nasıl manipüle edildikleri, 

- nasıl bu işe “istemem ama yan cebime koy!” kabîlinden râzı edildikleri, 

- isteselerdi bu kalkışmaya mânî olabilecekleri halde nasıl ve TAAMMÜDEN (bilerek ve isteyerek) mânî OLMADIKLARI, 

- zaman zaman rte’nin ekibince ve bu ekibin içindeki TC derin devletinin elemanlarınca  nasıl “sazan balığı” muâmelesine tâbî tutuldukları, 

- zaman zaman kendilerini bu kalkışmaya hazırlamaya ve kabûle yönelik zokaları yutmayı, kâh bilerek, kâh bilmeyerek, kâh gönüllüce, kâh   gönülsüzce kabul ettikleri, 

- böyle riskli ve tehlikeli mâcerâlara kalkışmamaları yönünde, hem Hizmet içinden, hem Hizmet dışından kendilerini uyaranlara nasıl kulak tıkadıkları, 

- aGabeylik, mahrem aGabeylik, mahrem imamlık, husûsî imamlık faâliyyetlerinin denetlenmesinin, zabt-u rabt altına alınmasının ve kimlerin kimler nâm-ı hesâbına iş tuttuğunun, iş tutabileceğinin sıkı tâkîbâtının yapılmasının gerektiği yönündeki, içeriden yapılan samîmî ve hasbî uyarılara sürekli kulak tıkadıkları, 

- alenî ve ayan beyan muhâtab olunan dezenformasyonlara sazan gibi inandıkları, 

- FG’nin memlekette olan bitenlere ve gelişmelere dâir, kendisine gelen ve kendisinden giden (yani iki yönlü) haber, bilgi, tâlîmât, talep, tavsiyye, vesaire akışına müdâhil olan kişilerin kontrol dışına çıktıkları ve bu çıkışın engellenememiş olması, 

- üst katmanlarda faal olan kritik zevâtın birbirlerine yönelik ayak oyunlarından FG’nin haberdâr edilmeyişi, haberdâr olmayışı, haberdâr olduklarına da ses çıkarmayışı,

- ve o yakın çevre içinde sayılabilecek daha bir sürü kişinin bir sürü sû-i niyyetli hareketleri…


Gazeteci Dönmez’i okuduğunu, dinlediğini belirten birçok hizmetkâr ise, benim Dönmez’in yazdıklarından ve söylediklerinden çıkarmış olduğum, haberdâr olmuş olduğum, öğrenmiş olduğum ve kendileriyle de zaman zaman paylaştığım bu bilgilerin, Dönmez tarafından îmâ edilmediğini, yazılmadığını, söylenmediğini İDDİÂ EDİYORLAR. 


Üstüne üstlük, bir de beni, FG ve aGabey kılıklılar, mahrem kişiler, husûsî kişiler ve Hizmet Hareketi hakkında SÛ-İ ZAN’da bulunmakla ithâm ediyorlar. 


Halbuki, gazeteci Dönmez, hem münferit yazıları ve konuşmaları, hem de uzun yazı ve konuşma dizileriyle, bütün bu bilgileri hep ve defâatle aktardı ve hattâ olan biten birçok gelişmeyle ve faâliyyetle ilgili birçok zevâtın İSİMLERİNİ de, bağlantılarıyla beraber yazarak zikretti. 


Beni SÛ-İ ZAN ile ithâm eden hizmetkârlar ya okuduklarını ve dinlediklerini TAM ANLAMIYORLAR, ANLAYAMIYORLAR veyâhut, İŞLERİNE GELMEDİĞİ, HESAPLARINA UYMADIĞI, KAFA KONFORLARINI VE EZBERLERİNİ BOZMAK İSTEMEDİKLERİ için, ANLAMAMAZLIKTAN GELMEYİ  yeğliyorlar. 


KENDİ BİLECEKLERİ İŞTİR…


Bu bâb’ta ve ayrıyyetten, şunları da belirtmeliyim. 


İsviçre’ye geldikten sonra girdiğim o sancılı muhâsebe, sorma, sorgulama, soruşturma sürecimde yaptığım çapraz okuma ve dinleme gayretlerim netîcesinde şunları da farkettim ve öğrendim ;


Memlekette iken benim Hizmet Hareketi olarak bildiğim, sempatizanı olduğum ve ele güne karşı cansiperâne müdâfaa ettiğim işbu yapının mensûblarının % 95’inden fazlasının kat’iyyetle mâsumiyyetinden, İSMİMİN ABDULLAH OLDUĞUNDAN EMÎN OLDUĞUM KADAR, emînim. 


Lâkin, FG başta olmak üzere, karar alma, insiyatif kullanma ve emsâli, Hizmet’in üzerine mes’uliyyet yükleyebilecek ve Hizmet’i hesap vermek mecburiyyetinde bırakabilecek, Hizmet’in yüzüne kara çalabilecek birtakım faâliyyet kanallarında ve süreçlerinde, FG’in kontrol edebildiği ve/veya edemediği bir takım “mahrem-nâmahrem”nitelikli işbitirici, işkotarıcı zevât HİÇ mâsûm değilmiş. 


Hizmet Hareketi’nin “VATAN KURTARAN ŞÂBÂN” edâsıyla yürüttüğü ve savunma bürükrasisini (TSK’yı ve TSK personelini) hedef almış olan ERGENEKON ve emsâli dâvâlar, hiç mi hiç hakkâniyyetli, âdil, dürüst ve iyi niyyetli değilmiş. 


Bu dosyalarla, bu dâvâlarla ve bunlar kapsamında yapılmış olan tutuklamalarla, ABD’nin memleketimize yönelik EMPERYAL heveslerine HİZMET EDİLMİŞ. 


17-25 Aralık 2013 yolsuzluk dosyaları, EVET ve HİÇ ŞÜBHESİZ, meymenetsiz reis ve avenesinin irtikâb ettikleri arsızlık, hırsızlık, yolsuzluk, talancılık ve emsâli cürümlerini ifşâ etmeleri yönüyle, doğru bilgilere ve belgelere sâhibmiş. 


Lâkin, o yolsuzluk dosyaları ABD ile DANIŞIKLI VE KOORDİNELİ OLARAK HAZIRLANMIŞ ve “YOLSUZLARI YARGILAMA KILIFI ALTINDA” ABD’nin memleketimize yönelik EMPERYAL menfaatleri hesâbına kotarılmış. 


O dosyalarla, haddizâtında cezâlandırılmayı BİN KERRE DEĞİL, MİLYON KERRE HAK EDEN, meymenetsiz, hırsız ve yolsuz reisin ve efrâd-ı âilesinin alaşağı edilmesi, derdest edilmesi, hedeflenmişse de, bu işlerle, memleketimizin hayrına ve menfaatine değil, ABD’nin memleketimize yönelik EMPERYAL heveslerine HİZMET EDİLMİŞ. 


Bu yönleriyle, hem Ergenekon ve emsâli dosyaları ve dâvâları, hem de 17-25 Aralık 2013 yolsuzluk dosyalarını ve dâvâlarını şöyle yorumlamak, BANA GÖRE, hem isâbetli, hem de mümkün ;


Her iki kategorideki dosyalar ve davalar, aynen Ebû Süfyân oğlu Muâviye’nin, sâhib olduğu ŞEYTÂNET yeteneğiyle ;


- HAK OLAN KUR’ÂN’I HAKSIZLIĞI KABÛLE VÂSITA YAPTIĞI gibi 

- ve bu ŞEYTÂNET TAKTİĞİ ile SALTANAT’A GİDEN YOLU AÇTIĞI GİBİ 

- ve o gündür bu gündür SALTANAT DİNCİLİĞİ’nin KURUMLAŞARAK ve KURUMSALLAŞARAK Müslümanların başına belâ olmasının BAŞ MÜSEBBİBİ olduğu gibi…, 


Hizmet Hareketi’nin de, “HAKK’IN VE ADÂLETİN TECELLÎSİNE gayret ediyoruz” iddiâlarıyla giriştiği bu dâvâlar ile bâtıl’a (yani ABD’nin memleketimize yönelik EMPERYAL projelerine) TAŞERONLUK hizmeti verilmiş, yani HAK ve HAKPERESTLİK iddiâsıyla BÂTIL kasdedilmiş ve BÂTIL’a HİZMET EDİLMİŞ. 


Ve, nihâyet TÜY DİKEN 15 Temmuz 2016 darbe kalkışması…!


Bu uğursuz kalkışma ;

- FG başta olmak üzere, Hizmet karar vericileri tarafından 

- ve de ONLARIN AĞIZLARININ İÇİNE BAKAN SAF VE TEMİZ HİZMETKÂRLAR tarafından, 

- baştan beri ne kadar inkâr edilirse edilsin, 

- bu Hareket’e “FETÖ” denmesini HAKLI ÇIKARMAYA YETECEK ayan beyan delillerle doludur. 


Üzerinden 8 sene geçmiş olmasına rağmen, bu kalkışma bağlamında Hizmet Hareketini “FETÖ” olarak DAMGALANMAKTAN İBRÂ EDECEK (kurtaracak) SADRE ŞİFÂ hiçbir gelişme olmamıştır, maalesef…


Bil’akis “FETÖ” ithâmının ve damgalamasının arkasındaki bütün argümanlar ve HAKLILIK MÜLÂHAZALARI (Justifications) aynen geçerliliğini muhâfaza etmektedir. 


FG’in, ABD’nin memleketimize yönelik EMPERYAL senaryolarının ELVERİŞLİ BİR FİGÜRANI olabileceği ve hattâ olduğu yönündeki şübhelerim, zaman içerisinde azalacağı yerde, üzülerek belirtmeliyim ki, artmıştır. 


FG ve kurmay kadrosu mârifetiyle Hizmet Hareketi’nin düşürüldüğü bu hazîn ve acıklı âkıbet, hiç şübhesiz, reis denen ATATÜRK VE CUMHURİYYET VE LÂİKLİK DÜŞMANI VE SALTANAT DİNCİSİ NAMUSSUZ HERİF’in ve onun kadar ATATÜRK, CUMHÛRİYYET VE LÂİKLİK DÜŞMANI olan NAMUSSUZ AVENESİNİN cürümlerini hoş görmemizi KESİNLİKLE gerektirmez. 


Benim okumalarıma göre ;

- ATATÜRK DÜŞMANLIĞI,

- CUMHÛRİYYET DÜŞMANLIĞI,

- LÂİKLİK DÜŞMANLIĞI, 

- ALLAH İLE ALDATMA, - SALTANAT DİNCİLİĞİ, 

- ŞEYTAN EVLİYÂLIĞI 

- İDRÎS KILIKLI İBLÎSLİK 

bağlamlarında ;


- Said-i Nursî’nin ve FG’in yanısıra, bilumûm cemaatların liderleri, kanâat önderleri, sahtekâr şeyh, şıh, velî, pîr, gavs, mehdî, mesîh takımı ve emsâli ile 


- Namussuz reis, onun îtibâr ettiği hoca kılıklılar ve FESLİ YAVŞAK ve emsâli arasında 


- HİÇ BİR FARK YOKTUR. 


Ben şahsen, Gazeteci Dönmez’in Hizmet’e dâir yazdıklarını ve konuştuklarını değerlendirdiğimde ;


MARTI’DAN BAŞKA KUŞ,

DÖNMEZ’DEN BAŞKA GAZETECİ TANIMIYORUM…!


Bilvesîle ve sırası gelmişken ve de bu bağlamda, sizlere KARDEŞÇE VE AĞABEYCE bir nasîhatte bulunayım :


Hepinizin veya birçoğunuzun bakmakla mükellef olduğunuz çoluk çocuğunuz var. 

Derd-i maîşet hepinizin müşterek mes’elesi. 

Vakitlerinizin mühim miktarlarını kendinizin ve çoluk çocuğunuzun maîşetini (geçimini) te’mîn yolunda sarfediyorsunuz, haklı olarak…


Bu yüzden, âilevî mes’ûliyyetleriniz için harcamanız îcâb eden zamanlarınızın hâricinde kalan az ama kıymetli zamanlarınızı da, İncir çekirdeğini doldurmayacak, abuk sabuk, ıvır zıvır, boş şeylerle ve boş işlerle, mâlâyâniyyât ile, geyik muhabbetleriyle, dedikodu, vesâire ile heder etmeyin, isrâf etmeyin diyorum. 


Neden mi böyle söylüyorum diyorsunuz?


Şundan ;


Mahdûd (sınırlı) ve kıymetli vakitlerinizi, DÎNİNİZİ YENİDEN, ADAM GİBİ VE DOSDOĞRU ÖĞRENMEYE TAHSÎS ETMELİSİNİZ diye düşünüyorum da ondan…


İsviçre’ye geldikten sonra girdiğim o AYDINLANMA sürecimde AYAN BEYÂN FARKETTİM ve ANLADIM Kİ ;


- bidâyetten (başlangıçtan) beri, öğrendiğim, yani bana öğretilen ve elimden geldiğince amel etmeye (yaşamaya) gayret ettiğim din büyük ölçüde UYDURUK MUÂVİYE DÎN’İ İMİŞ. 


- Hz. Peygambere İNDİRİLMİŞ olan KUR’ÂN’DAKİ İSLÂM DÎN’i DEĞİL İMİŞ…


Bunu farkettiğimden beri, mâlâyâniyyât dediğim abuk sabuk ve boş işlerle, abesle iştiğâl cinsi meşğûliyyetlerle vakit öldürmemeye gayret ediyorum ve âhir-i ömrümde kıymetli vakitlerimi dinimi yeniden öğrenmeye tahsîs ediyorum. 


Bilvesîle, sizlere de, aynı şeyi yapmanızı, KARDEŞÂNE, tavsıyye ediyorum. 


Zîrâ ;

- hayat kısa, 

- dünya fânî, 

- ömür su gibi akıp gidiyor,

- İşte geldik gidiyoruz…


Emr-i Hak vâkî olmadan evvel ve terk-i dünyâ eylemeden evvel, dinimizi yeniden, ADAM GİBİ VE DOSDOĞRU ÖĞRENMEMİZ, HEPİMİZİN HAYRINA…


Şunları da belirtmeliyim :


Reis, çocukları, damadları, eşi dostu, avenesi, vesairesi, memleketin bütün kaynaklarına ve damarlarına, senelerdir çöktüler ve çöreklendiler…

Gün onların günü…


Bilirsiniz, “Devletin malı deniz imiş…”

Onlar da “BU DENİZDEN YEMEZSENİZ DOMUZSUNUZ” suçlamasına (!), kınamasına (!) ve ayıplamasına (!) muhâtab olmamak için, habire yiyorlar ve semiriyorlar…!


Bu babta, yani bu yiyicilere mânî olma yönünde yapılabilecek bir şey-ler var mı?

Fetö damgasını yiyen bizlerin yapacak bir şeyimiz yok…😞

Ya memleketteki her saf ve sınıftan halk yığınlarının…?

Onların (meselâ bu meymenetsizlere oy vermemek gibi) yapabilecekleri birşey-ler var idi, lâkin yapmadılar. 


Bu meyânda, şunu da unutmamak lâzım : 


“Urfa’da Oxford vardı da biz mi gidip orada okumadık” diyen türkücünün dediği gibi, memlekette oy vermeye lâyık, adam gibi bir siyâsî parti mi vardı da, millet ona oy vermedi…?


Milletin çâresizliği, bu meymenetsizlerin alternatifsizliği, memleketi bu hallere düşürdü. 


Haddizâtında (aslında), “milletin çâresizliği ve bu siyâsî islamcı mübtezellerin alternatifsizliği” bağlamında, şöyle düşünüyorum :


Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu CHP, onun vefâtından sonra, İsmet Paşa’nın tarz-ı siyâsetiyle (güttüğü siyaset ile), Atatürk’ün ideallerine, onun kurduğu ve yaptığı devrimlerle rayına oturttuğu Cumhûriyyete ve onun mîrâsına İHÂNET ETTİ. 


Atatürk’ün vefat tarihi olan 10 Kasım 1938 ilâ Demokrat Partinin iktidara geliş tarihi olan 14 Mayıs 1950 arasında, İsmet Paşa’nın idaresindeki CHP, Atatürk’ün ideallerinden ve bıraktığı Cumhûriyyet mîrâsından TAMAMEN KOPTU VE UZAKLAŞTI. 


İsmet Paşa’nın bu Tek Parti iktidârı döneminde, Atatürk’ün sağlığında yapmayı tasarladığı, ancak ömrü vefâ etmediği için yapamayıp, kendisinden sonra gelecek olan siyâset ve devlet erkânına emânet ettiği bütün projeler, ya TERKEDİLDİ, ya YAMULTULDU, veya TERSYÜZ EDİLDİ. 


Tâbir-i dîğer ile, Atatürk’ün ideallerine ve mîrâsına İHANET EDİLDİ. 


Bu ihânet, İsmet Paşa’dan sonra CHP’yi idare eden liderler ve kadrolarca da devam ettirildi. 


Merhum Yaşar Nuri Öztürk’ün “ATATÜRK’TEN SONRAKİ CHP, ÇAĞI YANLIŞ OKUMANIN SERÜVENİ) isimli kitabını okur iseniz, bu acı hakikatları öğrenirsiniz. 


1950’de Adnan Menderes’in DP’si ile başlayıp taaaaaa bugünlere, bu mübtezel siyâsî islamcı hırsızların başımıza belâ olduğu 2024 Eylûlüne kadar, neredeyse bilâ inkıtâ’ (kesintisiz) devam edegelen 74 senelik SAĞCI, MİLLİYYETÇİ, MUKADDESÂTÇI, MUHÂFAZAKÂR, AMERİKANCI, DİNCİ, İSLAMCI, vesâire, siyâsî liderler, siyâsî kadrolar ve bunların iktidarları, zaten HEPTEN VE TOPYEKÛN ATATÜRK DÜŞMANI olduklarından,  onlardan Atatürk’ün ideallerine ve mîrâsına sahib çıkmalarını beklemek ÖKÜZ ALTINDA BUZAĞI ARAMAK’tan farksızdır. 


Daha evvelki Müslüman saltanatlarını (Emevî, Abbâsî, Fâtımî, Selçukî, vesaire…) bir tarafa koyalım, pek iftihâr edegeldiğimiz Osmanlı saltanatı da, bu yiyicilik anlamında, bizim çağdaş reis, sülâlesi, avenesi, vesairesinden ne kadar farklıydı ki…?


Selam verdim, rüşvet değildür deyu almadılar….!


Bırakalım gavurların saltanatlarını bir kenara, Müslümanların kendi saltanatları, tarih boyunca hep böyle değil miydi…!?!


Bizler, alınlarımıza o alçaltıcı “fetö” damgasını yemiş mağdûr ve mazlum Müslümanlarız. 


Bizleri “MÎRÂSYEDİ KUMARBAZLAR MİSÂLİ, TÜRKİYYE CUMHÛRİYYETİ DEVLETİNE KARŞI KALKIŞTIKLARI KUMARDA, ÂDETÂ BOZUK PARA GİBİ HARCAMIŞ OLAN” hocaefendimizin (!) , aGabeylerimizin (!), sıradan PROPAGANDİSTİ oldukları ve bizlere de öğrettikleri ve adına da İSLÂM dedikleri din, basbayağı bir UYDURUK SALTANAT DÎNİdir…


Din konusuna girmişken şunları behemehâl söylemeliyim ;


 DİN var, din var…!


Türkiye de dâhil, İslam dünyasında öğretilen, öğrenilen, propagandası yapılan, yaşanan ve yaşatılan din, çok büyük ölçüde, Hz. Peygambere vahyedilmiş olan ve O’nun da ashâbına teblîğ etmiş olduğu KUR’ÂN’DAKİ DİN değil…


Bil’akis, Hz. Peygamberin vefatından 30 sene sonra, HAK OLAN KUR’ÂN’I HAKSIZLIĞI KABÛLE VÂSITA YAPARAK idareyi ele geçiren ve kendi saltanatını kuran Muâviye bin Ebû Süfyân’ın UYDURDUĞU ve UYDURTTUĞU DİN…


İşte bu Ebû Süfyân oğlu Muâviye ;

- Hz. Peygamberin ve onun ashâbının Medîne’de kurdukları prototip İslam Site Devletini, 

- sahib olduğu ŞEYTÂNET yeteneğiyle, - HAK OLAN KUR’ÂN’I HAKSIZLIĞI KABÛLE VÂSITA YAPMAK sûretiyle ele geçirdi, 

- SALTANATA DÖNÜŞTÜRDÜ, 

- kendisi hayatta iken oğlu YEZÎD’i veliahd tâyin etti 

- ve böylece EMEVÎ SULTANLIĞI kurulmuş oldu. 


Muâviye, saltanatını tahkîm etmek (güçlendirerek süreklilik kazandırmak) için ;


- her türlü mel’aneti yaptı, 

- beyt-ül mâl’den (devlet hazînesinden) kendi adamlarına dudak uçuklattıracak meblağlarda paralar vererek, verdirerek, hadîs adı altında binlerce yalan söz uydurttu, 

- Kur’ân’daki İslam inancını ve akîdesini tamâmen yamultarak tersyüz etti, 

- İslam öncesi câhiliyye zihniyyetini ve adetlerini hortlattı, 

- Hz. Ali başta olmak üzere, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin ve diğer peygamber torunlarını (Evlâd-ı Rasulü) öldürttü, 

- Şam’da inşâ ettirdiği sarayında Sâsânî ve Bizans saray ve saltanat kültürlerini ve ahlaksız hayat tarzlarını, bütün debdebe, ihtişâm ve ahlaksızlıklarıyla benimsedi ve yaşadı, 

- Müslümanları tam bir zulüm ve despotizmle yönetti. 

- ………….


Emevîlerden taaaa Osmanlılara gelene kadar, neredeyse 1400 senedir, İslam ümmetini idare etmiş olan bütün sözümona Müslüman sultanlar, SALTANAT DİNCİSİ ULEMÂ KILIKLILAR TARAFINDAN “LEVÂZIM-I SALTANAT = SALTANAT’IN OLMAZSA OLMAZI) ismiyle ve kavramsallaştırmasıyla meşrûiyyete büründürülmüş olan ahlaksız saray hayatlarını ve “işret meclislerini” zevk-u sefâ içinde yaşadılar. 


Bu LEVÂZIM-I SALTANAT’a dâir

mufassal (ayrıntılı) mâlûmâtı, merhum tarih üstâdımız Halil İnalcık hocanın yazdığı “HAS BAĞÇEDE AYŞ-U TARAB” isimli değerli kitabından okuyup öğrenebilirsiniz. 


Ebû Sufyân oğlu Muâviye’nin açtığı bu mel’anet kapısından, onun soyundan gelmiş olan diğer Emevî sultanları ve onların arkasından gelmiş olan Abbâsîler, Selçuklular, Bâbûrlüler, Fâtımîler, Osmanlılar ve diğer İslam coğrafyalarındaki daha yüzlerce irili ufaklı saltanatlar, ne Kur’ân’ın anlattığı ve ne de Hz. Peygamberin uyguladığı dinden eser bırakmadılar. 

Böylece Kur’ân’daki İslam unutturuldu ve unutuldu. 


Onun yerine, Muâviye mel’ununun başlattığı ve uzun İslam asırları boyunca saltanat sürmüş olan sözümona Müslüman hânedânların arttırarak devâm ettirdiği UYDURUK BİR DİN Müslümanlara öğretildi, propaganda edildi ve yaşattırıldı. 


Bu bağlamda bizden hiç farkı bulunmayan çağımızdaki diğer İslam memleketlerini bir tarafa bırakalım, an îtibâriyle memleketimizin hâl-i pür melâli şudur ;


Memleketimizdeki, bilumûm cemaatlerin, tarîkatların, islamcıların, siyasi islamcıların ve bunların partilerinin, patırtılarının, vesaire, vesaire, vesairenin liderleri, kodamanları, kanâat önderleri, hocaları, teorisyenleri, üstâdları, aGabeyleri, havada düşmeden uçan + su üstünde batmadan yürüyen sahtekâr şeyhleri, şıhları, gavsları, mehdîleri, mesîhleri, vesaireleri…


Bunlar, büyük çoğunluğu îtibâriyle ;


- ALLAH İLE ALDATANLARDIR,

- SALTANAT DİNCİLERİDİR,

- SALTANAT DİNİNİN SIRADAN VE BASMAKALIP PROPAGANDİSTLERİDİR. 

- İDRÎS KILIKLI İBLÎSLERDİR,

- ŞEYTAN EVLİYÂSIDIR

- İflâh olmaz seviyyede ATATÜRK, CUMHÛRİYYET VE LÂİKLİK DÜŞMANIDIR. 


Dolayısıyla, bize öğretilen din de, KUR’ÂN’DAKİ İSLÂM DÎN’İ değil, EBU SUFYÂN OĞLU MUÂVİYE’NİN BAŞINI ÇEKTİĞİ VE ASIRLAR BOYUNCA BÜTÜN SÖZÜMONA MÜSLÜMAN SULTANLARIN VE BU SULTANLARA YARANMAK İÇİN, ÜÇ PARALIK + ÜÇ GÜNLÜK DÜNYA HAYATI İÇİN MUAZZEZ DİNİMİZİ YAMULTAN, TAHRÎF EDEN (BOZAN) ÂLİM MÜSVEDDELERİNİN UYDURDUĞU SAHTE BİR DİN’dir. 


Memleketimizin DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI’nın anladığı, anlattığı ve TEMSÎL ETTİĞİ din de, MAALESEF, bu UYDURUK MUÂVİYE DÎNİ’dir. 


Memleketimizde, hiç kuşkusuz, KUR’ÂN’DAKİ İSLAMI BİLEN, ANLATAN VE ÖĞRETEN ÇOK SAYIDA, MÜNFERİT VE ÇOK KIYMETLİ İSLAM BİLGİNLERİ DE VAR HAMDOLSUN…


Bu kıymetli İslam bilginlerinin hepsinin isimlerini bilemeyeceğim. 


Lâkin, benim tanıdığım, okuduğum, dinlediğim ve hem UYDURULMUŞ DÎNİ FARKETMEME VE TANIMAMA VESÎLE OLAN, hem de İNDİRİLMİŞ DÎNİ, yani KUR’ÂN’DAKİ İSLAMI kendisinden ÖĞRENDİĞİM ve hâlen de ÖĞRENMEYE DEVÂM ETTİĞİM bir din bilgini var ; 


Merhûm  YAŞAR NURİ ÖZTÜRK…


Dinimi kendisinden ADAM GİBİ VE DOSDOĞRU öğrenmeye başladığım için, kendisine minnettârım ve bütün eş, dost ve arkadaşlarıma da onu okumalarını ve dinlemelerini gönül rahatlığıyla tavsiyye ediyorum. 


Merâmımı (ifade etmek istediklerimi), tam ve düzgün kaleme alamamış ve yazıya dökememiş olabilirim. 


Sürç-i lisânım var ise mâzûr görmenizi istirhâm ederim…


Abdullah Erdemli

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder