30 Eylül 2024

DİN, SİYASET VE ATATÜRK

 Din, siyaset ve Atatürk

Dinlerin doğuşunu inceleyiniz; temelinde HAK, HUKÛK, ADÂLET, EŞİTLİK gibi ULVÎ kavramları görürsünüz. Dinsel kitapların tamamı DOĞRULUĞU, DÜRÜSTLÜĞÜ, NÂMÛSLU KALMAYI, ADÂLETLİ OLMAYI öğütler.


Bütün peygamberler zulme isyan etmişler, baskıya direnmişler ; büyük acılar çekmişler, çekilmez çilelere katlanmışlardır.


Hz. İsa Roma kralıyla, Hz. Musa Firavun’la, Hz. Muhammed Ebu Cehil’le savaştı.


Hz. Musa’nın, Hz. İsa’nın ve Hz. Muhammed’in kendi zamanlarının devrimcileri olduklarına inanıyorum.


Onlar kendi devirlerinin hükümdarlarına baş kaldırmışlar; ezilen, sömürülen, hor görülenlerin sesi olmuşlardır.


Kimi yenilmiş, bedelini canıyla ödemiş, kimi de başarmış, eski düzeni yıkmış, yenisini kurmuştur. 


Yani Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed ilerici, onlara karşı olanlar da gericiydi.


Her devrim, karşı devrimini içinde taşır. Yenilen, kaybeden çekip gitmez, zamanı kollar ; “Suret-i Hak”tan gibi görünür, rejim karşıtlarını yanına alır ve adım adım kendi düzenini kurar.


Hz. Muhammed yeni bir düzen kurmuştu, ancak O’nun ölümünden sonra, kaybedenler, Hz. Muhammed’in takipçisi gibi göründüler, fakat O’nun kazandırdıklarını yıkarak kendi egemenliklerini kurdular. Yeni yorumlarda bulundular, ilave hadisler uydurdular. Hz. Muhammed’in mirasına sahip çıkan, yolunda ilerleyen devrimcileri astılar, kestiler, yaktılar ve İslam’ı, kuruluş ayarından saptırdılar, esas yolundan ayırdılar.


Sıffîn Savaşı da aynen böyle olmuştur. Şam Valisi Muaviye, Hz. Ali ile tutuştuğu savaşta yenileceğini anlayınca, Kur’an ayetlerinin yazıldığı bezleri, taraftarlarının kılıçlarına takmış ve meydana sürmüştür. 


Hz. Ali taraftarları, Kur’an’a kılıç çekmeyeceklerini söyleyerek savaşmazlar. Hakem tayin edilir. Muaviye, ikinci tuzağa başvurur, Hz. Ali’nin hakemini kandırır ve Sıffîn Savaşını kazanan taraf olur! 


Hz. Ali’ye şöyle bir haber gönderir : 

“Kol gücü, kafa gücüne yenilmiştir.” Muaviye, Hz. Ali’yi, kurnazlıkla, hileyle yendiğini ima etmektedir.


Muaviye’nin kurduğu Emeviler Devleti Hz. Muhammed’in düzenini değiştirmiştir.


Yeniliğin, dürüstlüğün, doğruluğun egemen olması için kurulan düzen, böylelikle çıkarcının eline geçmiş ve ona hizmet etmiştir. Güzelim düzen, fırsatçının, fesatçının çıkarı için kullanılmıştır.


Muaviye, kendisinden sonra oğlu Yezid’i halife ilan etmiş ve Halifelik o günden sonra babadan oğula devreden bir makam olagelmiştir.


Mustafa Kemal Atatürk, bu savaşı ve sonucunu şöyle değerlendiriyor :


“Ne zaman ki Muaviye ile Hazreti Ali karşı karşıya geldiler, Sıffîn olayında Muaviye’nin askerleri, mızraklarını Kur’an-ı Kerim’e saplayıp havaya kaldırdılar ve hazreti Ali’nin ordusunda böylelikle bir duraksama ve gevşeme yarattılar. İşte o zaman dine fesat karıştı. Müslümanlar arasına nefret duyguları girdi, o zaman, HAK OLAN KUR’ÂN HAKSIZLIĞI KABÛLE VÂSITA YAPILDI.”


Ve Mustafa Kemal Atatürk ekliyor : 


“Dört Halife’den sonra din, daima siyasetin, çıkarın, zorbalığın aracı yapıldı. Bu hal Osmanlı tarihinde böyle idi. Abbasiler, Emeviler zamanında böyle idi. Ancak şurasını açıkça düşüncenize arz ederim ki böyle adi ve alçak hilelerle hükümdarlık yapan halifeler ve onlara, dini alet yapmaya tenezzül eden sahte ve imansız bilginler, tarihte daima rezil olmuşlar, hüsrana uğramışlar ve daima cezalarını görmüşlerdir. Böyle yapan halife ve din bilginlerinin arzularına ulaşamadıklarını tarih bize sonsuz örneklerle izah ve ispat etmektedir. Artık bu milletin ne öyle hükümdarlara, ne öyle bilginler görmeye tahammülü ve imkânı yoktur. Artık kimse, öyle hoca kıyafetiyle sahte bilginlerin yalanına önem verecek değildir. En cahil olanlar bile o gibi adamların niteliğini pekalâ anlamaktadır.”


Mustafa Kemal Atatürk, bu nedenle, din ile devlet işlerinin ayrılmasını, laikliğin yerleşmesini istemiştir.

Ezanı Türkçe okutmuş, Kur’an’ı Türkçe’ye çevirterek; öz dilimizle okumamızı, anlamamızı sağlamış, sahtekâr hocaları, düzenbaz imamları, yalancı sofuları, çıkarcı hacıları aradan çıkarmıştır.


Mustafa Kemal Atatürk, Kur’an’ı neden Türkçeleştirdiğini şöyle anlatıyor :


“Türk, Kur’an’ın arkasından koşuyor; fakat onun ne dediğini anlamıyor, içinde ne var bilmiyor ve bilmeden tapınıyor. Benim maksadım, arkasından koştuğu Kitap’ta neler olduğunu Türk anlasın.”


İmamlara şu öneride bulunuyor :


“Bu mübarek (Ramazan) ayı vesilesiyle camilerde yaptığınız mukabelenin (Arapça Kur’an’dan bir bölüm okumanın) son sahifelerini Türkçe olarak cemaate izah ediniz. Halkın, dinlediği Kur’an bölümlerinin manasını anlamasında çok fayda vardır. Herkes, okunan Kur’an ayetlerinin manasını anlarsa dinine daha çok bağlanır.”


Benim yaşımdakiler hatırlar. Biz çocukluğumuzda yolda Arapça, Farsça yazılı bir kâğıt gördüğümüzde saygıyla yerden alır, üç kez öptükten sonra ya bir ağacın dalına ya da bir duvarın oyuğuna bırakırdık. O kâğıtta yazılı olanı okuyamıyor, anlamıyorduk; yazının Allah’ın kelamı olduğunu sanıyorduk. Arapça okuyana, konuşana ayrı bir saygı gösteriyorduk. Her dediğine “âmin” diyorduk!


Atatürk ezanı Türkçeleştirdi, Menderes yeniden Arapçalaştırdı.

Ezan’ı kendi dilimizle okusak, dinlesek; dualarımızı öz dilimizle yapsak Allah bizi anlamaz mı? Her şeyi bilen, gören, duyan, hisseden Allah, Türkçe bilmiyor mu? İngiliz’i, Fransız’ı, İtalyan’ı İncil’i ana diliyle okuyor, öğreniyor, günah mı işliyor?


Onlar aya, yıldızlara ulaşmaya çalışırken, biz kadının saçı, başı, giyim, kuşamı ile uğraşıyoruz!


Atatürk, İslam’la değil, Müslüman’ı tembelleştiren, uyuşturan sahte din adamlarıyla hesaplaştı.


“İslam toplumunun düştüğü zulüm ve yoksulluğun elbette birçok nedenleri vardır. İslam âlemi, dînî hakikatler çerçevesinde Allah’ın emrini yapmış olsaydı, böyle bir sonla karşılaşmazdı. Allah’ın emri çok çalışmaktır. İtiraf ederim ki, düşmanlarımız çok çalışıyor. Biz de onlardan çok çalışmak zorundayız. Çalışmak demek, boşuna yorulmak, terlemek değildir. Zamanın gereklerine göre ilim ve fen her türlü medeni buluşlardan en üst seviyede yararlanmak zorunludur. Allah dünya üzerinde yarattığı bu kadar nimetleri, bu kadar güzellikleri, insanlar yararlansın, varlık ve bolluk içinde olsun diye yaratmıştır ve en üst seviyede faydalanabilmek için de, bugün evrenden esirgediği aklı, insanlara vermiştir…”


Bu din bezirgânları, din maskesi ile dolanan siyasiler var ya ; bunlar, Atatürk’ün kurduğu laik, çağdaş, aydınlık Türkiye’yi hazmedemediler. Emperyalizmin sadık kölesi oldular!

Emevi ve Abbasi döneminde olduğu gibi; soygun düzenini sürdürmek, çalışmadan, yorulmadan, üretmeden rahat yaşam sürmek için, halkı ; dinle, imanla, Allah, Kur’an söylemi ile kandırdılar. Atatürk’e, ailesine iğrenç iftiralarda bulundular; halkçı devleti, kuruluş ayarlarından çıkardılar.


Atatürk, olmazları oldurdu, biz olanları koruyamadık!


Muska yazan, her derde deva “reçete” düzenleyen, çocuğu olmayana çocuk, aklını yitirene akıl ihsan eden sözde “hacı”, sözde “hoca” takımı türedi! Böyle şarlatanlardan medet uman beylerimiz, bayanlarımız çoğaldı! “Hem laik hem dindar olunmaz” diyen siyasilerimiz oldu!

Atatürk heykellerini “puttur, onu kırarsan cennete gidersin” öğüdünde bulunan” imam”larımız, “29 Ekim Bayram değil, zulüm günüdür” diyen belediye başkanımız, Türk olmaktan utanıp Arap olmayı onur kabul eden milliyetsizlerimiz, “Cihad” çağırısı yapan akılsızlarımız, yalan söyleyen, iftiranın iğrencine başvuran soysuzlarımız oldu!

Devlet okullarında “şeriat” naraları atan, başı açık kız çocuklarını görünce “çıldıran” müdürlerimiz, “işi zikir, katığı şükür, düşmanı fikir” olan profesörlerimiz çoğaldı! 


Halk’a; “günah”, “cehennem”, “sırat köprüsü”, “kabir azabı” söylemi ; yana, yandaşa, hısım, akrabaya al götür, doldur bitir daveti..!


Atatürk ; bu tür namussuzlara, arsızlara, hokkabazlara izin vermedi :


“Bir takım şeyhlerin, dedelerin, seyyidlerin, çelebilerin, babaların, emirlerin arkasında sürüklenen ve alınyazılarını ve canlarını, falcıların, büyücülerin, üfürükçülerin, muskacıların ellerine bırakan insanlardan meydana gelmiş bir topluluğa, uygar bir ulus gözüyle bakılabilir mi? 


Ulusumuzun gerçek niteliğini, yanlış bir yolda gösterebilen ve yüzyıllarca göstermiş olan bu gibi adamların ve kurumların, yeni Türkiye devletinde, Türkiye Cumhuriyeti’nde daha da çalışmalarına göz yumulmalı mıydı? 


Buna önem vermemek, ilerleme ve yenileşme adına, en büyük ve düzeltilmez bir yanılgı olmaz mıydı?”


Din ; bilime, tekniğe, fenne kapıyı kapatmamalı; aklın, fikrin, düşüncenin kabul etmediği hurafelerden arındırılmalı ; Kadınlara yönelik çağ dışı düşüncelerden temizlenmelidir.


Atatürk, yıllar öncesinden bunu görmüş ve bizi uyarmıştı : 


“Din vardır ve lazımdır. Temeli çok sağlam bir dinimiz var. Malzemesi iyi. Fakat bina, uzun yüzyıllardır ihmale uğramış. Harçlar döküldükçe yeni harçlar yapıp binayı takviye etmek lüzumu hissedilmemiş. Aksine olarak birçok yabancı unsur binayı fazla hırpalamış. Bugün bu binaya dokunulamaz, tamir de edilemez. Ancak zamanla çatlaklar derinleşecek ve sağlam temeller üzerinde yeni bir bina kurmak lüzumu hâsıl olacaktır.”


Atatürk’ün yıllar öncesinden gördüğü gerçeği, Müslüman âlemi halâ görmüyor!


Sahte imza, sahte belge, sahte ilaç oluyor da, sahte din adamı olmuyor mu?


Sözü başka, özü başka, içi başka, dışı başka o kadar çok “imam”, “hoca”, “hacı” takımı var ki…


Adanalı sanatkârlar hafta sonu tatili kararı alır ; “fesat” din “âlimleri”, “günahtır” damgasını basar! Atatürk, Adanalı esnafı destekler, “sarıklıları” eleştirir ;


“Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz … Görürsünüz ki, milleti mahveden, esir eden, harap eden kötülükler hep din elbisesi altındaki küfür ve lânetlikten gelmiştir. Onlar her türlü hareketi dinle karıştırırlar. Hâlbuki Elhamdülillâh hepimiz Müslümanız, hepimiz dindarız, artık bizim dinin gereğini öğrenmek için, şundan bundan derse ve akıl hocalığına ihtiyacımız yoktur. Analarımızın, babalarımızın kucaklarında verdikleri dersler bile, bize dinimizin temellerini anlatmaya yeterlidirler. Buna rağmen hafta tatili dine aykırıdır gibi, hayırlı ve akla, dine uygun konular hakkında, sizi aldatmaya ve alçaltmaya çalışan kötü huylulara değer vermeyin. Milletimizin içinde gerçek ve ciddi bilginler vardır. Milletimiz bu gibi bilginleriyle iftihar eder. Onlar milletin ve ümmetin güvenine sahiptirler. Bu gibi bilginlere gidin. “Bu efendi bize böyle diyor, siz ne diyorsunuz?” deyiniz. Fakat genellikle buna da gerek yoktur. Özellikle bizim dinimiz için herkesin elinde bir ölçü vardır. Bu ölçü ile hangi şeyin bu dine uygun olup olmadığını kolayca değerlendirebilirsiniz. Hangi şey ki akla, mantığa, halkın yararına uygundur; biliniz ki o bizim dinimize de uygundur. Bir şey akıl ve mantığa, milletin yararına, İslâm’ın yararına uygunsa kimseye sormayın. O şey dinîdir. Eğer bizim dinimiz aklın, mantığın uygun bulduğu bir din olmasaydı eksiksiz olmazdı, son din olmazdı… Büyük dinimiz, çalışmayanın insanlıkla ilgisi olmadığını bildiriyor. Bazı kimseler zamana uygun olmayı kâfir olmak sanıyorlar. Asıl küfür onların bu zannıdır. Bu yanlış yorumu yapanların amacı, İslâmların kâfirlere esir olmasını istemek değil de nedir? Her sarıklıyı hoca sanmayın, hoca olmak sarıkla değil, akılladır.”


Kaynak :

https://m.milasonder.com/yazarlar/celal-durgun/din-siyaset-ve-ataturk/1340

26 Eylül 2024

The first divine order revealed in the Koran is : “READ!”

 My Dear Brothers, Sisters and Friends,

The below article is about the late Turkish professor of divinity Mr. YASAR NURI OZTURK

I am willing to share it with you as I find it useful and enlightening. 

Brotherly regards,

Abdullah Erdemli

Switzerland

*****************

The first divine order revealed in the Koran is : “READ!”

Yaşar Nuri Öztürk : The divine order is reading and not prayer.

Yaşar Nuri Öztürk is a professor of Turkish Islamic philosophy, theologian, journalist, writer, lawyer, television host, politician and founder and dean of the Faculty of Theology at Istanbul University, who has devoted his life to promoting a deep understanding of Islam. 

One of Ozturk's notable contributions is to emphasize the primacy of reading in Islam, highlighting the first divine order in the Koran. 

Its translation of the Koran is also known to be the most published book in the entire history of the Turkish Republic. 

In this article, we will explore the life and ideas of Yasar Nuri Ozturk, highlighting the crucial importance of reading in the religious practice of Muslims.

The life and contributions of Yaşar Nuri Öztürk: born in 1950 in Turkey and studied theology and philosophy at the University of Ankara, where he obtained his doctorate in Koranic exegesis. 

During his career, he wrote many books and articles that influenced contemporary Islamic thought, including encouraging critical reflection and contextual interpretation of religious teachings.

Reading as Divine Commandment

According to Yaşar Nuri Öztürk, the first divine order revealed in the Koran is clear: “READ!”. 

This highlights the crucial importance of reading in the life of a Muslim. 

This initial commandment emphasizes the need to seek knowledge and acquire a thorough understanding of faith.

For Öztürk, reading is a sacred act that allows Muslims to get closer to the word of God, to deepen their understanding of Islam and to develop an intimate relationship with the Creator. 

Reading thus becomes a privileged means of exploring spirituality, broadening intellectual horizons and strengthening spiritual connection.

Öztürk invites reflection by comparing the Western world, where reading is valued, to the Arab world, where prayer occupies a central place. 

He emphasizes that the predominance of science in the Western world contrasts with the perception of the Arab world, where he perceives a significant absence of contribution.

The translation of the Koran by Yaşar Nuri Öztürk:

In addition to his theological and exegetical work, Yasar Nuri Ozturk is also known for his translation of the Koran. 

His translation, which seeks to make the sacred text accessible and understandable for contemporary readers, is considered the most published book in the entire history of the Turkish Republic. 

This translation has allowed a large Turkish public to access the teachings of the Koran in their mother tongue, thus encouraging a better understanding and an informed practice of Islam.

The importance of reading in religious practice: 

Yasar Nuri Ozturk emphasizes that reading is essential in the daily religious practice of Muslims. 

Reading the Koran allows you to access divine revelation and meditate on sacred teachings. 

In addition to reading the Koran, Ozturk encourages Muslims to engage in reading other religious texts, such as hadiths (the words and actions of the Prophet Muhammad) and the work of Islamic scholars. 

This search for knowledge strengthens faith, broadens the intellect and encourages an enlightened understanding of Islam.

Reading as a means of intellectual and spiritual development: 

Yasar Nuri Ozturk emphasizes that reading goes beyond the simple acquisition of knowledge. 

It also allows the intellectual and spiritual development of individuals. Reading various topics, including literature, philosophy, science and history, helps Muslims broaden their perspective and develop a balanced view of the world. 

Ozturk also encourages reading as a way to deepen the understanding of Islamic values such as compassion, justice, peace and mutual respect.

Conclusion:

Yaşar Nuri Öztürk, by highlighting the primacy of reading in Islam, reminds Muslims that the first divine order of the Koran is to read. 

His translation of the Koran, which is the most published book in the history of the Turkish Republic, testifies to the importance of making the divine word accessible to a wide audience. 

For Ozturk, reading is a sacred act that promotes the search for knowledge, intellectual fulfillment and spiritual development. 

His advocacy for reading encourages Muslims to embrace this practice as a way to engage deeply with their faith, deepen their understanding of Islam and enrich their relationship with God. 

Reading thus becomes a source of inspiration and awakening for Muslims around the world.

Source of this article :

https://meteq.fr/yasar-nuri-ozturk-lordre-divin-numero-1-la-lecture-et-non-la-priere/#comment-17

The list of the books written by him :











24 Eylül 2024

İNDİRİLMİŞ DÎN versus uydurulmuş din…

 https://youtu.be/p0s0KP8XfoA?si=e9yZgucucrhDdX8c

Selâm…,

Emevîlerin mel’anetlerini öğrenmedikçe, Kur’ân’daki İNDİRİLMİŞ İSLÂM’ı öğrenemeyiz. 


Ali Akın hoca, memleketimizde, İslâm’ı doğru dürüst bilen ve sayıları da İKİ ELİN PARMAKLARINI GEÇMEYEN GERÇEK İSLÂM ÂLİMLERİNDENDİR. 


Hüsn-i istifâde ümîdiyle dinleyesiniz. 

 

*********************


https://youtu.be/7xSn42IXnz8?si=DF_olraJzVSumd49


İslâm dünyasınınn dîni, Kur’ân’daki İNDİRİLMİŞ İSLÂM değil, Emevîlerin uyduruk dïn’idir. 


Bu farkedilmeden, bu perîşânlıktan kurtulamayız. 


Ali Akın hoca, memleketimizde, İslâm’ı doğru dürüst bilen ve sayıları da İKİ ELİN PARMAKLARINI GEÇMEYEN gerçek İSLÂM ÂLİMLERİNDENDİR. 


Hüsn-i istifâde ümîdiyle dinleyesiniz.  


Abdullah Erdemli

İsviçre

22 Eylül 2024

Kim korkar DEİZM’den…?!?

 Kim korkar DEİZM’DEN…?!?


Bir iki gün evvel, merhûm Yaşar Nûrî Öztürk hocanın yazmış olduğu

DİN MASKELİ ALLAH DÜŞMANLIĞI ŞİRK VE ŞİRKE TEPKİNİN FELSEFELEŞMESİ DEİZM

kitabı ile 

TANRI, AKIL ve AHLÂK’TAN BAŞKA KUTSAL TANIMAYAN İNANÇ DEİZM - TEOFİLOZOFİK BİR TAHLÎL

kitabını kısaca tanıtmıştım. 


Ve, bu iki kitabın Müslümanlarca okunmasının, hem ŞİRK hakkında, hem de DEİZM hakkında, çok aydınlatıcı ve istifâdeli olacağı yönünde paylaşımlar yapmıştım. 


Birtakım genç Müslüman kardeşlerimiz, kafalarının ve gönüllerinin muhtemelen karışacağı endîşesiyle, deizm’e dâir veya içinde “deizm” konusunun da işlendiği yazıları ve kitabları okumaktan uzak durduklarını belirtiyorlar. 


Bu Müslüman gençlerin bu teyakkuzlu yaklaşımlarına, BİR ÖLÇÜDE, hak vermiyor değilim. 


Zîrâ, memleketimizde, İslâm’ı doğru düzgün bildikleri zannedilen ve üstâd, hocaefendi, hacıefendi, aGabey, pir, şeyh, şıh, mürşid, velî, gavs, mehdî, mesîh, vesâire geçinen birçok kişi, KUR’ÂN’DAKİ İNDİRİLMİŞ İSLÂM DÎNİNİ değil, EMEVÎ PATENTLİ UYDURULMUŞ DÎNİ, din diye bilirler ve insanlara öğretirler, belletirler. 


Dolayısıyla, bu kişiler Rabbimizin Kur’ân’da en büyük zulüm olarak târif buyurduğu “ŞİRK” konusunu doğru dürüst bilmezler. 


Ne yazık ki, böyleleri arasında, isimlerinin önünde “prof” ünvânı olan bazı ilâhiyyâtçılar da vardır ve memleketin koskoca (!) Diyanet İşleri Başkanı dahî bunlardan biridir. 


İSLÂM’ı da, DEİZM’i de doğru dürüst bilmeyen bu kişiler, din konusunda olduğu gibi, deizm konusunda da insanları YANILTMAKTADIRLAR


Bu ŞİRK ve DEİZM bağlamlarında, evvelki yazdıklarıma ilâveten şunları da yazmakta fayda görüyorum. 


Dosdoğru bir TEVHÎD İNANCINI öğrenmiş, kavramış, özümsemiş ve içselleştirmiş bir Müslüman için DEİZM, birçok -İZM’den sadece bir -İZM’dir. O KADAR…!


Lâkin, DEİZM, yaygın ve doğru bir kabûl ile, Hristiyan Batıda, Vatikan Katolisizmine ve ruhban despotizmine ve zulmüne bir BAŞKALDIRIDIR. 


Batı’da AKIL’dan, HÜR DÜŞÜNCE’den ve BİLİM’den vazgeçmek istemeyen insanların, Katolik kilisesinin ahlaksız, merhametsiz ve müsâmahasız ruhbân hükümranlığına bir ÎTİRÂZ’dır DEİZM. 


Deizm’i yol açan sebebleri ve arkaplanı iyi anlamakta, biz Müslümanlar için, büyük fayda var. 


Batıda, kafası çalışan insanlar, AKLI ve HÜR DÜŞÜNMEYİ ve bunların mahsûlü olan BİLİMİ boğan Katolik Vatikan’ın zulmünden ve tasallutundan kurtulmak için, din kurumundan, yani, Katolik kilisesinden ve Hristiyanlıktan uzaklaştılar. 


Ateist, teist, DEİST, agnostik, vesâire, vesâire, vesâire oldular.


Çünki Katolik zulmünün ve despotizminin belini başka türlü kıramazlardı


Müslümanlar olarak bizler, Batılı Hristiyan halkların Vatikan Katolisizminin zulüm cenderelerinde, asırlarca ne acılar, ne ızdırablar çektiğini, ne kanlar, ne gözyaşları döktüğünü öğrenmek, bilmek, anlamak mecbûriyyetindeyiz. 


DEİZM, Vatikan’ın zâlim dinciliğine îtirâz ederek din kurumundan uzaklaşan, lâkin, TANRI’ya ve ÂHİRET’e olan inançlarını da korumak isteyen insanların SIĞINDIĞI BİR LİMAN’dır. 


Bu bakımdan, DEİZM ateizme ve başka birçok -izm’e göre, şâyân-ı tercîhtir. 


Memleketimizde son dönemlerde yaygılaşan tek -izm DEİZM değildir. 


Deizm’in memleketimizde yaygınlaştığından dem vuran din bilgini görünümlü KAPKARA CÂHİL kişiler, evvelâ, bilgini geçindikleri İSLÂM’ı adam gibi öğrensinler de, ondan sonra millete mâlûmâtfurûşluk taslasınlar…!


Kur’ân’ın LÂNETLEDİĞİ SOY olan ÜMEYYEOĞULLARI (EMEVİLER), ŞEYTÂNET’LERİYLE (şeytânî dehâlarıyla) HAK OLAN KUR’ÂN’I HAKSIZLIĞI KABÛLE VÂSITA YAPTILAR


Bu suretle, muazzez dînimiz İslâm’ı, Ebû Cehil’in şirk dîninden farksız hâle getirdiler. 


Böylece, LANETLİ Ümeyyeoğullarının (Emevîlerin) öncülüğüyle asırlar içinde oluşan ve asırlardır Müslüman halklara “dîn” diye belletilen bir UYDURUK DİN ortaya çıktı. 


Memleketimizde, işbu EMEVÎ PATENTLİ UYDURUK DÎN BULAMACINI biz Müslümanlara öğreten, belleten, başta Diyanet İşleri Başkanlığı olmak üzere, cemâatlar, tarîkatlar ve bunlara bağlı bir yığın vakıflar, dernekler, Kur’ân Kursları, vesâire var. 


Bizlere sözümona İslâm dînini öğreten bütün bu DİNCİ kurumların ve kuruluşların, haddizâtında, *EMEVÎ PATENTLİ UYDURUK BİR DÎN’İN ÂDÎ PROPAGANDİSTLERİ OLMAKTAN ÖTE HİÇ BİR KIYMET-İ HARBİYYELERİ YOK…


Kur’ân’daki İNDİRİLMİŞ İSLÂM’dan bîhaber bu UYDURUK DİNCİLER’in sefâletini şu söz çok güzel ifâde ediyor :


Kendisi muhtâc-ı himmet bir dede, Nerde kaldı ğayrı’ya himmet ede…!


Şahsen ben, insanların, işbu ALLAH İLE ALDATAN İDRÎS KILIKLI İBLÎSLERE ve SALTANAT DİNCİSİ YOBAZ takımına bakarak, 

  • Pireye kızıp yorgan yakmamalarını,
  • Ateizm’e düşerek dinden tamamen uzaklaşmamalarını,
  • TEVHÎD ÎMÂNINA YÖNELMELERİNİ,
  • TEVHÎD ÎMÂNINI ÖĞRENMEYE ÇALIŞMALARINI ve
  • BÖYLE BİR ÎMÂN İLE MÜŞERREF OLMALARINI

tavsiyye ediyorum. 

  • Şayet buna bir yol, bir imkân, bir vesîle bulamıyorlarsa, o zaman,
  • Son çâre olarak, DEİST olmalarını TAVSİYYE EDİYORUM. 
  • Zîrâ, DEİZM HER HÂL-U KÂR’DA ATEİZM’DEN ve diğer -İZM’lerden YEĞDİR…!


Batı’da insanları DEİZM’e iten Vatikan Katolisizmidir. 


Bizde ise, bu trendin BAŞ AZMETTİRİCİLERİ, BAŞ MÜSEBBİBLERİ, dînimizde olmadığı iddiâ edilen, lâkin, fiiliyyâtta bal gibi var olan, ismi konmamış İSLÂM RUHBÂNI, yani, Müslüman kisveli DİNCİLİK’tir. 


Yaşar Nûrî Öztürk hocanın, yukarıda yazdığım her iki kitabını da okumanızı tavsiyye ederim. 


Şahsen, ben merhum’un eserlerini okudukça TEVHÎD İNANCI’ma olan bağlılığımın ve güvenimin pekiştiğini hissediyorum. 


TEVHÎD ÎMÂNI’na ulaşmış bir Müslüman için deizm’i öğrenmenin,  hiç bir tehlikesi ve riski yoktur ve endişeye de mahal yoktur, bi-iznillâh…!


Abdullah Erdemli

İsviçre