26 Aralık 2024

66- İSLAM (Müslümanlar tarafından) NASIL YOZLAŞTIRILDI?

HOW HAS ISLAM BEEN CORRUPTED (by Muslims)?

كيف تم إفساد الإسلام (من قبل المسلمين)؟

*************************

Bu bölüm, Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk’ün “İSLAM NASIL YOZLAŞTIRILDI?” isimli değerli kitabının SON bölümüdür. 

Böylece, bu değerli kitabın tamamını, bloğumda paylaşmış oldum. 

Umarım okuyanlara faydalı ve aydınlatıcı olmuştur. 

Abdullah Erdemli


This chapter is the LAST chapter of Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk's valuable book "HOW HAS ISLAM BEEN CORRUPTED?" 

Thus, I have posted the entirety of this valuable book on my blog. 

I hope it was useful and enlightening for those who read it. 

Abdullah Erdemli


هذا الفصل هو الفصل الأخير من كتاب الأستاذ الدكتور يشار نوري أوزتورك القيم "كيف تم إفساد الإسلام؟" 

بذلك، قمت بنشر هذا الكتاب القيم كاملاً على مدونتي. 

أتمنى أن يكون مفيدًا ومستنيرًا لمن قرأه. 

عبد ​​الله إردملي


*****************

(Sh. 649-656)

YARATILIŞ

CREATING / CREATION

خلقة / مخلوقات


Kur'an, insanla Allah'ın diyalogunu ve insanın Yaratıcı'nın istediği tarzda yaşamasının yollarını gösterir. O, insanın ruhsal ve ahlaksal yapılanmasını ve bu yapılanmaya uygun toplumsal davranış biçimlerini gösteren bir kılavuzdur; bir laboratuar kitabı, bir bilimler ansiklopedisi değildir.


The Quran shows the dialogue between humanity and God and the ways for humans to live in the way the Creator wants. The Quran is a guide showing the spiritual and moral structure of humans and the forms of societal behavior appropriate to this structure; it is not a laboratory manual or an encyclopedia of sciences.

إن القرآن الكريم يبين الحوار بين الإنسان والله، وسبل العيش كما يريد الخالق، والقرآن الكريم دليل يبين البنية الروحية والأخلاقية للإنسان، وأشكال السلوك المجتمعي المناسبة لهذه البنية، وليس دليلاً مختبرياً أو موسوعة علمية.


Ancak şu noktayı da görmezlikten gelemeyiz:


However, we cannot ignore the following point:

ولكن لا يمكننا أن نتجاهل النقطة التالية:


Hayat, yaratış, yaratılış, bilim ve düşünce de esas kaynakları bakımından Allah'ın elindedir. Allah her şeyin yaratıcısı, hakimidir. O'nun konuşması, yön ve yol göstermesi hayatın tüm alanlarında ışık ve bilgi verir.

Hayatın birliği esas olduğundan, hayatın sahibi konuştuğunda

hayatın tüm alanlarına ilişkin aydınlıklarla karşılaşırız. Din gerçeğinin anlatılması, bir anlamda tüm hayatın, geçmişin ve geleceğin anlatılmasıdır. Bu anlatımın temel amacı ve konuları; insanın ahlaksal

yapısı, dünya öncesi ve sonrası durumu olmakla birlikte varlık ve oluşa ilişkin bilgileri de dolaylı olarak içerir.


Life, creating, creation, science and reason are all in the hands of Allah in context of their eternal source. Allah is the creator and ruler of everything. His address, direction and guidance to humanity provide light and information in all areas of life. Since the essentiality is the unity of life, when the owner (creator) of life addresses, we receive enlightenment in all areas of life. The discourse of the truth of religion is, in a sense, the narration of all life, past, present and future. The real purpose and gist of this discourse are the morality of humans, in context of their pre-worldly and post-worldly situation, and it also contains indirect information about existence and creation.

إن الحياة والخلقة والمخلوقات والعلم والعقل كلها بيد الله في سياق مصدرها الأزلي. إن الله هو الخالق والمدبر لكل شيء. وخطابه وتوجيهه وإرشاده للبشرية يمدها بالنور والمعلومات في كل مجالات الحياة. ولأن الجوهر هو وحدة الحياة، فإن مخاطبة صاحب الحياة (الخالق) تنير لنا كل مجالات الحياة. إن خطاب حقيقة الدين هو بمعنى ما رواية كل الحياة ماضيها وحاضرها ومستقبلها. والغرض الحقيقي من هذا الخطاب ومضمونه هو أخلاق البشر في سياق وضعهم قبل الدنيا وبعدها، كما أنه يحتوي على معلومات غير مباشرة عن الوجود والخلق.


Başka bir deyişle, Kur'an kendi işini yaparken ve bu işiyle ilgili üretimlerde bulunurken, ortaya birçok yan ürün de çıkarır. Tanrısal kelamın bir tür yan bereketleri olan bu ürünler bilimlere malzeme verir, ufuk açar.

Açılan bu ufuklardan çeşitli bilim alanlarında yararlanmak elbette mümkündür. Bu ürünlerle ilgili söz söylemek, Kur'an'ı bir bilimler kitabı gibi algılamayı haklı göstermez ama o ürünleri görmezlikten gelmek de bilimsellik olmaz.


In other words, the Quran gives seminal inspirations while fulfilling its own mission. These seminal inspirations, provide hints for sciences and open up humanity’s horizons. It is certainly possible to benefit from these opened horizons in various scientific fields. Speaking about these inspirations does not justify perceiving the Quran as a handbook of sciences, but ignoring them would not beseem scientistic efforts either.

وبعبارة أخرى، فإن القرآن الكريم يقدم لنا إلهامات جوهرية أثناء قيامه برسالته. وهذه الإلهامات الجوهرية تقدم لنا إشارات إلى العلوم وتفتح لنا آفاقاً جديدة. ومن المؤكد أنه من الممكن الاستفادة من هذه الآفاق المفتوحة في مجالات علمية مختلفة. والحديث عن هذه الإلهامات لا يبرر لنا أن ننظر إلى القرآن الكريم باعتباره دليلاً للعلوم، ولكن تجاهلها لا يشكل جهداً علمياً أيضاً.


Kur'an'ın bilimlere malzeme ve ufuk veren "dolaylı yaklaşımlarının veya "vahyin yan ürünleri"nin büyük kısmı yaratış ve yaratılışla ilgilidir.


Much of Quran's "seminal inspirations" are essentially related to creation and universe.

إن الكثير من "الإلهامات الجوهرية" في القرآن الكريم تتعلق أساسًا بالخلق والكون.


BİD'ATLAR, HURAFELER

(Heresies and superstitions regarding creating and creation)

(بدع وخرافات حول الخلقة والمخلوقات)


* Sünnetullahı yok saymak:

* Ignoring the immutable, unchangeable laws of existence and history (SUNNATULLAH) :

* تجاهل قوانين الوجود والتاريخ الثابتة التي لا تتغير (سنة الله):


Sünnetullah deyimi Kur'an'ın defalarca yer verdiği bir deyimdir. Varlığın ve tarihin değişmez, değiştirilmez yasalarını ifade etmek için kullanılmaktadır,

(bk. İsra, 77; Ahzâb, 38, 62; Fâtır, 43-44; Ğâfır, 85; Fetih, 23) Kur'an'daki kader kavramı da bu anlamda kullanılmıştır, (bk. Bu eser, Kader mad.) Varlığın seyri ve oluşun işleyişinde egemen kılınan ölçüler anlamındadır.


The term sunnatullah is a term that the Quran uses frequently. It is used to express the unchangeable and immutable laws of existence and history, (see İsra, 77; Ahzab, 38, 62; Fatir, 43-44; Ghafir, 85; Fetih, 23). 

The concept of destiny (fate) in the Quran is also used in this very same sense, (see this work, Fate article). 

It means the laws that are made dominant and determinant in the creation of existence.

إن مصطلح سنة الله مصطلح يتكرر في القرآن الكريم كثيراً، وهو يستخدم للتعبير عن القوانين الثابتة التي لا تتغير ولا تتبدل للوجود والتاريخ، (انظر الإسراء 77؛ الأحزاب 38، 62؛ فاطر 43-44؛ غافر 85؛ الفتح 23).

ويستخدم مفهوم القدر في القرآن الكريم أيضاً بهذا المعنى ذاته، (انظر هذا العمل، مقال القدر).

ويعني القوانين التي أصبحت مهيمنة ومحددة في خلق الوجود.


İnsan fiilleriyle, hele hele bu fiillerin önceden belirlenmesiyle hiçbir ilgisi yoktur. Her şey sünnetullaha uygun olarak ve kader denen ölçüler çerçevesinde seyreder. Raslantı, başıboşluk ve tutarsızlık yoktur. Bizim, sünnetullahın dışında

gibi gördüğümüz olaylar da esasında, adını koyamadığımız

ölçüler içinde sünnetullahın bir başka tecellisidir.


The concept of Sunnatullah (destiny/fate) in the Quran has nothing to do with human actions, and especially with the predetermination of these actions. Everything gets realized in accordance with Sunnatullah and within the framework of the divine laws named as destiny/fate. There is no coincidence, lack of control, or inconsistency in creation. The events that we see as irrelevant to Sunnatullah are, in fact, nothing but the very manifestations of Sunnatullah but we cannot comprehend them in their Godly manifestations. 

إن مفهوم القدر في القرآن الكريم لا علاقة له بأفعال البشر، وخاصة بالقدرية التي قد تترتب على هذه الأفعال. فكل شيء يتم وفق سنة الله وفي إطار القوانين الإلهية المسماة القدر. ولا يوجد في الخلق مصادفة أو عدم تحكم أو تناقض. والأحداث التي نراها غير ذات صلة بسنة الله ليست في الحقيقة سوى مظاهر سنة الله، ولكننا لا نستطيع أن ندركها في مظاهرها الإلهية.


* Mucizeleri sünnetullahın dışlanması gibi göstermek:

* Presenting miracles as an exclusion of the destiny/fate (Sunnatullah) :

* تقديم المعجزات على أنها نفي للقدر (سنة الله):


Mucizeler, insanı acze düşüren, açıklamakta zorda bırakan olaylardır. Bu zorda bırakış, o mucize tavır ve davranışın ortaya çıkmasına sebep olan kişinin (ki bu kişiler daima peygamberlerdir) büyüklüğüne, Allah tarafından

desteklendiğine kanıt sayılır.

Kur'an'dan baktığımızda, mucize, tabiat üstü bir nitelik olmaktan çıkarılmış, tabiatın ve

oluşun bizzat kendisi olarak gösterilmiştir.

Varlık ve oluşun bizzat kendisi mucizedir ve en büyük mucizedir. Bunun dışında ve üstünde mucize aramak ilkellik ve yetersizliktir. Bu böyle olduğu içindir ki Kur'an, insanın bakışını sadece vahyin ayetlerine değil, insanın iç dünyasına ve evrenin sırlarına da çevirmiştir.

Çünkü hayat, tüm iniş-çıkışları, tüm oluş-eriş ve ölüşleriyle iç içe mucizeler sergiler.

Ne ilginçtir ki Kur'an, hem mucize anlamında hem de varlık, insan, evren kitaplarının belirli parçaları anlamında ayet sözcüğünü kullanmaktadır.

O halde, geleneksel anlayışın mucize tanım ve tanıtımını

Kur'an'ın denetiminde yeniden gözden geçirmek gerekiyor. Çünkü geleneksel anlayış mucizeyi tabiat üstü-tabiat dışı olarak algılamıştır. Bu algılayış Kur'ansal değildir. Mucize hayatın ve tabiatın ta kendisidir. O halde mucizeleri fark etmek, ilmin kanunlarını keşfetmekle eş anlamlıdır. Kur'an'ın yolu ve isteği budur.


* Dinin açıklamalarını bilimin reddi gibi göstermek:

* Presenting religion’s explanations as a rejection of science:

* تقديم تفسيرات الدينية على أنها رفض للعلم:


Din bağnazlığının bir yanlışı olan bu bakış açısına göre, madem Allah vardır ve her şeye hakim ezelî-ebedî kudrettir; o halde her şey O'nun iradesiyle ve eliyle vücut bulmaktadır. Bilimsel açıklama vs. laflarıyla, Allah'ın iradesini ve elini varlığın ve hayatın üstünden

çekmeye kalkmak dinsizlik ve Allahsızlıktır. Vahyin beyanları yağmuru Allah yağdırır diyor, birileri çıkıp yağmur şöyle şöyle bir buharlaşma ve tekrar suya dönüşme olayıdır diye ahkâm kesiyor. Bu, Allah'ı devreden

çıkarma sapıklığıdır...

Bu bağnaz, aceleci, inatçı ve biraz da kinci iddia, tarih boyunca insanlığın başına dert olmuş, bilime darbe vurmuş, kitleleri bilimden uzaklaştırmış, bilimle dinin arasını açarak insanlığa birkaç başlı bir belayı musallat etmiştir. O belaların belki de en büyüğü, bilimi temsil

edenlerin, Allah'ı devre dışı tutma eğilimine ve daha sonra da inadına girmeleri olmuştur ki bu, dinden kaynaklanıp bilime saldıran hurafeye karşı çıkarken bilimden kaynaklanıp dine saldıran bir hurafeyi beslemiştir. O hurafe de şudur:


* Bilimin açıklamalarını dinin ve Allah'ın reddine kanıt gibi göstermek:

* Presenting scientific explanations as evidence for the rejection of religion and Allah:

* تقديم التفسيرات العلمية دليلاً على رفض الدين والله:


Bu, ilim adına konuşanların yanılgılarından biridir.

Birçok bilim mensubu, bilimin yakaladığı kanunları, fark ettiği varlık ve oluş inceliklerini dinin tutarsızlığına kanıt gibi kullanmış ve sonuçta da dinin ve vahyin reddine vesîle yapmıştır. Bu anlayışa göre, örneğin, yağmur yeryüzündeki suların buharlaşıp yukarı çıkması ve oradaki atmosfer şartlarında soğuması sonucu su haline dönüşüp tekrar yeryüzüne inmesidir. Bunun Allah ile, ruhsal mekanizma ile, metafizikle ilgisi yoktur.

Bilim adına sergilenen bu inatçı hurafe de insanlığa büyük kayıplar verdirmiştir.

Kur'an'ın yolu bu iki hurafe inadını aşan akılcı ve barışçı bir yoldur. Bu yol bilimle dini, insanla Allah'ı ve tabiatı barıştırmak gibi birkaç güzelliği aynı anda barındıran bir yoldur. Bu yola göre, örneğin yağmur bir buharlaşma ve sonra soğuyup tekrar yeryüzüne inme

olayıdır ama bunun bu kanun ve düzen içinde işleyişini sağlayan Cenabı Hak'tır. Buraya kadarı, bilim adına bağnazlık yapanlara cevaptır. 

Din adına bağnazlık yapanlara cevap da şudur: 

Evet, yağmur, Cenabı Hakk'ın

emir ve iradesiyle yağmaktadır ama Allah bu yağışı sünnetullah dediği yasalarla kader dediği ölçülere göre yürütmektedir. Bilim adına iş görenler işte bu sünnetullahın işleyişini keşfeden, bağlı olduğu kanunları ortaya koyan insanlardır. Onların uğraşları, dine karşı ve çirkin bir uğraş değildir; aksine, dinin daha iyi anlaşılmasını sağlayan kutsal bir uğraştır.


* Evreni işi bitmiş bir kütle gibi görmek:

* Presuming the universe as something/somewhere standstill and no more in action :

* افتراض أن الكون عبارة عن شيء/مكان متوقف ولم يعد في حالة حركة:


Kur'an, evreni işi bitmiş bir kütle gibi görmez. Yaratılış ve yaratış devam etmekte ve evren genişlemektedir.

Evren, sonsuz değildir ama sınırlı da değildir.

Kur'an, o tanrısal üslûp güzelliği içinde bu gerçeği verirken doğrudan olarak Allah'ın kudretini tanıtır, dolaylı olaraksa yaratış ve yaratılışın devam ettiğini gösterir.

Her şeyden önce Allah'ın adlarından biri Vâsi'dir ve bu isim-sıfat 9 yerde geçmektedir, 

(bk. Bakara, 115, 247, 261, 268; Âli İmran, 73; Nisa, 130 Mâide, 54; Nûr, 32; Necm, 32) 


Vâsi', kelime anlamıyla genişleyen demektir.

Allah'ı cisim niteliklerine sahip göstermemek kaygısıyla

bu sözcük "genişleten" anlamında tercüme edilmiştir. Buna saygı duymamak mümkün değildir.

Ama şunu da unutamayız: 

Kur'an, Allah'ı "genişleyen" olarak nitelemekle, O'nun sürecin içinde bizzat yer aldığını ince bir anlatımla göstermek istemiştir.

Esas kelam harikası budur. Buradaki sırrı yakalamaya çalışmak yerine kelimenin anlamını geleneksel kabullere uydurmak isabetli değildir.

İkinci olarak, Allah aynı zamanda Mûsi'dir. (bk. Zâriyât, 47) 

Mûsi' kelimesi biraz önce değindiğimiz Vâsi' kelimesiyle aynı kökten olup "genişleten" anlamındadır.

Bu kullanım da gösterir ki, Kur'an Allah'ın genişleten niteliğinin dışında bir niteliğine daha dikkat çekmek için o Vâsi' sözcüğünü kullanmıştır. Yoksa sadece Mûsi’ kelimesini kullanmakla yetinirdi.

Üçüncü olarak, Allah'ın yaratış ve yaratılışta (halk) dilediğini artırmakta olduğu söylenmektedir, (bk. Fâtır, 1) 

Bu demektir ki, varlıkta genişleme devam etmektedir.

Dördüncü olarak, Allah'ın bizim bilmediğimizi şeyleri de yaratmakta olduğu ifade edilmektedir, 

(bk. Nahl, 8. Ayrıca bk. İsra, 99; Yâsîn, 81) 

Bu ayette yaratmayı ifade için kullanılan kip, Arap gramerinde muzâri' denen kiptir ki devamlılık ifade eder. O halde Allah'ın bizim bilmediğimiz şeyleri yaratma eylemi, sürüp gidecek bir eylemdir; varlık alanına sürekli yeni yaratılmışlar çıkarılacağının kanıtıdır. Bunlar mikro âlemde olabileceği gibi makro âlemde de olacaktır. Nitekim bir yandan yeni mikrop türleri keşfedilirken, öte yandan galaksiler keşfedilmektedir.


* Başka canlıların olmadığını iddia etmek:

* Claiming that there are no other living things in the universe :

* الادعاء بأنه لا يوجد أي كائنات حية أخرى في الكون:


Bizim görmediğimiz, bilmediğimiz başka canlılar hem yaratılacaktır hem de şu anda vardır. Kur'an uzayda, öteki âlemlerde şuurlu başka varlıkların bulunduğunu defalarca ifadeye koymaktadır. Bu ifadeye koyuşta, şuurlu varlıklar için kullanılan "men" sözcüğü seçilmiştir. (Örnek olarak bk. Yûnus, 66; Hac, 18; Müminûn, 71) 

Göklerde ve yerdeki şuurlu olmayan varlıkları ifadede "mâ" sözcüğü kullanılır. "Men" sözcüğü, “mâ"nın aksine, şuurlu-düşünebilen varlıkları anlatmak içindir. 

Demek oluyor ki yeryüzü kadar, uzay da düşünebilen varlıklarla doludur. Bizim bunları göremeyişimiz, onlarla temas kuramayışımız ayrı bir meseledir.

Ayrıca, Şûra 29. ayette hareket eden - canlı anlamındaki “dâbbe" sözcüğü kullanılmıştır. Bu ayete göre, yerler kadar gökler de dâbbelerle doludur.

Bu şuurlular içinde insandan üstün olanlar da vardır, (bk. İsra, 70)


* Dünyanın dönmediğini iddia etmek:

* Claiming that the world does not rotate around itself :

* الادعاء بأن العالم لا يدور حول نفسه:


Böyle bir ara başlık atmamız yadırganabilir ama ne yazık ki durum bu başlığın atılmasını gerektirmektedir.

Müslüman ülkelerin en büyüklerinden birinin en büyük

üniversitelerinden birinde hem de rektör sıfatı taşıyan bir din bilgini, dünyanın dönmediğine, böyle bir şeyin olabileceğine inananların kâfir olduğuna, katledilmeleri gerektiğine, bu konuda ümmetin icma'ı bulunduğuna ilişkin bir kitap yayınlamıştır. 1970'li yıllarda ve üniversite yayını olarak...

Demek oluyor ki, bizlerin, “Dünyanın dönmediğine, yerli yerinde durduğuna inanmak bilim dışıdır, hurafedir" diye başlık atmak ve açıklama yapmak mecburiyetimiz hâlâ devam etmektedir. Biraz daha önceleri, dünyanın bir öküzün boynuzları üstünde durduğuna inananlar vardı. Şükürler olsun o devir bitti.

O devirlerde bir gün, İslam düşüncesinin büyük isimlerinden biri olan Ömer Hayyam’a (ölm. 527/1132) sordular:

"Dünyanın öküzün boynuzları üstünde durduğu söyleniyor, siz ne dersiniz?" 

Büyük Hayyam, büyüklüğüne yakışır bir cevap verdi: "Dünyanın öküzün boynuzları üstünde durduğu doğru değildir

ama buna inanan öküzlerin bulunduğu doğrudur." 

(Dünyanın dönmediğini öne süren ve bunu “İslam ulemasının icmaı" olarak gösteren yaklaşım için bk. Bu eser, Icma' mad.)


YAŞAR NURİ ÖZTÜRK

ياشار نوري أوزترك

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder