20 Aralık 2024

61- İSLAM NASIL YOZLAŞTIRILDI?

HOW HAS ISLAM BEEN CORRUPTED?


(Sh. 625-629)


ÜMMÎ : 

EHL-İ KİTAB OLARAK BİLİNEN YAHÛDÎLERİN & HRİSTİYANLARIN ELLERİNDEKİ KİTAPLARLA EĞİTİLMEMİŞ KİŞİ veya KİŞİLER 


UMMI : 

THE PERSON or PERSONS WHO HAVE NOT BEEN EDUCATED WITH THE BOOKS IN THE HANDS OF JEWS & CHRISTIANS WHOM ARE KNOWN AS THE PEOPLE OF THE BOOK 


 ألأمي : 

الشخص أو الأشخاص الذين لم يتعلموا الكتب الموجودة في أيدي اليهود والمسيحيين والمعروفين باسم أهل الكتاب

*********

الشخص أو الأشخاص الذين لم يتعلموا الكتب الموجودة في أيدي اليهود والمسيحيين والمعروفين باسم أهل الكتاب 

Ümmî kelimesi, anne anlamındaki "ümm- ألأم" kelimesiyle aynı köktendir. 

Ümmî, anasından öğrendiklerinden öte, başka bir deyişle, yaratılıştan gelen bilgilerden öte bilgisi olmayan, mekteple, kitapla eğitim görmemiş kişi veya toplum demektir, 

(bk. ibn Manzûr; Lisânül-Arab, ümm maddesi)

Kur'an bu kelimeyi, Ehlikitap diye anılan Yahudi ve Hristiyanların ellerindeki kitaplarla eğitilmemiş kişi ve topluluklar için kullanır.

**********

The word “UMMI” is used in the Quran for people and communities who have not been educated with the books in the hands of Jews and Christians, known as the People of the Book.

**********

كلمة "أمي" مستخدمة في القرآن، ويستعمل للأشخاص والطوائف الذين لم يتعلموا بالكتب التي عند اليهود والنصارى، الذين يسمون بأهل الكتاب.


Bu anlamda Hz. Muhammed bir ümmî olduğu gibi, onun ilk muhatapları olan Araplar da ümmîdir.

Kur'an bu kelimeyi hiçbir yerde, bir ihtimal olarak bile, okuma-yazma bilmeyen kişi veya topluluk anlamında k u l l a n m a m ı ş t ı r . Kur'an, Arap toplumuna ümmî demektedir, (bk. Bakara, 78; Ali

İmran, 20, 75; Cumua, 2) 

Ve biz biliyoruz ki Arap toplumunda

çok sayıda okuma-yazma bilen insan vardır. Hz. Peygamber'in çevresinde, hatta eşleri içinde okuma-yazma bilenler vardır. Sayıları 40 civarında seyreden vahiy kâtipleri vardır. 

Kur'an bunların tümünü ümmî diye nitelendirmektedir. 

O halde, Kur'an'ın kullandığı ümmî sözcük-kavramının okuma-yazma bilmemekle ilgisi yoktur.

Kur'an, ümmîliğin tanımını, dolaylı da olsa vermektedir:

Ümmî, Ehlikitap'ın elindeki Kitap'ı (Tevrat ve İncili) okumamış, onunla eğitilmemiş kitle veya kişi demektir: 

***********

“Ummi” means a group or person who has not read the Book (Torah and Bible) in the hands of the People of the Book and has not been educated with it.

***********

الأمي تعني الجمهور أو الشخص الذي لم يقرأ الكتاب (التوراة والإنجيل) الذي عند أهل الكتاب ولم يتثقف به.


“İçlerinden ümmîler de vardır ki Kitap'ı okumamışlardır..." (Bakara , 78) 

Kur'an dilinin büyük ustası Râgıb eI isfehânî (ölm. 502/1108) ümmî kelimesinin filolojik tanımını bu

Kur'ansal bakış açısına uygun biçimde vererek şöyle demiştir: 

“Ümmî, herhangi bir kitaptan okuyup yazmayan kişi" demektir, 

(bk. Râgıb, Müftedât, ümm maddesi) Râgıb'ın bu ifadesinin anlamı, 

Ümmî ; okuma-yazma bilmeyen demek değildir. Söylediğini, iddialarını herhangi bir kitaptaki bilgiler üzerine oturtmayan kişi demektir. Bu olgu, özellikle bir peygamber söz konusu olduğunda son derece önemlidir. 

*********

“Ummi” does not mean illiterate (not knowing how to read and how to write). It means a person who does not base his statements or claims on information in any book. This fact is extremely important, especially when it comes to a prophet.

*********

“أمي" لا تعني الشخص الذي لا يقرأ ولا يكتب. ويقصد به الشخص الذي لا يبني أقواله وادعاءاته على المعلومات الموجودة في أي كتاب. هذه الحقيقة مهمة للغاية، خاصة عندما يتعلق الأمر بالنبي.


(Bu konuda bk. KTK, Ümmî maddesi)

"Ümmiyyûn-ألأميون" (ümmîler) kelimesi, Ehlülkitap (kendilerine kitap verilenler) kelimesinin karşıtı olarak kullanılıyor: 

“Kendilerine kitap verilenlere de, ümmîlere de soruldu: Müslüman olup Allah'a teslim oldunuz mu?..." (Ali İmran, 20)

Kur'an, Hz. Peygamberi de ümmî diye niteliyor, (bk. A'raf, 157-158) 

Yani Hz. Resul de, tıpkı hitap ettiği toplum gibi, Ehlikitap'ın elindeki bilgilerle donanmışlık niteliği taşımıyor.

Burada dışlanmak istenen nedir? Ankebût Suresi 48. ayet bu sorunun cevabını getirmiştir. 

Hz. Peygamber'e hitaben şöyle deniyor: "Sen, bundan önce herhangi bir kitap okumuyordun; onu sağ elinle de yazmıyorsun. Eğer öyle olsaydı tutarsızlığa saplananlar mutlaka kuşku duyacaklardı."

Görüldüğü gibi, dışlanmak istenen; Hz. Peygamberi, ondan-bundan aldığı bilgilerle peygamberlik taslamaya kalkan biri, Kur'an'ı da bir insanın zihninden çıkan bir kitap olarak niteleyen inkarcı mantığın iddialarıdır. Bunun, okuma-yazmakla bir ilgisi yoktur.

Kısacası, ümmî sıfatının ne Peygamberimiz için, ne de Arap toplumu için, okuma-yazma bilmemek şeklinde bir anlamı asla yoktur. 

Peygamberimizin okuma yazma bildiği, bugün artık tarihsel belgeleriyle kanıtlanmıştır.

Hz. Peygamber'in okuma-yazma bilmediği yolundaki kabul ve iddia onun tüm bilgilerini Allah'tan aldığı gerçeğini kuvvetlendirmek için sürekli savunulmuştur.

Onun okuma-yazma bilmesi, bilgilerini Allah'tan almasına engel gibi düşünülmüştür. Oysaki bu iddia, Hz. Peygamber'i (hâşâ) küçük düşürücü bir iddiadır. 

Aldığı vahyin ilk emri "Oku!-إقرأ" olan, en büyük düşmanlarını, (Bedir harbi gibi bir kader savaşında), sahabîlerine okuma-yazma öğretme karşılığında serbest bırakmayı kabul eden, okuma-yazmaya, kaleme-kağıda yeminle dolu bir kitabı insanlığa tebliğ eden bir Allah Elçisi'nin 23 yıllık peygamberlik dönemi boyunca okuma-yazma öğrenememiş veya öğrenmemiş olduğunu iddia etmek hem inandırıcı değildir hem de Peygamber'e saygı değildir...

Hz. Peygamber'in, gelen vahiyleri kâtiplerine yazdırdıktan sonra, yazılanları kontrol edip imlâ düzeltmeleri yaptığını kaynaklar bize haber veriyor. Okuma-yazma bilmeyen bir insan bunu nasıl yapıyordu?

İş bununla da bitmiyor: 

Buharî (ölm. 256/870) ve Müslim (ölm. 261/875) de dahil, tüm hadis ve siyer kaynaklarında şu olay kayıtlıdır: 

Hudeybiye antlaşması sırasında, Peygamberimizin, antlaşma metni altına “Allah'ın Resulü Muhammed' şeklinde attığı imzaya, Mekke müşrik heyeti şöyle itiraz etmişti: "Bu unvanla imza atma! Biz senin Allah'ın resulü olduğunu kabul etsek seninle savaşmazdık; imzanı, Abdullah'ın oğlu Muhammed şeklinde at!"

Bunun üzerine Hz. Peygamber, antlaşmayı yazıya geçiren Hz. Ali'ye: "O unvanı sil!" emrini vermişti. Hz. Ali, büyük edebinin bir uzantısı olarak: "Ben senin o unvanını asla silmem." deyince Hz. Resul, unvanı antlaşma metninden kendi eliyle silmiş ve müşriklerin

istediklerini yazmıştı. 

Kaynakların burada Hz. Peygamber için kullandıkları ifade (Buharî'de dört yerde geçiyor) şudur: 

“Güzel yazmasını bilmiyordu ama yazdı" 

(Buharî, meğâzî-Umretü'l-kaza babı, ayrıca, sürüt 15; Müslim, sulhu'l-Hudeybiye)

İşte bu olay da gösteriyor ki Cenabı Peygamber okuma-yazma biliyordu. Gelenekçi çoğunluk, kaynakların bu ifadesindeki "yazdı" sözünün "yazmadı"ya dönüşmesi için akıl almaz tevillere gitmiştir. Çünkü bu anlayış, okuma-yazma bilmenin Hz. Peygamber'in değerini düşüreceği yolunda bir fikre saplanmış bulunuyor.

Bu saplantıyı haklı çıkarmak için tüm ayetleri ve olayları zorlamıştır. Hatta, Hz. Peygamber'in ölümünden önce okuma-yazmayı öğrendiğini söyleyenleri kâfir ilan edenler bile olmuştur.

Hz. Peygamber'in, kendisine peygamberlik geldikten sonraki bir zamanda okuma-yazma öğrendiğini, Hudeybiye Antlaşması sırasındaki düzeltmeyi bizzat kendi eliyle yaptığını açık bir biçimde ve bir bağımsız risale ile ortaya koyan ve savunmasını yapan, Endülüslü bilgin Mâliki fakıh ve muhaddisi Ebul-Velîd Süleyman b. Halef el-Bâcî (ölm. 474/1081) olmuştur.

Onun bu konuyu ele alan eseri, "Risale fî Hilâfi'l-Vâki' fî Kitâbeti'n-Nebî Yevme’l hudeybiye / ألرسالة في خلاف الواقع في كتابة النبي يوم الحديبية"

(Peygamber'in Hudeybiye günü yazı yazdığına ilişkin tartışma) adını taşıyor. 

Bu kitapçığın Endülüs, Sicilya, Kuzey Afrika başta olmak üzere İslam beldelerinde vücut verdiği tartışmalar, kendisinin birkaç katıdır. 

Çoğunluk, Bâcî'nin düşüncesine karşı çıkmıştır. 

Ama onunla aynı görüşü paylaşanlar da vardır ve bunlar önemli isimlerdir. 

Bu isimlerin yirmiye yakını ve görüşleri, Bâcî'nin risalesinin İstanbul Süleymaniye Kütüphanesindeki yazma nüshasına eklenen bir bölümde verilmiştir.

(Bâcî'nin risalesi için bk. Süleymaniye Kütüphanesi, Yazma Bağışlar, numara: 1885/3, varak. 105-115. Risaleye ek için bk. Aynı yazma, varak: 116-125).

Bâcî, risalesinde, Hz. Peygamber'in okuma-yazma bilmesini, öğrenme yoluyla değil, mucize yoluyla vücut bulmuş bir olay olarak göstermektedir. Bunun içindir ki eserinin ilk bölümünde mucize hakkında bilgiler verdikten sonra "okuma-yazma" mucizesini ele

alır. Onun bu tavrını anlayışla karşılamamak haksızlık olur... 

Olayı mucize ile açıkladığı halde Peygamber'e saygısızlıkla itham edilmiştir.

Ancak işin önemli bir yanı daha vardır: Bâcî'den çok önce yaşamış bazı ünlü muhaddis-fakıhlar Hz. Peygamber'in okuma-yazmayı bildiğini kabul etmekte ve bunu mucize ile açıklama yönüne gitmemektedirler. 

Bizzat Bâcî tarafından listelenen (bk. Anılan Risale, 4. bab) ve içlerinde sahabî ve tabiî kişilerin de bulunduğu bu bilginler şunlardır: 

Misver b. Mahreme (ölm. 64/683),

Urve b. Zübeyr (ölm. 93/712), 

Şa'bî (ölm. 103/721), 

Avn b. Abdullah (ölm. 115/728), 

İbn Şihâb ez-Zührî

(ölm. 124/742), 

Ebu İshak eş Şeybânî (ölm. 141/ 758), Ma'mer b. Raşid (ölm. 154/771), 

Şu'be b. el-Haccâc (ölm. 160/776)

İbn Hemmâm (ölm. 211/826), Ebu Ubeyd Kasım b. Sellâm (ölm. 223/837), İbn Ebî Şeybe (ölm.

235/849), 

Muhammed b. Beşşâr (ölm. 252/866), Vekî' b. Muhammed (ölm. 306/918), Ebu Bekr el-Mukrî (ölm. 360/971), 

Ebu Bekr el-Bakıllânî (ölm. 403/1013).

Bâcî'nin risalesinin yazma nüshası Prof. Dr. Ramazan Şeşen tarafından çalışma konusu yapılmış ve bir bildiri halinde Türk Tarih Kurumu'na sunulmuştur,

(bk. Bibliyografya) Şeşen'in konuyla ilgili olarak vardığı kanaat Bâcî'ninki ile aynıdır. Şöyle diyor: 

“Hz. Peygamber okuma-yazma öğrenmiştir. Peygamber'in okuma-yazma bilmesinin Kur'an'ın mucizeliğine ters düşeceği iddiası ise gülünçtür..."

Bâcî'nin risalesi, Ebu Abdurrahman b. Ukayl ez-Zahirî tarafından, konunun tarihsel gelişimine de ışık tutan geniş bir etüd ilavesiyle, "Tahkîk-ul - Mezheb - ألتحقيق المذهب" adıyla basılmıştır.

Bâcî'ye modern zamanlarda en önemli katılımlardan biri de Asrısaadet araştırmalarının günümüzde en büyük otoritesi kabul edilen Muhammed Hamîdullah'tan gelmiştir. Hamîdullah, İslam Peygamber'i adlı eserinde Peygamberimizin okuma-yazma bilip bilmemesi konusuna değinmiş ve sonuçta Bâcî'nin görüşüne katılmayı ifade eden kanaatini, kendisine özgü çok dikkatli üslûpla ifadeye koymuştur, (bk. İslam Peygamberi, paragraf, 1236'ya not.).

Peygamberimizi okuma-yazma bilmez göstermek için gayret sergileyenler bu olayı da şöyle tevil ediyorlar:

"Rivayetteki: "Peygamberimiz o unvanı silip müşriklerin istediklerini yazdı." sözünün anlamı, "Hz. Ali'ye öyle yazmasını emretti." demektir.

İşin özeti şu ki Peygamberimiz, nübüvvetinin ilk yıllarında okuma-yazmayı bilmiyor olsa bile, sonraki zamanlarda bunu mutlaka öğrenmiştir. (KI, 109-11. Ayrıca bk. s. 334-335).


Peygamberimizi okuma-yazma bilmez birisi göstermekte ısrar edenlere göre, Hz. Peygamber'in okuma-yazma bildiğini kabul, onun peygamberliğine noksanlık getirir. 


Çünkü böyle bir durumda onun bilgilerinin tanrısal kaynaklı olma niteliği tartışmalı hale gelir.


Bu iddia geçerli kılındığı içindir ki, Müslüman kitlelerin şuur altlarında, bilgiye, okumaya-yazmaya karşı gizli bir isteksizlik, hatta tiksinti oluşmuştur. 


Daha da tehlikelisi, tarîkat-hurafe çevrelerinin ilim karşıtı yaklaşımları mektebe, bilgiye ve bilgine düşmanlığı yayarken en büyük desteği bu sakat kabulden almıştır. 


Şöyle düşünülür olmuştur: Bilmemekle, ilhama dayalı bilgiye sahip olmak arasında doğru orantı vardır. 


Ne kadar az öğrenir, ne kadar az bilirsek ilhamımız o kadar fazla olur!.


YAŞAR NURİ ÖZTÜRK

ياشار نوري أوزترك

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder