31 Ocak 2024

KUR’AN’DAN ÇIKARILABİLECEK İLİMLER TASNİFİ

 “Kur’an’ı Tanıyor musunuz? Onu Hiç Okudunuz mu?” adlı kitaptan Kur’an’ı öğrenmeye devam edelim…!


KUR’AN’DAN ÇIKARILABİLECEK İLİMLER TASNİFİ


Geleneksel islami literatürün ilimleri tasnif eden ‘mevzûatü’l-ulûm’ türü eserlerinde yer alan ‘ilimler sınıflaması’ Kur’an’ın verilerine tam anlamıyla uymaz. 

Geleneksel İslâmî metinlerdeki, özel­likle ilk iki asırdaki ‘ilim’ kavramı, Kur’an’ın sözünü ettiği ‘bilimsel bilgi’den çok uzak bir kavramdır ve daha çok “ha­dislere dayalı dinsel bilgileri” ifade eder. 

Montgomery Watt, bu noktayı isabetle teşhis etmiş ve açıklamıştır. (Watt, İslam

Düşüncesinin Teşekkül Devri, 76-77)

Gerçek şu ki, eski dönemin ilim anlayışı, “ruhu itibariyle antiklasik olan Kur’an’ın” bilgi toplumuna hitap eden mesajını anlamakta yetersiz kalmıştır. 

Bunu elbette mazur görmek gerekir. 

Elverir ki, geleneksel mirasın bu konudaki tespitle­rinde ısrarlı olmayalım. 

Hicrî ilk yüzyılda ilim ‘hadis ezber­ciliği’ anlamında kullanılmıştır. 

İkinci ve üçüncü yüzyılların bu anlayışa getirdiği ilave değişim, “ilim” içine sadece fıkhın da so­kulması kadar oldu. 

İmam Şâfîî (ölm. 204/ 820) gibi bir büyük fakîh bile ilmi, sadece “fıkıh ve usul-i fıkıh” anlamında kullanır. 

(Şâfiî, Cimâu’l-İlm, bab: 2, s. 35-38) 

Kelam ilmi ve fıkıhta önemli bir otorite sayılan Fahrülislam Pezdevî (ölm. 483/1090), ‘Usûl’ adlı ünlü eserinde iki tür ilim olduğunu söylemektedir: 

Tevhit ilmi, şeriat ilmi.

Bu sınıflamalar Kur’an’ın verilerinin çok az bir kısmını içer­mektedir. 

  • Göklerin ve yerin katmanlarını, 
  • tarih kalıntılarını, 
  • gece ile gündüzün seyrini, 
  • Firavun mumyasının incelenmesini 

tevhit veya şeriat ilimleriyle nasıl yapacaksınız? 

Kur’an bun­ların da incelenmesini istiyor.

Tasavvuf-tarikat geleneğinin, ilmi, ‘

  • ‘hal ilmi, 
  • ‘kaal ilmi’ diye ikiye ayırması ve ilmi, 

‘içsel aydınlanma’ olarak tanıtan yaklaşımı da Kur’an’ın söylediğinin çok küçük bir kısmıdır. 

Tasavvuf-tarikat geleneğinin bu ilimler tasnifi, ilmin değil, olsa olsa irfanın tasnifi olabilir.

Kur’an, 

  • ‘kutsal olan ilimler
  • ‘kutsal olmayan ilimler’ 

diye bir ayrıma da izin vermez. 

İlimler ve âlimler konusunda Kur’an adına bir kutsallıktan ve bir saygınlıktan söz edeceksek şunu söyleyeceğiz: 

İstisnasız bütün ilimler kutsal, istisnasız bütün âlimler saygındır.

Elinizdeki eser (KUR’AN’I TANIYOR MUSUNUZ? ONU HİÇ OKUDUNUZ MU?) bu konuyu daha fazla irdelemeye müsait de­ğildir. 

Biz burada, teknik bir sınıflama yapmadan, Kur’an’ın ilimler tasnifi olarak sayılabilecek bir tabloda mutlaka yer alması ge­reken unsurların çok önemlilerine sadece işaret etmekle yetineceğiz.

1. Vahyin mahiyetine ilişkin ilim: 

Bu bilim dalı veya dalları vahyin mahiyetini, onu anlama yollannı ortaya koyacak ilim şubeleridir. (bk.Yusuf, 86, 96; Kehf, 65)

Bu arada, ilim ve ilhamın münasebetine de değinmek yerinde olur: 

İlham, sahibine bir bilgi kazandırırsa da bu, ‘objektif-bağlayıcı’ bir bilgi değildir. 

Sadece sahibi için anlam ifade eder. 

Nitekim, Kur’an, ilhamla aynı kökten bir tek kelime kullan­mıştır, o da benliğe ‘takvasının ve bozukluğunun ilhamıdır. (Şems, 7-8) 

Yani benliğin bizzat kendini ilgilendiren bir uyar­madır. 

Burada söz konusu olan, ilim olmadığı gibi sıradan bil­gi bile değildir; bir vicdanî duygudur.

Gerçek şu ki, ilhamın hiçbir ilim değeri yoktur. 

İslam din bilginleri bu gerçeği çok erken bir dönemde görmüş ve bunu İslam aki­desinin manifestosu içine bir ilke olarak koymuşlardır. 

İslam toplumlarına asırlardır egemen olan tasavvuf-tarikat geleneğince işlemez hale getirilen bu ilke hemen bütün akait kitap­larında tekrarlanmıştır. 

Bu ilke, Ebu Hafs Ömer en-Nesefî’nin ‘Akaid’  adlı eseri ve bu eserin Sadeddin Teftezânî (ölm. 791/1388) tarafından yapılan şerhindeki şekliyle şöyledir:

“İlham ve rüya ilim sebeplerinden değildir.”

Yani ilham ve rüya yoluyla elde edilen sübjektif bilgiler, baş­kalarını bağlayan İlmî veriler türünden bilgiler değildir. 

Bu noktada hem din hem de akıl adına konması gereken ortak ölçüyü dâhiyane bir vukufla ortaya koyan çağdaş ilahiyatçı fi­lozof Paul Tillich (ölm. 1962) şöyle yazıyor:

“Şiir, güzellik verebilir fakat gerçeği asla veremez. Ahlak, iyi bir hayat yaşamada bize yardımcı olabilir ama o da bizi ger­çeğe götüremez. Din, derin heyecanlar yaratabilir ama din de gerçeğe sahip olduğunu iddia edemez. Bize gerçeği ka­zandıracak olan, sadece bilimdir. Sadece bilim bize, tabiatın çalışma tarzına, insanlık tarihinin kayıtlarına, insan aklının sırlarına nüfuz imkânı verir.” (Tillich, The New Being, 66)

2. Yaradılışa, özellikle ilk yaradılışa ilişkin ilimler: (bk. Vâkıa, 62)

3. Kıssaları değerlendirmeye ilişkin ilimler: (bk. A’raf, 7)

4. Tabiat olaylarının ve Sünnetullahın (tabiat kanunlannın) incelenmesine ilişkin ilimler.

5. Gök cisimlerinin seyrine, gök olaylarının izlenmesine, Ay ve Güneş’in menzillerini takdire, yılların gelip geçişiyle ilgili hesapların yapımına yarayan ilimler: (Yunus, 5; İsra, 12)

6. Silah ve savunma âletlerine ilişkin ilimler: (Enbiya, 80)

7. Kutsal metinler tarihine ilişkin ilimler.

Kur’an kutsal metinlere ilişkin ilimden habersiz olanlara ümmî di­yor. (Bakara, 78) Ümmî, okuma yazma bilmemekle ilgili bir kavram değildir. 

Ehl-i Kitab’ın elindeki kutsal metin­ler bilgisine sahip olmamakla ilgilidir. 

Kur’an bu anlamda bütün Arap Yarımadası Cahiliye toplumunu ‘ümmî’ diye ni­telemektedir. (bk. Bakara, 78; Âli İmran, 20, 75; Cumua, 2) 

Oysaki onlar içinde birçok okuma yazma bilen insan vardı.

Bakara 78 ile Âli İmran 20, ümmî sözcüğünün âdeta tanımı­nı vermektedirler : 

Birinciye göre ümmî, kitabı bilmeyenlerdir. İkinci ayetse ‘kendilerine kitap verilenleri’ (Ehl-i Kitab’ın ulema­ sınıfı) ümmîlerin karşıt kavramı olarak kullanmakta, böylece ümmî sözcüğünün okuma yazma bilmeyen değil, Ehl-i Kitab ulemasının elindeki kitapları bilmeyen anlamına geldiğini dolaylı yoldan ifade etmektedir.

8. Kutsal metinlerin incelenmesine ilişkin ilimler.

9. Tann’nın koyduğu normları anlamaya yönelik ilimler:

Kur’an bu noktada ‘dinde tefakkuh’ tabirini kullanmaktadır, (bk. Tevbe, 122) 

Ayetteki tefakkuh sözcüğü, bugün İslam din ilimlerinden en önemlisinin adı olan ‘fıkıh’ kelimesinden tü­remiş bir sözcüktür ve ‘fıkıhta derinleşmek’ anlamı da taşı­maktadır. (Bakara, 230)

10. Eski medeniyetleri ve tarihsel kalıntıları inceleyen ilim­ler. (Nemi, 52)

30 Ocak 2024

MÜRŞİTLİĞİ SADECE İLME BAĞLAYAN KİTAP

 Yaşar Nuri Öztürk’ün “KUR’AN’I TANIYOR MUSUNUZ? ONU HİÇ OKUDUNUZ MU?” adlı kitabından aktarmaya devam ediyoruz. 

*********

MÜRŞİTLİĞİ SADECE İLME BAĞLAYAN KİTAP


“Öğrettiğiniz şu kitaba ve okuyup araştırdıklarınıza dayanarak benliklerini Allah’a adamış rabbânîler olun!” Âli İmran, 79


Kur’an, irşat (aydınlatma, iyiye ve doğruya kılavuzlama) işi­nin sadece ilimle mümkün olacağını defalarca ifade etmiştir. 

Başlığın altına koyduğumuz ayet bu mesajın temel beyyinesidir. 

Bu ayet bize gösteriyor ki, insanları Allah’a (aydınlığa, bilime, hi­dayete) götürme işi kitaba ve okuyup araştırmaya dayanacak, dayatılacaktır; ilham, rüya ve keramete değil.


Kur’an, hayatta bir tek mürşit tanır ; İlim.


Peygamberlerin mürşitliği de ilim üzerine oturan bir yetidir. 

İlmi bir ‘şeytanî yeti’ gibi gösteren bazı tarikat çevrelerinin dillerine doladıkları ‘ârif denen tipin’ irşat ehli olduğuna işaret eden bir ima bile yoktur. Tam tersine, ilimden nasibi olmayanların yoluna asla ve asla uyulmaması buyurulmaktadır. Bu emir verilirken yol tabirinin kullanılması aynca mucize bir ihbardır:

“Dosdoğru ve dürüst biçimde yol alın ve bilgiden nasipsizle­rin yolunu sakın izlemeyin.” (Yunus, 89)


İlimsizliğin sevk ettiği yollar Allah’ın yolundan ayırır, parça­lanma getirir. İhtar son derece sert ve net yapılmıştır. 


“Bu benim dosdoğru yolumdur, onu izleyin; başka yollan izlemeyin! Yoksa bu hal sizi O’nun yolundan uzaklaştırıp parçalara böler. Sakınıp korunasınız diye O size bunu öner­miştir.” (En’am, 153)


İlimden nasipsizlerin çağıracağı şey, heva ve heves olur. 

“Daha sonra seni, iş ve yönetimde bir şeriat/bir yol-yöntem üzerine koyduk. Artık ona uy! İlimden nasipli olmayanlann keyifieri ardınca gitme! Kuşkun olmasın ki, onlar, Allah kar­şısında sana hiçbir yarar sağlayamazlar/Allah’tan gelecek hiçbir şeyi senden uzaklaştıramazlar.” (Câsiye, 18-19)


Heva ve heves, dürtüler, sübjektif bakış açıları demektir

Objektif değerlere ve gerçeğe ulaşmanın yolu ilimdir. İlim dışındaki değerlerin tümü, irfan ve iman dahil, sübjektiflik­ten kurtulamaz. 


Kur’an, yine mucize bir yaklaşımla, ilme hiç­ bir kötülük ve çirkinlik izafe etmemiştir ama imana etmiştir. 


Bakara suresi 93. ayet, yahudilerin sapmalarını eleştirirken esrarlı üslubuyla insanlığa muhteşem bir ders vermekte ve imanın çirkinliklere âlet edilebileceğine vurgu yapmaktadır:


Hani, sizden şu yolda kesin söz almıştık da Tûr’u üzerinize kaldırmıştık: ‘Size verdiğimizi kuvvetlice tutun ve dinleyin!’ Şöyle demişlerdi: ‘Dinledik ve isyan ettik.’ İnkârları yüzün­den gönüllerine buzağı içirildi. De ki, ‘Eğer müminlerseniz, ne kötü şeydir size imanınızın emretmekte olduğu!”


Ayette, çirkinliğin izafe edildiği iki kelime var: İman, mümin. 


Şöyle bir sav ileri sürülemez: “Çirkinliğin izafe edildiği iman yahudilerin imanıdır, mümin de yahudi müminidir. Bu eleş­tiri onlarla kayıtlıdır, başkalarını ilgilendirmez.” 


Böyle bir sav, Kur’an’ın ruhuna ve üslubuna aykırıdır. Kur’an önce­likle bir kelam mucizesidir. Öyleyse kötülük izafe edilirken seçilen kelimelerin bizatihi kendilerinde mesaj vardır. 


İlim sahiplerinden de birçok bozuk insan çıkmıştır ama Kur’an hiçbir zaman cevher olarak ilme çirkinlik ve kötülük izafe et­memiştir.


Çünkü ilim objektifdir; daha doğrusu ilimden söz etmemiz için objektiflik şarttır. İmanın objektifliği söz konusu edile­mez. İmanda aslolan sübjektivitedir. 

Bu olgu, çok iyi anlam­lara kaynaklık edebileceği gibi çok kötü anlamlara da kaynak­lık edebilir. Sübjektivite demek nefsin alanı demektir. Nefsin karıştığı şeyde genellikle hayır aranmaz. Hayır aranmayacak şeyin de ardından gidilmez.


Allah korkusunun temeline ilim konduğu için (Fâtır, 28) hiç kimse ilimden nasipsiz birtakım adamların Allah adamı oldu­ğunu iddia edemez. 


Bu iddiaların tümü, ilimden nasipli olma önşartına bağlıdır. O önşart yoksa gerisi sadece aldatmaca ve sahtekârlık olur. 

Böyle olduğu içindir ki, ilimsiz irşat konusu Kur’an’ın yakındığı konulardan biridir.

“İnsanlardan öylesi var ki, Allah uğrunda ilimsiz, kılavuz­suz ve aydınlatıcı bir kitaba dayanmaksızın mücadele eder.” (Lokman, 20)

İlimsiz irşadın tehlikeli görünümlerinden biri de ‘hadis eğ­lencesi satın alarak’ insanları ilimsiz bir şekilde saptırmaktır. Bu noktaya parmak basan ayet, İslam tarihinin asırlık sıkıntı­larından birine mucize bir biçimde dikkat çekmektedir:

“İnsanlardan öylesi vardır ki, Allah yolundan bilgisizce saptır­mak için hadis/laf eğlencesi satın alır ve onu alay konusu edi­nir. İşte böylelerine rezil edici bir azap vardır.” (Lokman, 6)


ŞİRK BİR İLİMSİZLİK İLLETİDİR


Kur’an’ın ana tezlerinden biri de şudur: 


Küfür ve şirkin Kur’an vahyinden anlamsız talepleri de Kur’an’a itirazları da ilimsizliğin bir sonucudur. Bu talep ve itirazları ileri sürenler ya hiç bilmiyorlar yahut da ilim seviyeleri tam anlamalarına yetmiyor:

“Yahudiler, ‘Hristiyanlar hiçbir şey üzerinde değil’ dediler. Hristiyanlar da, ‘Yahudiler hiçbir şey üzerinde değil’ dedi­ler. Ve bunlar kitabı da okuyup dururlar. İlimden nasibi olmayanlar da aynen onların sözleri gibi söz etti. Tartışmaya girdikleri şey hakkında, aralarında hükmü, kıyamet günü Allah verecektir.” (Bakara, 113,118; Enbiya, 24)


Kur’an vahyine karşı çıkanların hareket noktası atalarının ka­bulleri yani geleneğin kendilerine ezberlettikleridir. Kur’an’ın bu noktadaki tezi şudur: 

Ataların kabul ve inançlarını benim­semek için akıl ve ilimden onay almak gerekir. Aksi halde o kabuller reddedilir:

“Onlara, ‘Allah’ın indirdiğine ve resule gelin’ dendiğinde şöyle derler: ‘Atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize ye­ter.’ Peki, ataları hiçbir şey bilmiyor, doğru yolu bulamıyor idiyseler de mi?” (Mâide, 104)

Kur’an şunda ısrarlıdır: Kur’an’a karşı çıkanların ilimden herhangi bir dayanakları yoktur. Onların dayandığı tek şey, kendi zanlandır:

“Hayır, düşündükleri gibi değil! Onlar, ilmini kuşatamadıkları ve yorumu kendilerine hiç gelmemiş bir şeyi yalanladı­lar. Onlardan öncekiler de böyle yalanlamıştı.” (Yunus, 39)


“Bir de dediler ki, ‘Rahman dileseydi, onlara tapmazdık.’ Bu konuda hiçbir ilme sahip değiller. Sadece saçmalıyorlar.” (Zühruf, 20)

“Dediler: ‘Şu dünya hayatımızdan başkası yok. Ölüyoruz, diriliyoruz. Bizi zamandan başkası helâk etmiyor.’ Onların bu konuda herhangi bir ilmi yoktur. Sadece sanıda bu­lunuyorlar.” (Câsiye, 24)


Onların bu konuda herhangi bir ilmi yoktur. Yalnızca sa­nıya uyuyorlar. Sanı ise haktan hiçbir şey kazandırmaz.” (Necm, 28, Ayrıca bk. Nemi, 83-84)

Allah’a ortaklar, kızlar ve erkek çocuklar isnat eden şirkin bu yaptığı da ilimsizlik illetinin bir sonucudur. (En’am, 100)

Müşriklerin Allah’a sövüp saymaları da bir ilimsizlik tezahü­rüdür. (En’am, 108,119) 

Şirkin icraatı, örneğin, kız çocukla­rını diri diri gömmeleri de ilimsizlik ürünü sapmalardan baş­ka bir şey değildir.

“Şu bir gerçek ki, ilimsizlik yüzünden öz evlatlarını beyin­sizce katledenlerle Allah’ın kendilerine verdiği nzıkları, Allah’a iftira ederek haramlaştıranlar gerçekten hüsrana uğramışlardır. İnan olsun, sapıtmışlardır onlar; hiçbir za­man doğruyu ve güzeli bulamazlar.” (En’am, 140)


Şuraya kadar söylediklerimizin kısa bir özetini çıkarmak is­tersek şunu söylememiz gerekecektir: 


İlimsizliğin egemen olduğu bir zihniyet ve toplum şirke teslim olmuş demektir.

29 Ocak 2024

 BİLGİ TOPLUMUNUN ANLAYACAĞI KİTAP

“Müslümanlar, 20. YÜZYILIN PROBLEMLERİNİN, 7. YÜZYILIN PROBLEMLERİNİ ÇÖZEN HUKUKSAL MEVZUATLA ÇÖZÜLEBİLECEĞİNİ dü­şünmeye devam etmektedir. Bu durum, AÇIKÇASI, AKIL DIŞIDIR.”

Mahmud Muhammed Tâha


KUR’AN’IN YARATTIĞI DEVRİMLERİN her biri, bu devrimlerin yapılı­şından yıllar, bazen asırlar sonra fark edilebilmiştir. 


KUR’AN’SAL DEVRİMLERE ‘MUCİZE’ KARAKTERİNİ VEREN de bu olgudur.


Kur’ansal devrimlerden bir tanesi var ki, İNSANLIK ONU DAHA YENİ YENİ ANLAMAYA BAŞLAMIŞTIR. 


Bu devrim ;

BİLGİ TOPLUMUNUN ÖNEMİNE DEĞİŞİK BAŞLIKLAR ALTINDA VURGU YAPILMASIDIR.


 Bir vicdan borcu olarak söylemek zorundayız ki,


BU DEVRİM, KUR’AN’IN ONU GERÇEKLEŞTİRDİĞİ ZAMANDAN BİN KÜSUR 

YIL SONRA KAVRANABİLMİŞTİR


 ; Ve burada şunu da ekleyelim ki,


BU KAVRAYIŞ ZAMANI, AYDINLANMAYI GERÇEKLEŞTİREN BATI TOPLUMLARI AÇISINDANDIR


MÜSLÜMAN DOĞU BU DEVRİMİ HENÜZ KAVRAYAMAMIŞTIR. 


Daha üzücü olanı ise : 

KAVRAMA NOKTASINA YAKLAŞTIĞINA İLİŞKİN BİR İŞARET DE VEREMEMEKTEDİR.


Alışılagelmiş bir söylem vardır: 


Kur’an, geldiği zamanın ve toplumun insanı olan BEDEVÎLERİN İDRAKİNE HİTAB ETMİŞTİR” 


Bu söylem, genelde, KUR’AN’ı ‘BEDEVÎLERİN KİTABI’ OLARAK GÖSTERMEK İSTEYEN BATILILARIN İŞİNE GELDİĞİ İÇİN, müslümanlar ara­sında ise “EMEVÎ ZİHNİYETİNİ DİNLEŞTİREN ARABCI MÜSLÜMANLARA” DESTEK SAĞLADIĞI İÇİN, ALTI ÇİZİLE ÇİZİLE GÜNDEM YAPILMIŞTIR

Bu söylemin insanlığı götürdüğü yer şudur: MÜSLÜMAN OLMAK İÇİN ÖNCE BEDEVÎ OLACAKSIN ; VEYA EN AZINDAN BİR MİKTAR BEDEVÎ OLACAKSIN.

Halbuki ;

  • Bir kitabın BEDEVÎLERİN KİTABI OLMASI / SADECE BEDEVÎLERE HİTAB ETMESİ başka bir şeydir. 
  • Bir kitabın ne dediğini anlamak için BEDEVÎNİN DİLİNE VAKIF OLMAK ayrı bir şeydir. 

Aynen bunun gibi ;

  • BEDEVÎNİN DİLİNE VAKIF OLMAK ayrı bir şeydir. 
  • BEDEVÎNİN DİLİNİ KUTSALLAŞTIRMAK ayrı bir şeydir

Bu ikisi DAİMA VE KASDEN BİRBİRİNE KARIŞTIRILARAK su bulandırılmıştır. 

Bulandırılan suda avlanan­lar ise “İSLAM DÜŞMANI HAÇLILARLA”, “ARABCILIĞI DİNLEŞTİREN İSLAM İÇİ DİNCİLER” olmuştur. 

Yani GELENEKSEL SÖYLEM, İNSANLIĞIN DA MÜSLÜMANLARIN DA ALEYHİNE sonuç vermiştir.

Gerçek ise, BU SÖYLEMİN TAM AKSİDİR. 

KUR’AN, büyük kısmıyla BEDEVÎNİN İDRAKİNE HİTAB ETMEMEKTEDİR. 

Sadece BEDEVÎ İDRAKİNE HİTAB EDEN AYETLER, KUR’AN’DA PARMAKLA SAYILACAK KADAR AZDIR ve bunların da TAMAMINA YAKINI “TARİHSEL”dir; YANİ BÜTÜN ZAMANLARI BAĞLAMAZ.

Bu söylemimizden maksat BEDEVÎYİ KÜÇÜK GÖRMEK DEĞİL, KUR’AN’ın, özellikle İNDİĞİ DÖNEMDEKİ BEDEVÎ İDRAKİNE SIĞMAYACAK KADAR BÜYÜK ifade etmektir. 

Bu ifadeden, eğer KUR’AN İMANI TAŞIYORSA, HİÇBİR BEDEVÎ RAHATSIZ OLMAZ. 

Çünkü anlatılmak istenen, ONUN İMAN KİTABININ İHTİŞAM VE BÜYÜKLÜĞÜDÜR, BEDEVÎNİN KÜÇÜKLÜĞÜ DEĞİL.


Geleneksel mirastaki ‘KUR’AN’IN ANLAŞILMASININ ZOR OLDUĞU’ yönündeki söylem ise Kur’an’ın ;

  • Anlaşılması zor bir kitap olduğu merkezinde bir fikri değil, bilakis,
  • Kur’an’ın, indiği za­mandan daha çok, sonraki zamanların idrakine hitap eden ayet­lerinin çoğunlukta olduğu 

merkezinde BİR ANLAYIŞI İFADE ETMELİDİR. 

Aksini söylemek, ALLAH’a ve KUR’AN’a NOKSANLIK İZAFE ETMEK OLUR. 

Çünkü ALLAH, HİTAB ETTİĞİ TOPLUMA MERAMINI ANLATMAKTA GÜÇLÜK ÇEKMEKTEN MÜNEZZEHTİR. 

Eğer MUHATAB, ALLAH’IN MERAMINI ANLAMAKTA ZORLUK ÇEKİYORSA, bunun anlamı, HAŞÂ, ALLAH’IN ACZİ DEĞİL, SÖYLENENİ ANLAMASI GEREKEN MUHATABIN O ANDAKİ, O DEVİRDEKİ MUHATAB OLMADIĞIDIR.


RÜZGARLARIN DÖLLEYİCİ OLDUKLARINI, BU GERÇEĞİN KEŞFEDİLMESİNDEN BİN KÜSUR YIL ÖNCE SÖYLEYEN BİR KİTABIN BU BEYANINI, O GÜNKÜ, O DEVİRDEKİ İNSAN NASIL ANLAYACAKTI? 

O GÜNKÜ İNSANIN BUNU ANLAYAMAMASI, KUR’AN’ın ANLAŞILMAZ BİR KİTAB OLDUĞUNA MI KANIT SAYILACAKTIR, YOKSA, DAHA SONRAKİ ZAMANLARA HİTAB EDEN AYETLER İÇERDİĞİNE Mİ?


KUR’AN’IN BİLGİ TOPLUMU TALEBİ


Kur’an’ı İYİ İNCELEYENLER, ONUN, İNSANLIĞIN DAHA YENİ YENİ TANIŞTIĞI BİLGİ TOPLUMUNA İLİŞKİN TALEPLER TAŞIDIĞINI KOLAYLIKLA FARKEDERLER. 

Bu fark edişin sahipleri, KUR’AN’DAN GEREĞİNCE YARARLANMANIN “TARIM VE SANAYİ TOPLUMLARININ ÖLÇÜTLERİYLE YAPILAN YORUMLAR”dan SIYRILMAKLA MÜMKÜN OLDUĞUNU ANLAMAKTA DA GECİKMEZLER. 

Kur’an’da elbette ki “TARIM VE SANAYİ TOPLUMLARI”nın BEKLENTİLERİNE CEVAP GETİREN VERİLER DE VARDIR. 

ANCAK BUNLAR SINIRLIDIR. 

Kur’an’ın talepleri, büyük kısmıyla “BİLGİ TOPLUMU İNSANLARININ” FARK EDECEĞİ, YARARLANACAĞI TALEPLERDİR.

Bunun içindir ki, KUR’AN, TARIM TOPLUMUNUN PARADİGMALARIYLA ANLAŞILAMAZ. 

Sanayi toplumu ve daha da önemlisi “BİLGİ TOPLUMU PARADİGMALARI” ve “o paradigmaları ustalıkla kullanacak BEYİNLER lazımdır”. 

Ne yazık ki, İSLAM DÜNYASI BU PARADİGMALARIN NE ÜRETİLMESİNE İZİN VERMİŞTİR, NE DE İŞ GÖRMESİNE…

Geleneksel mirastaki çoğu “KUTSANAN VE DOKUNULMAZ KILINAN” yorumların en yenileri bile, nihayet TARIM TOPLUMUNUN ÖLÇÜTLERİYLE ve BU TOPLUMUN TALEPLERİNE CEVAP VERMEK ÜZERE GELİŞTİRİLMİŞ YORUMLARDIR. 

GELENEKSEL YORUMLARIN BÜYÜK KISMI, İLKEL TOPLUMUN BEKLENTİLERİNE CEVAP GETİREBİLECEK YORUMLARDIR. 

KLASİK KUR’AN YORUMCULARININ TAMAMINA YAKINININ YORUMLARI BU TÜRDENDİR. 

Ve onlar bunu yapmakta mazurdurlar.

Mazur sayılmayanlar, “ESKİ YORUMLARA BAĞIMLI KALAN VE BU YORUMLARI TABULAŞTIRARAK BİLGİ TOPLUMUNA GEÇİŞE KARŞI ÇIKAN” sonraki zümrelerdir.


Üzülerek söyleyelim ki, ELİMİZDEKİ TEFSÎR VE HATTÂ MEAL MİRASININ, HENÜZ “TARIM TOPLUMU AÇISINDAN” bile eksik yanlan mevcuttur. 

Önce bunlar aşılmalı, ikinci aşamada “sanayi top­lumu açısından gereken yorumlar” boyutuna çıkılmalı, ardın­dan da “BİLGİ TOPLUMU PENCERESİNDEN BAKILDIĞINDA ÖNÜMÜZE ÇIKAN FARK EDİŞLER” ortaya konmalıdır.

İlkel toplum ve tarım toplumu dönemi yorumcuları, tama­men haklı olarak, “ancak sanayi ve bilgi toplumları döneminde” fark edilebilecek incelikleri “Allahu a’İem bi’s-savâb”(doğruyu en iyi Allah bilir) diyerek ‘müteşâbihler’ alanına atmışlardır. 

Doğruyu elbette ki Allah bilir; ancak Allah’ın ilk emri “Oku!” olduğuna göre, Allah, Kur’an’la gönderdiği mesajları onu okuyanların anlayacağına hükmetmiş demektir. 

Aksi halde, Allah’ı abesle iştigal eden bir kuvvet olarak algılıyor oluruz.

Geleneğin SARIKLI ZORBALARI ; Kur’an’ın “Müteşâbihlerin yoru­munu ALLAH ve İLİMDE DERİNLEŞMİŞ OLANLAR bilir” (Âli İmran, 7) ayetini, ‘TECVÎD’ OYUNLARINDAN BİRİYLE “Müteşâbihleri ancak Allah bilir” şekline dönüştürüp (ve aksini söylemeyi de din dışı ilan ederek) gelecek kuşakların ruh ve beyinlerini prangalamış, onlara, eski yorumları tekrar etmek dışında bir iş bırakmamış­lardır. 

Eski yorumların olduğu gibi kalmasında SAYISIZ ÇIKARLARI OLAN siyaset ve yönetim çevreleri ise, işlerine gelen bu an­layışı KUTSALLAŞTIRMIŞ, aksine söz söyleyenleri de bir biçimde ‘fitneci, reformcu, din dışı, zındık’ ilan etmiştir.

Sonuçta da İslam dünyasına kala kala, İLKEL DÖNEMİN veya TARIM DÖNEMİNİN “DİN VE İNSANLA İLGİLİ KABUL VE DAYATMALARINI” DİN DİYE SIRTINDA BİR KANBUR GİBİ TAŞIMAK kalmıştır. 

Bu hale getirilmiş veya ken­disini bu hale getirmiş İslam dünyasının, açıktır ki, tüm para, servet ve iddialarına rağmen ileri gitmesi mümkün değildi; olsa olsa bugünkü yere gelebilirdi. 

Ve ancak oraya gelmiştir. 

Bu yer, bilgi toplumuna ulaşmış insanlık kervanının en ar­kalarında atık toplama yeridir. 

Yani ezilmişlik, dışlanmışlık, tutsaklık, hizmetçilik, teslim olmak, verilenle yetinmek ve za­man zaman da cezalandırılmak. Bugünkü İslam dünyası işte bunlara muhatap oluyor.


Anılan yanlışları ve BU YANLIŞLARI ÇIKARLARI YÖNÜNDE kutsallaş­tıran zihniyetleri aşarak, tanrısal kitaptaki bilgi toplumu ta­leplerini öne çıkarıp, yeni yorumlar getirmek müslüman aydınların hem kendi dindaşlanna hem de insanlık dünyasına verebilecekleri en onurlu, en ölümsüz hediye olacaktır.

Ne yazık ki îslam dünyasını cenderelerine sıkıştırmış olan DESPOT YÖNETİMLERLE, mevcut durumun sürmesinin SÖMÜRGECİ-EMPERYALİST EMELLERİ için en uygun yol olduğunu bilen Batılılar, ge­reken DİRİLİŞ VE DEĞİŞİMİN vücut bulmasını engellemek için ellerinden geleni yapıyorlar. 

Hem de birlikte ve dayanışma içinde... 

Müslüman kitlelere kalan ise BİR METRE KUMAŞA TAKILI ‘BAŞÖRTÜSÜ’ KAVGASI ile her semtte birkaç tane inşa edilmiş minare­lerden MAKİNE CIZIRTILARIYLA ruhundan uzaklaştırılmış EZANLARI DİNLEYİP AVUNMAK oluyor. 

Biz şunu açık ve tevilsiz söylemek zorundayız:

Kur’an’ın BİLGİ TOPLUMU ZİHNİYETİYLE yorumlanması kaçınıl­mazdır. 

Aksi halde Kur’an, kimsenin hiçbir işine yaramaz. 

Sadece mezarlıkta okunup üflenir.

Bu noktada gerekeni yapmamak, sadece İSLAM DÜNYASINA KÖTÜLÜK ETMEK değildir; hem bilgiye, hem de Yaratan’a karşı çıkmaktır. 

Çünkü Kur’an’da BİLGİ TOPLUMUMUN TALEPLERİNE cevap getire­cek pek çok veri mevcuttur. 

Bu verilerin insanlığın yararına açılmaması büyük bir insanlık suçu oluşturmaktadır. 

Bu su­çun failleri, ne yazık ki KUR’AN’A İNANDIĞINI SÖYLEYEN KİTLELERİN bizzat kendileridir. 

SUÇA AZMETTİRENLER (en azından seyirci kalanlar) ise HRİSTİYAN BATI’NIN SÖMÜRGECİ VE EMPERYALİST poli­tikacılarıdır.

BİLGİ TOPLUMU KISTASLARIYLA baktığımızda KUR’AN’DA DİKKATİMİZİ ÇEKEN neler var? 

ONLARI DA GELECEK BÖLÜMLERDE GÖRELİM.